Risale-i Nurların değişik yerlerinde okumanın hatta dinlemenin bile talebelik mertebesine ulaştırıldığı ifade edilmektedir.? Bunu açıklar mısınız?
Genel anlamda Bediüzzaman Hazretlerinin yazmış olduğu Risale-i Nur Külliyatından istifade eden ve ders alan herkes onun bir nevi talebesi sayılır. Bu daire gayet geniştir.
Fakat Üstad Hz. bu zamanın bir cemaat zamanı olduğunu tespit ederek dinsizliğe karşı mücadelesini Nur Risaleleri etrafında oluşturduğu bir cemaatle sürdürmüştür. İşte özel manada bu cemaatin fertlerine Risale-i Nur Talebesi ünvanını vermiştir. Bu anlamda Risale-i Nur Talebeliğinin şartlarını Üstad Hz. bazı mektup ve risalelerinde şöyle açıklamıştır.
“Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i (Risaleleri) kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.” (Mektubat, 26. Mektub)
“Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmidört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.” (Kastamonu Lahikası)
Yine Hz. Üstadın beyanlarına istinaden, Nur Talebeleri’nin, Risale-i Nurlarla Kur’an’a ve milletin imanına hizmet eden, sünnet-i seniyye ve takva dairesinde yaşayan, İslam dışı bid’alara kalben tarafdar olmayan ve Risale-i Nur’da tarif edilen hakikatleri yaşayarak diğer Müslümanlara örnek olan, olması gereken bir cemaat olduğunu söyleyebiliriz.
Bediüzzaman hazretleri kendisini ziyeret edenlerin üç sıfatla ziyaret ettiğini mektubat isimli eserinde şöyle anlatır: “Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur. Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat'iyen, Sözler'e ve envâr-ı Kur'âniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid'alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın. Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözler'in neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir. Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.
İşte şu üç tabaka benim üç şahsiyetimle alâkadardır. Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münasebetdar olur. Kardeş, abdiyetim ve ubudiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur. Talebe ise, Kur'ân-ı Hakîm'in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebetdardır.Şu görüşmenin de üç meyvesi var: Birincisi: Dellâllık itibariyle mücevherat-ı Kur'âniyeyi benden veya Sözler'den ders almak. Velev bir ders de olsa. İkincisi: İbadet itibariyle uhrevî kazancıma hissedar olur. Üçüncüsü: Beraber dergâh-ı İlahiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur'ân-ı Hakîm'in hizmetinde el-ele verip, tevfik ve hidâyet istemek.
Eğer talebe ise; her sabah mütemadiyen ismiyle, bazan hayaliyle dahi yanımda hazır olur, hissedar olur. Eğer kardeş ise, birkaç defa hususî ismiyle ve suretiyle dua ve kazancımda hazır olup hissedar olur. Sonra umum ihvanlar içinde dâhil olup, rahmet-i İlahiyeye teslim ediyorum ki, dua vaktinde (ihvetî ve ihvanî) dediğim vakit onlar içinde bulunur. Ben bilmezsem, rahmet-i İlahiye onları biliyor ve görüyor. Eğer dost ise ve feraizi kılar vekebairi terkederse, umumiyet-i ihvan itibariyle duamda dâhildir. Bu üç tabaka dahi, beni manevî dua ve kazançlarında dâhil etmek şarttır.
Hazret-i Üstad dostluğun şartı olarak Kur’an'ın nuru olan Risale-i nur külliyatına ve hizmetine ciddi taraftar olması, haksızlığa ve bidalara ve dalalete kalben taraftar olmaması ve bu nurlardan ciddi istifade etme şartını ileri sürer. Talebelik şartları ise bunlardan çok ileri bir düzeyde olmalıdır ki yukarıda bir nebze izah edilmiştir.