İnsanın iman yolundaki en büyük tehlike, kalbine gizlice sızan şirk tohumudur. Çünkü şirk, tevhidin zıddıdır; yani Allah’ı bir bilmenin tam karşısında durur. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
Şübhesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun dışındaki (günah)ları ise, (kendi lütfundan) dilediği kimse için affeder. Artık kim Allah’a şirk koşarsa, o takdirde doğrusu (haktan) uzak bir dalâlet ile sapmış olur.1
Şirk, mahiyet bakımından ikiye ayrılır:
Açık şirk; insanlar âşikâre bir şekilde Allah’tan başka şeylere tapar ve onların rızasını kazanmaya çalışırlar. Mesela; Putlara tapmak, yıldızlardan, insanlardan ya da güçlerden yardım dilemek bu türdendir.
Şirk-i hafi gizli şirk demektir. Bundan maksat da gösteriş ve riyakârlıktır. İnsanların ibadetlerinde gösteriş yapmaları, yani diğer insanlara kendilerini beğendirmeye çalışmaları bir yönden şirk sayılır. Bu ise kalbe sinsice giren, insanın farkında olmadan içine düştüğü şirktir. Diliyle “Yalnız Allah için” dese de kalbinde insanların takdirini, beğenisini arzulamaktır. İşte bu hâl, ibadeti Allah’tan başkalarıyla paylaşmak demektir. En çok da riya (gösteriş) şeklinde kendini gösterir.
Aslen Allah’a ibadet ederken kalbinde başkalarının beğenisini kazanmak niyetini de bulundurduğundan ibadetine başkalarını ortak etmiş olurlar. Gizli şirk derecesine göre insanı mesul etse de açık şirk gibi küfre sokmaz. Yalnız günaha girer ve ibadetlerindeki ihlâsı kaçırır. İhlâs ise amelin ruhu sayılır. Ruh bedenden çıksa, insan yaşayamaz. Amelden de ihlas çıkarsa o amel, şeklen var olsa da manen ölüdür.
Mesela, "Ne kadar cömert insan" desinler düşüncesi ile verilen sadaka veya yapılan hayır ve hasenat ibadet olmaktan çıkar, riya ve gösteriş olur. Oysa sadaka sadece Allah için verilmeliydi ve başka hesaplar düşünülmemeliydi Resûlullah (s.a.v.) bu gizli tehlikeye dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
Ümmetim için en çok korktuğum şey, gizli şirktir.”2
Bu Hadis-i Şerif , açık şirke karşı uyanık olan müminin, gizli şirke karşı ne kadar hassas olması gerektiğini gösterir. Çünkü gizli şirk, kalbe fark ettirmeden sızar; ihlâsı, yani amelin ruhunu zedeler. Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri ise şöyle söylemektedir:
Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik sâikasıyla, şân ve şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak ve nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki; en mühim bir maraz-ı rûhî olduğu gibi, ‘şirk-i hafî’ ta‘bîr edilen riyâkârlığa ve hodfurûşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.3
Bu metin bize insan ruhundaki en gizli tehlikelerden biri olan şöhret sevgisini ve onun doğurduğu riya hastalığını anlatır. “Hubb-u câh”, yani makam ve itibar sevgisi, nefsi en fazla besleyen duygulardandır. İnsan bazen “şan, şeref, hizmet” gibi ulvî görünen sebeplerin arkasına saklanarak aslında insanların ilgisini ve beğenisini kazanmak ister. Bu hâl, farkına varmadan enâniyeti okşar ve nefs-i emmâreye bir makam kazandırır. Böylece nefis, Allah için yapılan amellerde gizlice pay sahibi olur. Bu hâl, ruhun en derin hastalıklarından biridir; çünkü riyakârlığa, yani gizli şirke kapı açar. Sonunda amel, Allah rızasından uzaklaşıp insanların takdirine yönelir ve ihlâs zedelenir. Gerçek ihlâs ise, insanların değil, yalnız Allah’ın rızasını gözeterek yapılan ameldir.
Nisâ 4/16
Ahmed B.Hanbel,Müsned 5/428
Lemalar,2015 Hayrat Neşriyat s.173

