Peygamberimizin (sav) görünüşü, ahlakı, huyu, insanlara karşı davranışları nasıldı?
Sevgili Peygamberimiz, Fahr-i Kâinat Efendimiz aleyhi’s-salatü
ve’s-selâm’ın vücut özellikleri ve güzel ahlakı hakkında Rudanî’nin
Cem’ul-Fevaid isimli hadis külliyatında, torunu Hz. Hasan (ra)’dan
yapılan şu uzun rivayet çok güzeldir ve O’nun nasıl bir insan olduğunu ve ne kadar yüce bir ahlak
üzere bulunduğunu çok güzel anlatıyor:
8426- Hasan bin Ali radiyallahu anh'dan:
"Peygamber'in
şemailini (görünüşünü) anlatan biri olduğu için ve ben de onun
anlatmasından hoşlandığım için, dayım olan Hind bin Ebî Hâle et-Temîmî'ye sordum.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'i bana şöyle vasıflandırdı:
"Allah
Resulü sallallahu aleyhi ve sellem çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek
yüzü ayın on dördündeki dolunay gibi parlardı. Orta boydan daha uzunca,
uzun boydan biraz kısaca, başı büyük, saçı dalgalıydı.
Saçları
kendiliğinden iki yana ayrılırsa öylece bırakır toplamaz, bir taraf
sarkarsa (yatarsa) da olduğu gibi bırakırdı. Saçlarını uzattığı zaman,
kulak memelerini geçerdi. (Teni) beyaz renkli idi. Geniş alınlı idi.
Kaşları gür idi. İki kaşı arasında öfkelendiği zaman beliren bir damar
vardı.
Burnu gayet güzel idi. Kaşlarına yakın kısmında (hafif)
bir yükseklik, parlayan bir nur vardı. Dikkatli bakmayan kişi onu biraz
kıvrık burunlu zannederdi. Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı idi.
Ağzı geniş, dişleri inci gibi parlaktı. Dişleri seyrek idi. Göbek kılı
ince idi. Boynu sanki bir gümüş huzmesi idi.
Endamı ve azalan
uyumlu, mutedildi. Etleri kesinlikle sarkık değildi. Karnı ile göğsü
eşit idi (yani göbeği çıkık değildi). İki omuzu arası geniş, omuz kemik
başları kalın idi. Genel olarak kılsız, beyaz tenliydi, ancak boğazın
bittiği yerden göbeğe kadar uzanan iplik gibi kılları vardı. İki memesi
ve karnı kılsız idi. Kolları, omuzları ve göğsü biraz kıllı idi.
Bilekleri
uzun, el ayası geniş, el, ayak ve kalın, diğer azaları kalındı.
Ayaklarının ortası çukurdu, (düz taban değildi.) Üstü ise düz olup
üzerlerine (su?) döküldüğüne her tarafa yayılırdı. Giderken ağır ağır
giderdi. Ölçülü ve dengeli bir yürüyüşe sahipti. Yavaş, vakur fakat
süratli yürürdü, sanki yüksekten aşağıya iniyormuş gibi bîr yürüyüşü
vardı.
Dönerken tüm vücuduyla dönerdi. Gözleri yere bakar bir
durumda olurdu. Yere bakışı (yürürken) göğe bakışından çok ve daha
uzundu. Bakışları son derece anlamlı idi. Ashabı ile yürürken onları
önüne alırdı. Rastladığı kimseye ilk selâmı o verirdi.'
Dedim ki: 'Biraz da onun konuşma şeklini anlat!' Şöyle cevap verdi:
"Birbiri
ardınca hüzünlü düşüncelere dalardı, daima düşünceli idi. Onun hiç
rahatı yoktu. Lüzumsuz ve gereksiz konuşmazdı. Sükûtu uzun olurdu. Söze
başlarken de bitirirken de dudakları ile konuşurdu. Efradını cami
ağyarını mâni kelimelerle (az sözle çok mana ifade edecek şekilde)
gayet güzel ve veciz konuşurdu. Sözlerinde ne
fazlalık olurdu ve ne de eksiklik. Haşin değildi, hiç kimseyi küçümsemezdi.
Az
dahi olsa nimete önem verirdi. Yiyecek ve içecekleri ne överdi ve ne de
zemmedip, beğenmezlik ederdi. Dünya ve dünyalık bir şey onu
öfkelendirmezdi. Ancak haksızlık yapıldığında öfkelenir ve haksızlık
giderilinceye kadar hiç bir şey öfkesini durdurmazdı. Hak ve hakikat
bahis konusu oldu mu onu hiç kimse durduramazdı. Hiç kimseyi tanımaz
gerçeği haykırırdı. Kendi nefsi için kızmaz ve onun için intikam almaya
kalkışmazdı.
