İlgili konu Risale-i Nur'da şöyle geçmektedir:
“Beşer esirliği parçaladığı gibi, ecirliği de parçalayacaktır”
Bir rüyada demiştim: “Devletler, milletlerin hafif muhârebesi, tabakāt-ı beşerin şedîd olan harbine terk-i mevki‘ ediyor.” Zîrâ beşer edvârda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecirolmuştur, onun yükünü çeker. Onu da parçalıyor. Beşerin başı ihtiyâr, edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esâret şimdi dahi ecirdir, başlamıştır geçiyor.1
"Ehl-i dünyânın ve maddî târihin nazarıyla, nev‘-i beşerin hayat-ı ictimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki, hayat-ı ictimâiye-i siyâsiye i‘tibâriyle beşer birkaç devri geçirmiş. Birinci devri, vahşet ve bedevîlik devri. İkinci devri, memlûkiyet devri. Üçüncü devri, esîr devri. Dördüncüsü, >ecîrdevri. Beşincisi, mâlikiyet ve serbestiyet devridir. Vahşet devri dinlerle, hükûmetlerle tebdîl edilmiş, nîm-medeniyet devri açılmış. Fakat nev‘-i beşerin zekileri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihâz edip hayvan derecesine indirmişler. Sonra bu memlûkler dahi bir intibâha düşüp gayrete gelerek, o devri esîr devrine çevirmişler. Yani memlûkiyetten kurtulup, fakat اَلْحُكْمُ لِلْغَالِبِ olan zâlim düstûruyla, yine insanların kavîleri zaîflerine esîr muâmelesi yapmışlar. Sonra ihtilâl-i kebîr gibi çok inkılâblarla, o devir de ecîr devrine inkılâb etmiş. Yani zenginler olan havâs tabakası, avâmı ve fukarâyı ücret mukābilinde hizmetkâr ittihâz etmesi, yani sermaye sâhibleri ehl-i sa‘y ve ameli küçük bir ücrete mukābil istihdâm etmeleridir. Bu devirde sû’-i isti‘mâlât o dereceye vardı ki, bir sermayedâr kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde, bir bîçâre amele sabahtan akşama kadar tahtelarz ma‘denlerde çalışıp, kūt-u lâyemût derecesinde on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hâl, müdhiş bir kin, bir iğbirâr verdi ki, avâm tabakası havâssa i‘lân-ı isyân etti. Şu asrın ta‘bîriyle sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya’yı zîr u zeber edip, geçen harb-i umûmîden istifâde ederek her yerde kök saldılar. Şu bolşevizmin perdesi altındaki kıyâm-ı avâm, havâssa karşı bir kin ve bir tezyîf fikrini verdiğinden, büyüklere ve havâssa âit medâr-ı şeref her şeyi kırmak için bir cesâret vermiş."2
Beşerin Esaret Zincirlerinden Kurtuluşu: Ecir Döneminden Mülkiyet ve Hürriyet Devrine İlahi Bir Bakış
Mevcut çağdaş düşünce ve analizlerde sıkça karşımıza çıkan ve "ecir dönemi" olarak adlandırılan bir sosyo-ekonomik döneme dair derinlemesine bir değerlendirme, Kur'anî ve imanî prensiplerle yoğrulduğunda bambaşka bir boyut kazanmaktadır. Risale-i Nur'da geçen yukarıdaki metin, beşeriyetin tarihî süreçteki yolculuğunu vahşet, kölelik, esirlik ve nihayet ecirlik dönemleri üzerinden ele alırken, bu analizi ilahî bir hikmet ve adalet çerçevesine oturtmak mümkündür. Bu makalede, beşer esirliğinin farklı aşamaları, özellikle de "ecir dönemi"nin Risale-i Nur'un ışığında nasıl aydınlatıldığı ve nihaî olarak öngörülen mülkiyet ve hürriyet devrine dair imanî bir bakış açısı ele alınacaktır.
Beşeriyetin Tarihî Yürüyüşü: Vahşetten Ecirliğe Bir Yolculuk
Yukarıdaki metin, beşeriyetin toplumsal hayatını beş ana devre ayırmaktadır: vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet (kölelik), esirlik, ecirlik ve son olarak mülkiyet ve serbestiyet devri. Bu sınıflandırma, insanın ilk dönem ilkel sayılan hallerinden başlayarak, toplumsal ve ekonomik yapıların karmaşıklaştığı modern çağlara doğru bir ilerleyişi gözler önüne serer.
