Sahabeler

14.09.2025

18

Peygamber Efendimizin Hilafeti Hz. Ali'ye Vermek İstemesi

"Elcevab Âl-i Beyt’den bir kutb-u a‘zam demiş ki: Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Alî’nin hilâfetini arzu etmiş. Fakat gāibden ona bildirilmiş ki, murâd-ı İlâhî başkadır." (Zülfikar s.235)

Buna dair geniş izah var mıdır? Bahsedilen kutb-u a‘zam kimdir? Bu konuda başka rivayetler var mıdır?

* *

*** ***

19.09.2025 tarihinde sordu.

Cevap

Risale-i Nur'da geçen ilgili yer şu şekildedir:

"Denilir ki: “Hazret-i Alî, o derece hilâfete liyâkati olduğu ve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a karâbeti ve hârikulâde cesâret ve ilmi ile beraber, neden hilâfette tekaddüm ettirilmedi? Ve neden onun hilâfeti zamanında İslâm çok keşmekeşe mazhar oldu?”

Elcevab: Âl-i Beyt’den bir kutb-u a‘zam demiş ki: “Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Alî’nin (ra) hilâfetini arzu etmiş. Fakat gāibden ona bildirilmiş ki, murâd-ı İlâhî başkadır. O da arzusunu bırakıp murâd-ı İlâhîye tâbi‘ olmuş.” Murâd-ı İlâhînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki: Vefât-ı Nebevîden sonra, en ziyâde ittifâk ve ittihâda gelmeye muhtaç olan Sahâbeler, eğer Hazret-i Alî başa geçse idi, Hazret-i Alî’nin hilâfeti zamanında zuhûra gelen hâdisâtın şehâdetiyle ve Hazret-i Alî’nin mümâşâtsız, pervâsız, zâhidâne, kahramanâne, müstağniyâne tavrı ve şöhretgîr-i âlem şecâati i‘tibâriyle, çok zâtlarda ve kabîlelerde rekābet damarını harekete getirip tefrikaya sebeb olmak kaviyen muhtemeldi.

Hem Hazret-i Alî’nin hilâfetinin teahhur etmesinin (gecikmesinin) bir sırrı şudur ki: Gayet muhtelif akvâmın bir birine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi sonra inkişâf eden yetmiş üç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvâm içinde, fitne-engîz hâdisâtın zuhûru zamanında, Hazret-i Alî gibi hârikulâde bir cesâret ve firâset sâhibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzım idi ki, dayanabilsin. Evet, dayandı. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi, “Ben Kur’ân’ın tenzîli için harb ettim, sen de te’vîli için harb edeceksin.

Hem eğer Hazret-i Alî olmasa idi, dünya saltanatı, mülûk-ü Emeviyeyi (Emevî sultanlarını) bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi."1 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu bölümde Peygamber Efendimizin Hazreti Ali'nin hilafetini arzu etmesini ve bu durumun İlahî bir irade ile nasıl şekillendiğini anlatır. Bahsedilen kutb-u a'zam, Risale-i Nur külliyatında açıkça ismi zikredilmese de, Hazreti Ali'ye yakın, Peygamber soyundan Gavs-ı A'zam Abdülkadir-i Geylani gibi büyük bir evliya olması muhtemeldir. Bu ifadenin temel amacı, hilafet meselesinde şahsî arzu ve dileklerin ötesinde, İlahî bir takdirin ve hikmetin olduğunu vurgulamaktır. Risale-i Nur'da bahsi geçen bazı kutb-u a'zamlar şu şekildedir:

"Gavs-ı A‘zam (ks) gibi, memâttan (ölümünden) sonra hayat-ı Hızırîye (as) yakın bir nevi‘ hayata mazhar olan evliyâlar vardır. Gavs’ın hususî İsm-i A‘zam’ı “Yâ Hayy” olduğu sırrıyla, sâir ehl-i kubûrdan fazla hayata mazhar olduğu gibi gāyet meşhur Ma‘rûf-u Kerhî (ks) denilen bir kutb-u a‘zam ve Şeyh Hayâtü’l-Harrânî (ks) denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs’dan sonra memâtları hayatları gibidir. Beyne’l-evliyâ meşhur olmuştur."2 

