Sözlükte “istememek, rızâ göstermemek” anlamındaki kürh (kerh) kökünden türeyen ikrâh, kişiyi razı olmadığı bir işi yapmaya zorlamak mânasına gelir. Dini benimseme gibi ondan çıkma da hür iradeye dayalı bilinçli bir tercihle gerçekleşir. İslâm hukukçularının irtidadın sıhhati için akıl ve bulûğu şart koşmasının anlamı budur. İmanın esasını kalbin tasdiki teşkil eder, dil ile ikrar sadece bu tasdike delâlet ettiği için önemli görülmüştür. Bu sebeple tam ikrah karşısında kalan bir Müslümanın inkâr ve küfrü gerektiren sözler söylemesi veya böyle davranması gerçekte iman etmiş olması kaydıyla uhrevî hüküm açısından, haksız bir ikraha mâruz kalması sebebiyle de dünyevî hüküm bakımından herhangi bir sorumluluk doğurmaz. [1]
Resûl-i Ekrem, müşrikler tarafından işkenceye tâbi tutulup ilâhlarına övgüde bulunması istenen ve öyle de yapan sahâbî Ammâr b. Yâsir’i teselli etmiş ve, “Tekrar ederlerse sen de aynı şeyi yap” diyerek Allah’ın kalplerdeki inanca göre davranacağını, ikrah altında yapılan inkârın yok hükmünde olduğunu haber vermiştir.[2]
[1] Ali Bardakoğlu, "İkrah", TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2000, c.22, s.30-37
[2] Cessâs, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân (nşr. M. Sâdık Kamhâvî, Beyrut 1985, c.5, s. 13

