Şeair veya şeair-i İslamiye ne demektir?
Şeair alamet, simge demektir. İslamiyeti simgeleyen, İslam toplumu içinde sürekli olarak görülebilen ve oranın bir İslam memleketi olduğuna alamet olan bazı ibadetlere ve sosyal müesseselere şeair-i İslâmiye denir.
Namaz, Ramazan Orucu, Ezan gibi ibadetler; sarık ve tesettür gibi islâmî kıyafetler; Kur’an yazısı ve harfleri, camiler ve minareler şeairden olup gören herkese İslamiyeti görünüşleriyle ders verirler.
Şeairin iki büyük toplumsal faydası vardır:
Birincisi müslümanlara sürekli olarak dinlerini ve Allah’ı hatırlatır. Devamlı surette imanlarına bir dayanak noktası, kuvvet kaynağı olur. Müslümanlık şuur ve kimliğini telkin eder.
İkincisi, İslam toplumu içinde yaşayan gayri müslimlerin İslamiyet’i tanıyıp öğrenmelerine ve zamanla İslam’la müşerref olmalarına sebep olur.
Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hz. şu izahları yapar:
“Sünnet-i Seniyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire taalluk eden Sünnetlerdir. Şeair, âdeta hukuk-u umumiye (kamu hukuku) nev'inden cem'iyete (topluma) ait bir ubudiyettir (ibadettir). Birisinin yapmasıyla o cem'iyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur.
Bu nevi şeaire riya giremez ve ilân edilir (gösteriş olması düşüncesiyle gizlenmez). Nafile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.” (Bkz. Sünnet- Seniyye Risalesi, 6. Nükte)
“Zeminin yüzünde çakılmış mismarlar (demir kazıklar) hükmünde her an olan İslâmî şeair, dinî minarat (minareler), İlahî maabid (mabetler), şer'î malim (alametler) itfa olmazsa (söndürülmezse), İslâmiyet parlayacak an be-an.
Her bir mabed bir muallim olmuş tab'ıyla (hâliyle) tabayie (fıtratlara) ders verir. Her maâlim (alametler) dahi birer üstad olmuştur; onun lisan-ı hali eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan (unutmadan). Herbir şeair bir hoca-i dânâdır (âlim hocadır), ruh-u İslâmı daim enzara (bakışlara) ders veriyor.
Mürur-u a'sar ile sebeb-i istimrar-ı zaman (asırların ve zamanın geçmesiyle) Güya tecessüm etmiş (cisimleşmiş) envâr-ı İslâmiyet (İslam nurları), şeairi içinde.” (Bkz. Lemaat)
“Nasıl "hukuk-u şahsiye" (özel hukuk) ve bir nevi hukukullah sayılan "hukuk-u umumiye" (kamu hukuku) namıyla iki nevi hukuk var; öyle de: Mesail-i şer'iyede bir kısım mesail, eşhasa taalluk eder (şahıslarla alakalıdır); bir kısım, umuma, umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara "Şeair-i İslâmiye" tabir edilir.
Bu şeairin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz'îsi (sünnet kabilinden bir mes'elesi) en büyük bir mes'ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi; Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eazım-ı İslâmın (İslam büyüklerinin) bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrib ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!” (Bkz. 29. Mektub, 1. Kısım)