Soru

“Ramazân-ı Şerîf’de o ni‘metlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü ma‘nevîye mazhar olur. Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, “O ni‘metler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in‘âmıdır. Onun emrini bekliyorum” diye, ni‘meti ni‘met bilir. Bir şükr-ü ma‘nevî eder. İşte bu sûretle oruc, çok cihetlerle hakîkî vazîfe-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer."

Ramazan-ı şerife dair olan risalede geçen bu ifadelerde şükr-ü maneviyi nasıl anlamalıyız? Manevi şükür, hâlimizle yaptığımız bir şey midir?

Tarih: 25.02.2025 20:51:39

Cevap

“Ramazân-ı Şerîf’de o ni‘metlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü ma‘nevîye mazhar olur. Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, “O ni‘metler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in‘âmıdır. Onun emrini bekliyorum” diye, ni‘meti ni‘met bilir. Bir şükr-ü ma‘nevî eder. İşte bu sûretle oruc, çok cihetlerle hakîkî vazîfe-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.”[1]

Üstad Bediüzzaman Hazretleri şükr-ü ma‘nevî kavramını açıklarken, şükrün sadece dil ile ifade edilmeyeceğini, aynı zamanda  hal ve tavır ile de yapılması gerektiğini, Ramazan ayında da bunun diğer zamanlardan daha iyi idrak edildiğinden bahsetmektedir.

Şükür, sahip olduğumuz nimetlerin Allah’tan geldiğini bilerek, bu nimetlere kalben (Nimeti verenin Allah olduğunu bilip, O’nu sevmekle yapılan şükür), dilimizle (Elhamdülillah diyerek) veya fiilimizle (Nimeti Allah’ın razı olduğu şekilde kullanmak) Cenâb-ı Hakk’a teşekkür etmemizdir. Ramazan ayı, şükrün en iyi hissedildiği ve öğrenildiği zamanlardan biridir.

Şükr-ü manevi, nimetlerin hakiki sahibini bilmek ve kıymetlerini anlamaktır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, yemekten memnuiyeti (yasaklanma) cihetiyle bekleyen kişinin hâlini anlatırken, o kişinin nimetleri kendi mülkü gibi görmemesi, kendisinin nimet üzerinde dilediği gibi tasarruf etmeye malik olmadığını, bilakis bir misafir gibi hareket etmesi gerektiğinin bilinmesini vurgulamaktadır. Bu hal şükr-ü manevînin bir tezahürüdür.

Şükr-ü manevi, hal, düşünce ve davranışlarla gösterilir. Mesela, bir insan yemeğe oturduğunda “Ben kazandım, ben çalıştım” demek yerine, “Allah bana bu nimeti ihsan etti” demesi manevi bir şükürdür. Ekmeği yere düşürdüğünde hemen alıp öpüp başına koymak, nimeti israf etmemek, bedeni nimetleri Allah’ın verdiğini bilerek onları günaha değil, hayra sarf etmek gibi haller manevi şükürdür.

Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği misalde, oruç tutan bir insan iftar vaktinde sabır göstererek yemeğe hemen saldırmaz. Çünkü bilir ki nimet onun değil, Allah’ındır ve Allah izin verdiğinde yemelidir. Bu bekleyiş de şükr-ü manevidir. “Onun emrini bekliyorum” ifadesi, nimeti Allah’tan bilmenin ve O’nun emrine uymanın göstergesidir. Çünkü Allah müsaade etmedikçe elimi dahi uzatmaya izinli değilim der ve Rabbine izin verdiği için de teşekkür eder.

İnsan, günlük hayatında nimetleri istediği gibi kullanmaya alışmıştır. Oruç tuttuğunda, en küçük nimetlerin bile ne kadar büyük bir lütuf olduğunu anlar. Bir bardak su, bir lokma ekmek gündüz çektiği açlık vesilesiyle iftar vakti öyle kıymetli hale gelir ki insan nimetin gerçek sahibinin kim olduğunu anlar. Gün boyu aç ve susuz kaldığında, “Ben Allah’ın verdiği rızka muhtacım” bilincine ulaşır. Diğer vakitlerde insan gaflet dolayısıyla israf edebilir veya nimetleri gereksiz tüketebilir.

Ramazan bir şükür mektebidir. Ramazan, şükrü bizzat yaşayarak öğrenme fırsatı sunar. Aç kalıp nimetin kıymetini anlamak, fakirleri hatırlayıp paylaşmaktır. İşte bu yüzden Ramazan, şükrü en iyi anladığımız aydır.


[1] Bediüzzaman Saidi Nursi, Mektubat mecmuası, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2011, c.2, s.283


Yorum Yap

Yorumlar