Soru

Peygamberler ve Filozoflar

Avrupa'da helak olan kavim var mı hiç? Üstadın filozofların çoğunluğu batıda, peygamberlerin doğuda çıkmış demesi ne anlama geliyor? Sonuçta filozoflar beşer, kendi kafalarına göre hareket ediyor. Bunlar insanların gelişmesini sağlayabilirler mi?

Tarih: 20.04.2021 21:34:47
Okunma: 918

Cevap

 

Avrupa'da helak olan bir kavmin varlığı hakkında bir bilgilmiz bulunmamaktadır. Bunun için çok ciddi arkeolojik kazıların yapılması gerekir. Maalesef bilim adamlarının şu anki çabası da  toprak altındaki bir dünya tarihini ortaya çıkarmaya yetmemektedir. Bununla birlikte İtalyanın Pompei şehrinde taşlaşmış insanların bulunduğu dolayısıyla helak edildikleri söylenmektedir. 

Fakat biz Kur'an ayetlerinden hareketle dünyanın her yerine peygamber gönderildiğini düşünmekteyiz. 

"Geçmiş her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı bulunagelmiştir."(Fâtır, 35/24)

Bir hadis-i şerifte de 124 bin peygamberin gönderildiği(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 266) ifade etmektedir. Fakat bu peygamberlerden Kur'an' da ancak  25 inin ismi geçmektedir. Kur'an geriye kalan diğer peygamberlerden bahsetmemiştir. 

"Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var" (Gâfir, 40/78)

"Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır." Peygamberlerin çoğunun doğu-ortadoğuda gelmesi kaderin bir remzi olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda "doğudan" kasıt şark milletleridir. Doğunun yani şark milletlerinin ıslahı din iledir. Ancak dini faaliyetler bu ülkeleri ayağa kaldırabilir. Aslında İslam ahlakı tüm insanlığa lazım ve elzemdir. Fakat doğu bölgelerinin  ıslahı daha çok dini maneviyatla elde edilebilir. Buradan Batı'nın İslam'a muhtaç olmadığı onlara faydası olmayacağı anlaşılmamalıdır. Batı'nın da şiddetle İslam'a muhtaç olduğu aşikardır. Fakat her iki bölgenin sosyolojik durumları göz önünde bulundurularak ona göre sistemli bir tedavi süreci başlatılmalıdır. Burada akıl ve ve dini unsurları birbirinden ayırarak değil ikisini birlikte biribirine uyumlu yalnız dozajları yöreye uygunluk arzedecek şekilde verilmeli. Biri diğerine göre daha mukaddem olabilir. Fakat şu iyi bilinmelidir ki batıda aklın daha çok hakim olmasından yola çıkılarak dini meselelerin bu zeminde işlenerek anlatılması gerekir. Yoksa haşa dini bir köşeye bırakıp sadece aklı ön plana çıkaracak bir eğitim tarzı zaten doğru değildir. İslam'sız bir akıl olamaz. Böyle bir akıl da kimseye fayda vermez.

Bu ifadeyi daha da hususileştirecek olursak bu günkü Andolu'muzun doğu ve güneydoğu bölgesini de nazara alabiliriz. Bu açıdan bakıldığında dini unsurların bu bölgelerde daha çok tesir ettiği ifade edilmiştir. Anadolu'da doğu ve batı olarak tatbik edilebileceği gibi dünyanın başka yerlerinde de bu uygulama yöresel olarak tatbik edilebilir. Geçmişte Doğuanadolu Bölgesi'nin birçok açıdan geri kalmasının ve siyasi problemlerin ortaya çıkması neticesinde doğunun ıslahının ve problemlerinin çözümünün eğitimden geçtiğini bu eğitimin de İslami yani dini esaslarının ağırlıkta olması gerektiğini ifade etmiştir. O yüzden doğu da dini eğitimin kalblere ruhlara daha çok tesir edeceğini bu bölge insanlarının ancak bu tarz bir eğitim sistemi ile yükseleceğini gelişeceğini net bir şekilde izah etmiştir. 

Burada üstadımızın bir diğer kastı coğrafyalara, bölgelere illere hatta kişilere varıncaya kadar özel ve hususi eğitimlerin olması gerektiğinin ehemmiyetine vurgu yapmıştır.Bireysel eğitimin esas alınarak fıtratlara münasip bir eğitim metodunun uygulanması gerektiğini nazara vermiştir.

Kısaca üstadımız eğitim müfredatının coğrafyalara göre bazı hususiyetleri olması gerektiğini söylemiştir. Belki her yöreye her her topluma özel bir eğitim sistemini desteklemektedir. 