İşaret ettiğinde, parmağı ile değil eliyle işaret
ederdi, bir şeye hayret edip şaştığı zaman avucunu (tersine) çevirirdi.
Konuştuğu zaman, sağ elinin ayasını sol elinin baş parmağıyla
bitiştirirdi. Öfkelendiği zaman intikam almak ve azarlamaktan
kaçınırdı. Güldüğünde gözlerini yumardı; Genellikle gülüşü tebessüm
olur, dişleri dolu tanesi gibi parlardı.”
(Hz. Hasan diyor ki)
'Epey zaman bunu Hüseyin'den gizledim. Sonra ona anlatınca, onun benden
önce bunları ona (dayıma) sormuş olduğunu anladım, benim sorduklarımı o
da sormuş.
Babasına (Hz. Ali'ye), onun giriş, çıkış, oturuş ve kalkış şekillerini sormuş. Sormadık hiçbir şey bırakmamış.'
Hz. Hüseyin der ki: “Babama Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in girişini sordum; şöyle dedi:
“Girişi:
Evine müsaade ile (haber vererek) girerdi. Evine girdiğinde zamanını üç
kısma ayırırdı; bir kısmım Allah'a, bir kısmını ailesine, bir kısmını
da kendisine. Sonra da insanlara ayırırdı. İleri gelen kimselerle de
sade vatandaşlarla da eşit şekilde konuşurdu. Onlardan hiçbir şeyi
saklamazdı.
Ümmete seviyelerine göre muamele ederdi, herkese
kendi durumuna göre değer verir, insanların dindeki faziletlerine önem
verirdi. Dinde bilgili olanlara daha başka bakardı. İnsanlardan
kimisinin bir, kimisinin iki, kimisinin de birçok hacetleri olurdu.
Bunları da gözönünde tular ve ona göre davranırdı. Onlarla ihtiyaç ve
maslahatlarına göre meşgul olurdu. Kendilerine lâzım ve lâyık olanı
onlara bildirirdi.
Şöyle derdi: 'Burada bulunanlar
bulunmayanlara ulaştırsın! Bana ihtiyacını ulaştır-maktan aciz
olanların ihtiyaçlarını bana ulaştırın! Çünkü hacetini arz
edemeyenlerin hacetini yetkiliye ulaştıranın Allah kıyamet gününde
ayaklarını kaydırmaz.' Daima doğrunun yanındaydı, başkasını kabul
etmezdi. Yanına geçici olarak girerlerdi, çıktıklarında mutmain olarak
çıkarlardı. Yanından birer delil ve kılavuz olarak çıkarlardı.
(Hz.Hüseyn) Dedi ki: 'Onun çıkış şeklini sordum; şöyle dedi:
“Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem dilini tutardı, ancak insanları birbirine
sevdirecek, birbirleriyle kaynaştıracak şeyleri konuşurdu. Onları
ürkütmez, kaçırmazdı. Her kavmin liderine önem verirdi; ikram ederdi.
Bilahare onu onların üzerine vali tayin ederdi. Onun sırrını ve
ahlâkını onlardan gizlemeden ona itaat etmelerini tavsiye ederdi. Güzel
ahlakıyla ahlâklanmalarını tavsiye ederdi.
Ashabını özler,
(göremediği zaman) sorardı. İnsanların durumlarının nasıl olduğunu,
işlerinin ne âlemde olduğunu da sorardı. Güzele güzel, çirkine çirkin
derdi.
İşi daima dengeli idi. Tutarsız değildi. Gaflet ederler
korkusuyla, (kendisi) kesinlikle gaflete düşmezdi. Bezerler, usanırlar
diye lüzumundan fazla söz söylemezdi. Daima hazırlıklı ve temkinli
olurdu.
Hak ve hakikatten ayrılmaz, diğer insanların hakkı
çiğnemelerine de müsaade etmezdi. Katındakilerin en üstün ve en
İyileri, ihlas ve samimiyet bakımından en ileri olanlarıydı. Katında
mertebe bakımından en büyükler, insanlarla iyi geçinen ve yardımlaşmayı
başaran kimseler olurdu.”
Onun oturuşunu sorunca, şöyle dedi:
“Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem herhangi bir fayda söz konusu olmadan' ne
otururdu, ne de kalkardı. Kendisine özel yerler edinmezdi. Belirli
oturma yerleri edinmekten insanları nehyederdi. Bir kavmin yanına
geldiğinde, meclisin bittiği yere ilişip otururdu. Böyle yapılmasını da
emrederdi.