Vahşet ve Bedeviyet Devri: Bu ilk evre, insanın doğayla baş başa olduğu, organize toplumsal yapının zayıf olduğu, hayatta kalma mücadelesinin ön planda olduğu bir dönemdir. Bu dönem, dinlerin ve devletlerin teşekkülüyle "nîm-medeniyet" devrine inkılap etmiştir. Kur'anî bakış açısıyla, bu dönem insanın yer yüzündeki halifelik sorumluluğunu henüz tam olarak idrak edemediği, ancak ilahî vahyin tohumlarının atıldığı bir başlangıç noktası olarak görülebilir. İnsanın yaratılış gayesi olan Allah'ı tanıma ve O'na kulluk vazifesi bu erken dönemde bile peygamberler vasıtasıyla yine mevcuttur.
Memlûkiyet ve Esirlik Devri: İnsanın insana tahakküm kurduğu, bir kısmının diğerini mal edinip hayvan derecesine indirdiği bu dönem, Kur'ân'ın şiddetle reddettiği bir zulüm biçimidir. Kur'an-ı Kerim, "Yemin olsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık..."3 buyurarak insanın fıtrî bir değerine ve şerefine vurgu yapar. Memlûkiyet ve esirlik, bu ilahî şerefi ayaklar altına alan bir zulümdür. Ancak metinde belirtildiği gibi, bu devirler "intibah" ve "intikam" dalgalarıyla esirlik devrine, oradan da daha karmaşık bir yapı olan ecirlik devrine dönüşmüştür.
Ecir Devri: Sömürünün Yeni Yüzü: Metnin en çok üzerinde durduğu "ecir devri", modern kapitalizmin ve sermaye birikiminin bir tezahürü olarak karşımıza çıkar. Bu devirde, sermaye sahipleri (havas), emeğiyle çalışanları (avam) küçük bir ücret mukabilinde istihdam eder. Metindeki çarpıcı örnek, bir sermayedarın bankalar aracılığıyla kısa sürede büyük kazançlar elde ederken, bir amelenin gün boyu ağır şartlarda çalışarak ancak temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar ücret kazanmasıdır. Bu durum, toplumsal eşitsizliği ve adaletsizliği net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Risale-i Nur penceresinden bakıldığında, "ecir devri"nin bu adaletsizliği, Kur'ân'ın adalet ve emanet kavramlarına aykırıdır. Allah, her insana rızık olarak bir şeyler vermiş ve bu rızıkların bir kısmını da fakirler için bir hak olarak belirlemiştir. Zekat ve sadaka gibi ibadetler, bu toplumsal dengeyi sağlamaya yönelik ilahî emirlerdir. Sermayenin sadece birkaç kişinin elinde toplanması ve emeğin değersizleştirilmesi, bu ilahî adalet anlayışıyla bağdaşmaz. Metinde bahsedilen "müthiş bir kin, bir iğbirar"ın ortaya çıkması ve "sosyalistlik, bolşeviklik" gibi akımların doğuşu, bu adaletsizliğin kaçınılmaz bir sonucudur. Bu akımlar, insandaki "nefs-i emmare"nin (kötülüğü emreden nefis) ve "kıskançlık" gibi menfi duyguların tetiklenmesiyle zulme karşı bir isyanı körüklemiştir. Ancak, bu isyanların yöntemleri ve sonuçları da ilahî ölçülerle değerlendirilmelidir. Bolşeviklik gibi akımların getirdiği yıkım ve zulüm, sadece bir tabakayı değil, tüm beşeriyeti etkilemiştir.
Kur'ânî ve İmanî Bir Çözüm: Mülkiyet ve Hürriyet Devrine Doğru
Metin, beşeriyetin bu zorlu aşamalardan geçerek nihayet "mülkiyet ve serbestiyet devri"ne ulaşacağını öngörmektedir. Bu devir, Kur'anî ve imanî perspektiften bakıldığında, sadece ekonomik bir özgürlük değil, aynı zamanda ilahî adalet ve merhametin tam olarak tecelli ettiği bir dönemdir.