Bediüzzaman Said Nursi'ye göre, Peygamber Efendimiz (asm) Hazreti Ali'nin hilafetini arzu etmiştir. Çünkü Hazreti Ali'nin ilmi, cesareti ve peygambere olan yakınlığı ile bu göreve layık görülmüştür. Ancak "murad-ı İlahî" farklı tecelli etmiştir. Bu fark, İslam'ın ilk yıllarındaki hassas dengeye işaret eder. Hilafetin Peygamber'in vefatından sonra hızla tesis edilmesi, İslam devletinin bütünlüğünü korumak ve yeni fethedilen topraklarda istikrarı sağlamak için hayati öneme sahipti. Bu süreçte en geniş toplumsal destek ve kabul gören, yaşlılığı, tecrübesi ve hikmetiyle toplumu bir arada tutabilecek bir liderin öne çıkması gerekiyordu. Bu hikmet, Hazreti Ebubekir'in hilafetinin temelini oluşturur.

Hilafet Sırasının İlahî Kaynakları

Ehl-i Sünnet'e göre, Hulefâ-i Raşidin (Dört Halife) sırasının Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali olarak tecelli etmesi, hem âyet ve hadislerden çıkarılan işaretlere hem de dönemin şartlarına uygun İlahî bir hikmetin sonucudur.

Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler'den İşaretler

  1. Hz. Ebubekir: Kur'ân'da adı geçmese de, Tevbe Suresi 40. ayette Peygamberimiz (asm) ile birlikte mağarada bulunduğundan ve Kur'ân'ın "...İkisinin ikincisi..." olarak zikredilen kişinin Hz. Ebubekir (ra) olduğundan bahsedilir. Bu, onun Peygamberimize olan yakınlığının ve özel konumunun en açık delilidir.

    "Eğer ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz o takdirde (bilin ki), muhakkak o inkâr edenler, (Ebû Bekir'le berâber) iki kişiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti. O zaman o ikisi mağaradaydılar da hani arkadaşına: “Üzülme, şübhesiz ki Allah bizimle berâberdir!” diyordu. Artık Allah, ona sekînetini (kalblerine sükûnet ve huzur veren rahmetini) indirmiş, sizin görmediğiniz ordularla da ona (Resûlüne) kuvvet vermiş ve inkâr edenlerin sözünü (küfür da'vâlarını) en alçak kılmıştı. En yüce olan, ancak Allah'ın sözüdür. Çünkü Allah, Azîz (kudreti herşeye üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır."3 

    Peygamberimiz (asm)'in vefatından önceki son günlerinde, hastalık sebebiyle namaz kıldıramaz hale geldiğinde yerine Hz. Ebubekir'i geçirmesi de onun hilafete en layık kişi olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilir.

    Hz. Ömer: Hadis-i şeriflerde Hz. Ömer'in şahsiyetine dair pek çok övgü bulunmaktadır. Peygamberimiz (asm)'in "Eğer benden sonra bir peygamber gelseydi, bu Ömer olurdu" hadisi ve "Benim ümmetimden en hayırlı olanlar Ebubekir, sonra Ömer'dir" gibi ifadeler, onun yüksek manevi derecesine ve liderlik vasıflarına işaret eder.

    Hz. Osman: O da hadislerde cennetle müjdelenen on sahabiden biridir. "Utangaçlığı" ve cömertliği ile bilinen Hz. Osman'ın hilafeti, Müslümanların kendi aralarında oluşturduğu bir şura (danışma kurulu) ile seçilmiştir. Bu şura sisteminin kendisi, İlahî iradenin tecellisi olarak kabul edilir.