FELSEFECİLER-FİLOZOFLAR

Üstadımız felsefeyi ikiye ayırmıştır. Birinci kısım felsefe; “Felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı, Kur'ân ile barışıktır. Belki Kur'ân'ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. "İkinci kısım felsefe ise, dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi, sefahet ve lehviyat ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi harikalarıyla Kur'ân'ın mucizekâr hakikatleriyle muaraza ettiği için…”[1]

Felsefenin ilk yönü olan,hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmıinsanların gelişmesine yardımcı olmaktadır. İnsanların bunca keşifler yapmalarında, bilimin gelişmesinde, ilimlerin kemale ulaşmasında, felsefenin bu yönünden gelen araştırma ve sorgulamalar etkili olmuştur. Dolayısıyla filozofların insanlığın gelişmesindeki rolleri büyük olmuştur.

Geçmiş tarihlerdeki topluluklara baktığımızda birçok buluşun peygamberler vesilesi ile bulunduğunu düşünüyoruz. Mesela tekerleğin icadı, ateşin kullanımı, birçok hastalığın şifası olan otların tesbiti gibi insanların hayatını kolaylaştıran birçok buluşu Allah’ın peygamberleri insanlara hediye etmiştir. Yoksa insanlar bu buluşları güya tesadüfen rastgele bulmuş değillerdir. Peygamberler asıllarını bulmuş, insanların bu konularda ufkunu açmış. sonra gelen insanlar ise bu asıllardan yola çıkarak bu buluşları geliştirmişlerdir. Yoksa yüzyıllarda geçse kimse tesadüfen tekerleği, yazıyı, hayvanları evcilleştirmeyi bulamazdı. Geçmiş dönemde her ülkeye peygamber gitme ihtimalinden bahsettiğimize göre peygamberlerle filozoflar aynı dönemde yaşamış olabilirler. onlar arasında ya bir mücadele olmuştur veya filozoflar vahyin parıltılarından istifade edip peygamberlerin öğretilerine destek olmuş olabilirler. 

Filozofların birkısmının insanlığa fayda veren görüşleri olduğu gibi insanlığı dalalete sefahete, kibre gurura sevkeden görüşleri çokça bulunmaktadır. Tarihe baktığımızda filozofların insanalığa fayda dan çok zararları olmuştur. Bu gün bile karl marx,darwin(biyolog) gibi düşünürlerin ortaya attığı görüşler milyonlarca insanın ölümüne sebep olacak savaşların çıkmasına sebep olmuştur. Hatta Aristo,Kant,Hegel gibi daha birçok filozofun ırkçılık yaptığı,insanları sınıflandırdıkları,köleliği savundukları, kadınları aşağılayan beyanlarının olduğu eserlerinde görülmektedir. Filozofların günlük hayatlarında bile erdemli olmadıkları,yalanclık,vefasızlık,verdikleri sözde durmamaları,aldatma,cimrilik,pintilik,temizliğine dikkat etmeyen ve daha birçok insani vasıftan yoksun olan karakterler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Filiozofların hayatalrını inceleyen birçok biyografi kitabında bunlar sıkça anlatılmaktadır.

Konumuzla iligli bir makalede şu ifadeler geçmektedir "David Hume, 1748’de yazdığı “Ulusların Karakterleri” denemesinde, “siyahlar ve öteki yaratıklar doğal olarak beyazlardan daha aşağıdır” demiştir. Immanuel Kant, 1764’te “Yüce ve Güzel Olanı Hissetme Üzerine Gözlemler” başlıklı eserinde, Afrika siyahlarının doğadan zekâ alamadıklarını ileri sürdü. Hegel, siyahların insanlığın yüz karası olduğunu ve Afrika’nın Dünya tarihinin bir parçasını oluşturamayacağını çünkü bu yönde herhangi bir gelişme sergilemediğini “Tarih Felsefesi” başlıklı yapıtında belirtmiştir (Taş, 1999: 39-40). Yukarıdaki yazıdan anlaşılacağı üzere aydınlanma döneminde ırkçılık bazı düşünürler tarafından benimsenmiştir. Irkçılığı makul gösteren Kant, Hegel ve Hume gelecek çağlarda yani yaşadığımız çağda ırkçılığın benimsenmesini veya meşrulaştırılmasına sebep olmuşlardır. Günümüzde hemen hemen her alanda yapılan ırkçılık özellikle Amerika’da siyah vatandaşlara yönelik saldırılarla şiddetini artırmaktadır.(Doç. Dr. Ali KORKMAZ,Sinan BARAN)

Mesela meşhur Fransız filozof J. J. Rousseau’da sorumsuzluk, yalancılık, vefasızlık, asalaklık, gibi birçok kötü haslet bulunduğu tarihçe sabittir. Onun görüşleri iyilikten çok kötülük getirdiği akademisyenler tarafından ifade edilmektedir.

Yalnız İNSANLIĞIN MEENFAATİ İÇİN ÇALIŞAN bazı bilim adamları ve düşünürler bundan istisnadır.

 


[1] Asayı Musa

 


Yorum Yap

Yorumlar