(Birlikte) oturduğu kimselerin her biriyle ilgilenir,
farklı muamele etliği izlenimini vermezdi. İhtiyacını gidermesi için
onunla oturan veya onu ayakta tutan kimseye karşı sabırlı olur, o kişi
ayrılmadıkça kendisi onu terk edip ayrılmazdı. Biri kendisinden bir şey
istediğinde mutlaka onu verirdi, ya da tatlı sözler söyleyerek onu
gönderirdi.
Onun güler yüzlü oluşu ve herkese nazik davranışı âdeta onu halka bir baba yapmıştı. Herkes onun katında ve nazarında eşit idi. Onun meclisi; bir hilim
(yumuşaklık), sabır, emanet (güven) ve haya meclisiydi. Onun meclisinde
sesler yükselmez, namus ve ırzlar çiğnenmez, kimseye sataşılmazdı.
Gayet dengeli, hayâlı idiler. Birbirlerine takva- tavsiye ederlerdi.
Son derece mütevazi' idiler, küçükler büyüklere saygı gösterirlerken,
büyükler de küçüklere sevgi ve şefkat gösterirlerdi. İhtiyacı olanları
kendi nefislerine tercih ederler, garibe yardım elini uzatırlardı.”
Dedi ki: 'Kendileriyle oturduğu kimselere karşı nasıl davranırdı?
Şu cevabı verdi:
“Allah
Resulü sallallahu aleyhi ve sellem daima güler yüzlü, yumuşak huylu
idi, sert ve kaba değildi. Gürültücü ve hayâsız değildi. Kusur arayan,
gereksiz yere insanları öven değildi. Arzulamadığı şeylere kulak
aşmazdı. Kimseyi umutsuz yapmazdı. Herkese ümitvar davranırdı. Üç
şeyden uzak dururdu:
1-Lüzumsuz tartışmak, 2-fazla konuşmak ve
3-kendisini ilgilendirmeyen şeylere ilgi duymak. İnsanlarla ilgili şu
üç şeyden de uzak dururdu: 1-Kimseyi kötülemez, 2-kimsenin kusurunu,
3-mahremiyet ve ayıbını araştırmazdı. Ancak fayda umduğu şeyleri
söylerdi. Konuştuğu zaman, yanındakiler sanki başlarında kuş varmış
gibi başlarını eğerlerdi. Ancak O, sükût buyurduğu zaman konuşurlardı.
Yanında söz düellosu yapmazlardı. Yanında biri konuştuğu zaman herkes
suspus onu dinlerlerdi, sözünü bitirinceye dek müdahalede
bulunmazlardı. Onların konuşmaları da bir başka idi.
Onların
güldükleri şeye o da gülerdi, hayret ettiklerine o da hayret ederdi.
Gelen yabancının aşırı ve mantık dışı davranışlarını sabırla
karşılardı, onu azarlamazdı. Ashâb bazen buna kızarlardı da o onları
teskin eder, şöyle derdi: 'Böyle kimseleri gördüğünüzde, onu irşad edin
(yol gösterin)!' Övgüyü ancak karşılığını verenden kabul ederdi.
Kimsenin sözünü kesmezdi, bitirinceye kadar beklerdi. Adam ya bitirirdi
ya da kalkıp giderdi.
Dedi ki: Ona: 'Peki suskunluğu nasıl idi?' diye sordum.
Cevab verdi: 'Onun sükûtu şu dört şeyi hedeflerdi: Hilim, temkin, takdir ve tefekkür (düşünmek).
Takdiri; Fark gözetmeksizin, insanlar bakmak ve aynı şekilde dinlemekti.
Tezekkürü ya da tefekkürü hem fani (dünya) hem baki (ahiret) hakkında idi.
Hilmi ise sabrında idi. Zira onu hiçbir şey kızdırmaz ve ürkütmezdi.
Temkini
dört şeyde tecelli ederdi: Kendisine uyulacak için en güzel şeyi almak,
vazgeçirmek amacıyla kötüden uzak durmak, ümmeti İçin yararlı olan
hususlarda ictihad etmek, dünya ve âhiret hayatlarını temin edecek
hususlarda onlar için çalışmak." [Taberânî, Mu'cemu'I-Kebîr'de]
8426- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine yollarından geçerken her
tarafı âdeta misk kokusu kaplardı. Buradan Allah Resulü geçmiş,
denilirdi." [Ebü Ya'lâ, Bezzâr ve Mu'cemu'l-Evsat.]