İBADETİN RUHU
İnsan, yaratılış cihetiyle aciz, fakir ve nakıs olarak yaratılmıştır. Bu vasıflar ondan ayrılmaz vasıflardır. Kulluk ise bunların her an farkındalığıyla hayat bulmaktadır. Bu itibarla yapılan ibadetlerde insan, kendini kusurlu bilmelidir. Kılınan namazlar, tutulan oruçlar, yapılan umre ve hac gibi her bir amelimizde gaye rıza-yı ilahidir. Allah’ın kabul etmesidir. Ancak bunu bu dünyada bilmek, “Şu amelimden Allah razı oldu” demek mümkün değildir. Ancak keşif ehli zatların veya sadık rüyaların ihbarıyla bilinmesi mümkün olabilir.
TAKVA ZANNIYLA VESVESE
İnsan bazen amelin daha evlasını ararken, harama düşer. Bazen bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. Şeytan bu vesvesesi ile o kimseyi çok meşgul eder.
Bir kimse abdestini alıp namazını kılsa, ancak namazını ve abdestini bozacak bir durum olsa bile o kimse bundan haberi olmazsa onun hem abdesti hem namazı sahihtir. O halde “Acaba amelim sahîh olmuş mu?” deyip vesvese etmemek gerekir. Fakat “amelim sahihdir” derken “kabul olmuştur” demek ise gurura ve ucba düşürür. Zira kabul olduğunu bilmiyoruz.
DİN KOLAYLIKTIR
Dinde zorlama yoktur. Madem dört mezhep haktır. Bizi gurura düşürmeye sebep olacak amelini makbul hale getirme hırsı yerine, istiğfâra sebep olan kusurunu düşünmek daha iyidir. Böyle bir vesvese ile amelini güzel görüp gurura düşmekten ise, amelini kusurlu görse, istiğfâr etse, daha evlâdır. O halde “Amelim hak bir mezhebe uygun olsa bana kâfîdir.” diyerek Allah’ın merhametine dua ve istiğfar ile el açıp aciz ve fakirliğimizle layıkıyla ibadeti yapamadığımızı itiraf etmeli, kusurlu amelimizin kabul olması için yalvarmalıyız.[1]
AMELİN MAKBULİYETİNE DAİR ALAMETLER
Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden ve merhametinden ve adâletinden, iyilik içine peşin bir mükâfât ve kötülük içine de peşin bir ceza koymuştur. İyi amellerin içinde, âhiretin sevabını andıracak ma‘nevî lezzetler ve kötü amellerin içinde, âhiretin azabını hissettirecek ma‘nevî cezâlar yerleştirmiştir.[2] Böylelikle kişi iyi amellerini artırmaya ve devam etmeye bir heyecan elde eder.
Bediüzzaman Hazretleri, Kur’an’a yapılan hizmetin makbul olduğuna dair bazı alametleri şöyle sıralamıştır.
1.Tevâfukāttır. Ezcümle, Mu‘cizât-ı Ahmediye (asm) Mektubât’ında, Üçüncü İşareti’nden ta On Sekizinci İşareti’ne kadar altmış sahîfe, habersiz, bilmeyerek, bir müstensihin nüshasında iki sahîfe müstesnâ olmak üzere mütebâkî bütün sahîfelerde kemâl-i muvâzenetle, iki yüzden ziyâde ‘Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm' kelimeleri birbirine bakıyorlar. Kim insaf ile iki sahîfeye dikkat etse, tesâdüf olmadığını tasdîk edecek.
2. Cenâb-ı Hakk, benim gibi kalemsiz, yarım ümmî, diyâr-ı gurbette kimsesiz, ihtilâttan menedilmiş bir tarzda; kuvvetli, ciddî, samîmî, gayyûr, fedâkâr ve kalemleri birer elmas kılıç olan kardeşleri bana muâvin ihsân etti. Zayıf ve âciz omuzuma çok ağır gelen vazîfe-i Kur’âniyeyi, o kuvvetli omuzlara bindirdi. Kemâl-i kereminden yükümü hafifleştirdi.
3. Risâle-i Nûr eczâları bütün mühim hakāik-i îmâniye ve Kur’âniyeyi, hatta en muannide karşı dahi parlak bir sûrette isbatı, çok kuvvetli bir işâret-i gaybiye ve bir inâyet-i İlâhiyedir.[3]
İSTİDRAC
Amelinde muvaffak olan kimse kalbine dikkat etmelidir. Eğer Rabbine itimadı artıp ona yaklaşmasına vesile oluyorsa bu hal amelin makbul olduğuna bir alamettir. Ancak nefsine ve kendine itimadı artıyorsa şu hal gururu ve ameline güvenmeyi netice verir. Bu durumda o kimse yavaş yavaş derece derece Rabbinden uzaklaşır ki bu hale istidrac denir. Amelin sonunda fahır damarı değil şükür damarı tahrik olmalıdır. [4]
[1] Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 100-101.
[2] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 308.
[3] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c. 2, s. 251-253.
[4] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c. 1, s. 23.