İmanın Işığında Mülkiyet ve Adalet: Kur'ân, mülkiyeti Allah'ın bir emaneti olarak görür. İnsanlar bu dünyada sahip oldukları her şeyin geçici olduğunu bilmeli ve emaneti layıkıyla kullanmalıdır. Bu emaneti sadece kendi nefsi için değil, toplumun faydası için de kullanmak, imanî ve insanî bir sorumluluktur. Sermaye sahiplerinin, Kur'anî prensipler çerçevesinde, "havas" olmanın getirdiği sorumlulukla, "avam"ı gözetmesi, onlara âdilane bir ücret ödemesi ve sosyal adaleti sağlaması gerekmektedir. Bu, "ecir devri"ndeki sömürünün sona ermesi demektir.
Hürriyetin Sınırları ve Sorumlulukları: "Serbestiyet devri", mutlak bir anarşi veya kontrolsüz bir özgürlük anlamına gelmez. İnsanın özgürlüğü, Allah'ın koyduğu sınırlar ve ahlakî prensipler çerçevesinde anlam kazanır. Kur'ân, insana akıl ve irade vererek onu sorumlu tutar. Bu devirde, her bireyin kendi emeğinin karşılığını adil bir şekilde alması, mülkiyet hakkının güvence altına alınması ve kimsenin kimseyi sömürmemesi esastır. Bu, "kul hakkı" denilen en önemli emanetin gözetildiği bir devirdir.
Risale-i Nur'un Çözümü: İman ve Ahlakın Yükselişi: Risale-i Nur külliyatı, bu toplumsal sorunların kökenini ve çözümünü derinlemesine ele alır. Bediüzzaman Said Nursi'ye göre, modern dünyadaki sosyal ve ekonomik sorunların temelinde imansızlık ve ahlakın zayıflaması yatmaktadır. Sermaye birikiminin ve rekabetin getirdiği adaletsizlikler, "heva-yı nefsin" (nefsânî arzuların) ve "heva-yı dünyevî"nin (dünyevi hırs ve heveslerin) kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkmasının sonucudur. Risale-i Nur, bu sorunların çözümünü, her ferdin imanını kuvvetlendirmesi, ahlakını güzelleştirmesi ve Allah'ın emirlerine uygun yaşamasıyla mümkün görüyor.
Özellikle "Ecir Devri" ile ilgili metindeki vurgular, Risale-i Nur'un farklı risalelerde ele aldığı zengin ve fakir arasındaki münasebetler, sermayenin toplumsal sorumluluğu ve faiz gibi konularla paralellik arz eder. Risale-i Nur, zenginliğin bir imtihan olduğunu, servetin sadece bireysel bir haz değil, toplumsal bir emanet olduğunu vurgular. Bu emaneti, zekat, sadaka ve hayır-hasenat gibi yollarla topluma geri döndürmek, hem zengine hem de fakire huzur getirecektir. Fakirlerin de sabır ve şükürle hareket etmesi, isyan yerine dua ve tevekkülle Allah'a yönelmesi, "ecir devri"nin getirdiği kin ve nefreti dağıtacaktır.
Sonuç: Hürriyet ve Adaletin İlahî Kaynağı
Sonuç olarak, beşeriyetin "ecir devri" olarak adlandırdığı bu dönem, bir adaletsizlik ve sömürü çağıdır. Ancak Kur'anî ve imanî bakış açısı, bu karanlık tabloyu umutsuzlukla değil, ilahî adalet ve rahmetin tecellisine dair bir beklentiyle aydınlatır. Risale-i Nur'un vurguladığı gibi, beşeriyetin bu zorlu süreçten kurtuluşu, ancak imanın kuvvetlenmesi, güzel ahlakın yerleşmesi ve Allah'ın emirlerine uygun yaşanmasıyla mümkün olacaktır.
"Beşer esirliği parçaladığı gibi, ecirliği de parçalayacaktır" ifadesi, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir kurtuluşun müjdesidir. Bu kurtuluş, maddi ve dünyevi reformlarla sınırlı kalmayıp, manevi bir dönüşümle, yani her ferdin Allah'a karşı olan kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmesiyle tam anlamıyla gerçekleşecektir. "Mülkiyet ve serbestiyet devri", bu manevi dönüşümün sonucunda, adaletin, merhametin ve karşılıklı sevginin hüküm sürdüğü, "hakiki hürriyet"in yaşandığı bir çağ olacaktır. Bu, sadece beşerin menfaati için değil, aynı zamanda (ilk başta) Allah'ın rızasını kazanmak için de en büyük gayemiz olmalıdır.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 333.
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 244.
İsrâ, 70.