    Hz. Ali: O da aynı şekilde cennetle müjdelenen ve Peygamberimiz (asm)'in "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır" hadisiyle ilimdeki derinliği vurgulanan bir şahsiyettir. Onun hilafeti, diğer üç halifeden sonra gelmiştir ve bu sıra, Müslümanların büyük çoğunluğu tarafından Fazilet Sırası olarak kabul edilmiştir. Yani, en faziletli sahabenin Hz. Ebubekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman, sonra da Hz. Ali olduğu ümmetçe kabul görmüştür.

Bu sıralama, sadece siyasî bir makamın devri değil, aynı zamanda manevi bir faziletin de tecellisi olarak görülür. Bu dört halifenin seçimi, dönemin siyasi ve sosyal ihtiyaçlarıyla birlikte Peygamberimiz (asm)'den gelen manevî işaretlerin birleşimiyle gerçekleşmiş İlahî bir takdirin sonucu olarak kabul edilmiştir.

Kur'ân-ı Kerim bu önde gelen sahabeleri, öne çıkan vasıflarıyla ve hilafet tertibiyle haber vermiştir:

"Muhammed Allah'ın Resûlüdür. Ve onun beraberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gāyet merhametlidirler; onları çokça rükû' eden kimseler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; (onlar) Allah'tan bir lütuf ve bir rıdvân (sâdece O'nun rızâsını) isterler."4 

“(Şu âyet) ma‘nâ-yı sarîhiyle (açık ma‘nâsıyla); tabakāt-ı sahâbenin istikbâlde muttasıf oldukları(vasıflandıkları) ayrı ayrı mümtâz ve hâs sıfatlarını ifâde etmekle berâber, ma‘nâ-yı işârîsiyle; ehl-i tahkīkçe vefât-ı Nebevîden sonra makāmına geçecek Hulefâ-yı Râşidîn’e, hilâfet tertîbi ile işâret edip, her birisinin en meşhur medâr-ı imtiyazları (seçkin vasıfları) olan sıfat-ı hâssalarını (husûsî sıfatlarını) haber veriyor.

وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ [Ve onun berâberinde bulunanlar] ile, maiyet-i mahsûsa ve sohbet-i hâssa (husûsî berâberlik ve sohbet) ile ve en evvel vefât ederek yine maiyetine girmekle meşhûr ve mümtâz olan Hazret-i Sıddîk radıyallâhu anh’ı gösterdiği gibi اَشِدَّٓاءُ عَلَي الْكُفْرِ [Kâfirlere karşı çok şiddetliler] ile, istikbâlde küre-i arzın devletlerini fütûhâtıyla titretecek ve adâletiyle zâlimlere sâika (yıldırım) gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer radıyallâhü anh’ı gösterir.

Ve رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ [Kendi aralarında gāyet merhametlidirler] ile, istikbâlde en mühim bir fitnenin vukūu hazırlanırken kemâl-i merhamet ve şefkatinden İslâmlar içinde kan dökülmemek için rûhunu fedâ edip, teslîm-i nefs (kendini fedâ) ederek Kur’ân okurken mazlûmen şehîd edilmesini tercîh eden Hazret-i Osman radıyallâhu anh’ı da haber verdiği gibi, تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَ رِضْوَاناً [Onları çokça rükû‘ ediciler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; Allah’dan lütuf ve rıdvân(sâdece O’nun rızâsını) isterler] ile saltanat ve hilâfete kemâl-i liyâkatle ve kahramanlıkla girdiği hâlde ve kemâl-i zühdü ve ibâdeti ve fakr ve iktisâdı ihtiyâr eden ve rükû‘ ve sücûdda devâmı ve kesreti herkesçe musaddak (doğrulanmış) olan Hazret-i Ali radıyallâhu anh’ın istikbâldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harbleriyle mes’ûl olmadığını ve niyeti ve matlûbu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor.”5 

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2020, s. 235-236.

  2. Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2020, s. 344.

  3. Tevbe, 9/40.

  4. Fetih, 48/29.

  5. Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2020, s. 25.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız