Soru

Nur Suresi 35. Ayetin Risale-i Nur'a İşareti / 1. Şua, 1. Ayet

1. Şua'da Risale-i Nur'a işaret eden 33 ayetten 1. Ayetin (Nur suresi 35. Ayet) Risale-i Nur'a ve Bediüzzaman Hazretlerine nasıl işaret ettiğini cümle cümle izah eder misiniz? 

Tarih: 16.04.2025 13:07:41

Cevap

1. Şua olarak 1936 yılında Eskişehir Hapishanesi’nde İşârât-ı Kur’âniye Risâlesi adıyla te’lif edilen ve 1943 yılında Hazret-i Üstad'ın Kastamonu’da iken derlemiş olduğu Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasına dahil edilmiştir.

33 başlıkta ve kaleme alınan risalede toplam 80 ayetten istihraçlara (çıkarımlara) yer verilmiştir. Sevgili Üstadımız, atıf yapılan ayetler 32 âyet ve tekrar eden âyetler 7 ayet olmak üzere risâlede toplam 87 ayetten bahsetmiştir. Tekrarları çıkarttığımızda konu edilen ayet sayısı toplâm 80 adettir.

Soruya bahis olan konu çerçevesinde mezkür risalenin birinci başlığı[1] olan birinci ayetini[2] izah edelim.

Birincisi: Sûre-i Nûr’dan âyet-i Nûr’dur ki, Risâle-i Nûr’un Resâilü’n-Nûr ve Risâlei’n-Nûr ve Risâletü’n-Nûr nâmlarıyla sebeb-i tesmiyesinin on altı sebebinden bir sebebi olduğundan, birinci olarak onu beyân etmek gerektir.

Birinci ayet, Nûr sûresindeki Nûr âyetidir. Risâle-i Nûr’un Resâilü’n-Nûr ve Risâlei’n-Nûr ve Risâletü’n-Nûr isimleriyle adlandırılmasının 16 sebebinden biri olması sebebiyle en evvel onu açıklamak gerekir.

Bir müellif eser te'lif ettiğinde, esere rağbet olması adına eserin isminde ekseriyetle dönemin padişahı ya da sultanına atıf yapılması yaygın olarak görülebilmektedir. Mesela; Hüseyin-i Cisrî’nin (ra) Tevrat, İncil, Zebur gibi mukaddes kitaplardan bozulmalarına rağmen Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğine dair yüz on dört işareti çıkardığına dair[3] eseri olan Risâle-i Hamîdiye adlı eserini dönemin padişahı Sultan 2. Abdülhamid Han’a atıfla isimlendirmiştir. Müellif “Sultan Abdu'l-Hamid Han efendimizin mübarek halifelik zamanının büyük harikalarından bir zerre ve sadık kullarının ilim ve doğruluk yollarında ilerleme denizlerinden bir damla olarak meydana gelip, pak ve parlak ismine mensup ve kapanmayacak iyilik defterine yazılmış, bu münasebetle “er-Risaletü'l-Hamidiyye Fi Hakikati'd-Diyaneti'l-İslamiyye ve Hakkiyyeti'ş-Şeriati'l- Muhammediyye” adını aldı ve yüksek bir mevki kazanmış oldu.” [4] ifadeleriyle de bunu bizzat eserin başında ifade etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, yeni Said dönemine ait telif ettiği eserlerini Barla döneminde Sözler veya Mektubâtu’n-Nûr gibi isimler vermekle beraber külliyatın büyük çoğunluğunun tamamlandığı bu dönemde ve sonrasında Risaletü’n-Nûr ismiyle adlandırıldığını görmekteyiz.

Esasında bütün külliyat Sözler mecmuasında dahil edilmiştir. Mesela, 33. Söz Mektûbat mecmuası, 31. Mektûb Lem’alar mecmuası, 31. Lem’a ise Şuâlar mecmuası olarak ayrıca neşredilmiştir. Yine 32. Lem’a Lemeât Risalesi olarak Sözler mecmuasının sonuna konulmuş, 30. Mektûb İşaratü’l İ’caz ve 33. Lem’a ise Mesnevî Nuriye olarak müstakilen neşredilmiştir.

Yüce Rabbimizin 99 ismi, Hz. Peygamber (asm)'ın dahi Ahmed, Mustafa, Mahmud, Mücteba gibi pek çok isim ve ünvanları olduğu gibi sahabelerin birden fazla isim ve künyeleri vardır. İslam âlimleri için de durum böyledir. Bediüzzaman Hazretlerinin de Cerîde-i Seyyâre, Ebû Lâşey’, İbnü’z-zaman, Ehu’l-acâib, İbn-i ammü’l-garâib, Saîdü’l-Kürdî en-Nûrsî,[5] Molla Saidü’l-Kürdî gibi farklı isim ve mahlasları kullandığına külliyatta rastlamaktayız.

Hazret-i Üstad, saadet sebebim[6] diye vasıflandırdığı eserlerine Risâle-i Nûr (Nûr Risâlesi), Resâilü’n-Nûr (Nûr Risâleleri), Risâlei’n-Nûr (Nûr Risâlesi) ve Risâletü’n-Nûr (Nûr Risâlesi) farklı isimlerle adlandırmasının sebeplerinden biri Nûr sûresindeki Nûr ayetinin Risâle-i Nur’a işaret etmesi olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Sirâcü'n-Nûr (Nur Lambası), Siracü's-Sürc (Lambaların Lambası), Bedi’ü’l-Beyân (Eşsiz Anlatım) isimlerini de verdiğini farklı yerlerde görmekteyiz.

Diğer sebepleri ise Barla’da kaleme aldığı bir mektupta “Bütün hayatımda ‘Nûr’ kelimesi her yerde bana rast gelmiştir.”  diyerek şöyle ifade eder:

“Karyem (köyüm) Nûrs’dur. Merhume vâlidemin ismi Nûriye’dir. Nakşî üstâdım Seyyid Nûr Muhammed’dir. Kādirî üstâdım Nûreddîn, Kur’ân üstâdlarımdan Nûrî, talebelerimden benimle en ziyâde alâkadârı Nûr isimli bulunanlardır. Kitaplarımı en ziyâde îzâh ve tenvîr eden (nurlandıran), Nûr misâlidir. Kur’ân-ı Hakîm’deki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimi meşgul eden, اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ     (nûr) âyetidir. Hem hakāik-i İlâhiyede müşkilâtımın (ilahî hakikatleri anlamada zorlandığım yerlerin) ekserîsini halleden Esmâ-yı Hüsnâ’dan Nûr ism-i nûrânîsidir. Hem Kur’ân’a şiddet-i sevk (yönelimdeki şiddet) ve inhisâr-ı hizmetim (hizmetimi tahsis) için hususî imamım Zinnûreyn’dir. (Hz. Osman'dır [ra])[7]

Hazret-i Üstad Afyon Hapishanesinde tutuklu iken Başbakanlık, İçişleri ve Adalet Bakanlığına yazdığı bir dilekçede eserlerinin adının nereden geldiğine dair dikkat çekici şu izahlara yer vermektedir:

“Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın tedkîk ve mütalaasıyla (inceleme ve okumasıyla) vakit geçirerek Yeni Saîd olarak yaşamaya başladım. Fakat kaderin cilveleri beni menfî (sürgün) olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnâda Kur’ân-ı Kerîm’in feyzinden kalbime doğan füyûzâtı (feyizleri) yanımdaki kimselere yazdırarak Risâle-i Nûr külliyâtı vücuda (meydana) geldi. Bu risâlelerin hey’et-i mecmuasına (tamamına) ‘Risâle-i Nûr’ ismini verdim. Hakîkaten Kur’ân’ın nûruna istinâd ettiği (dayandığı) için bu isim vicdanımdan doğmuş ve bunun ilhâm-ı İlâhî olduğuna bütün îmânımla kaniim (inancım tamdır) ve bunları istinsâh edenlere (yazanlara), “Bârekallâh!” dedim.” [8]

Bu âyetü’n-Nûr:

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰي نُورٍ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

şu âyet-i Nûriyenin ma‘nâca çok tabakātı ve vücûh-u kesîresi vardır. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden işârî ve remzî bir vechi, ma‘nâca ve cifirce nûrlu bir tefsîri olan Risâlei’n-Nûr ve Risâletü’n-Nûr’a dört-beş cümlesiyle on cihetten bakıyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabakası ve bir perdesi dahi mu‘cizâne elektrikten haber veriyor.

“Allah, göklerin ve yerin Nûr’udur. O’nun nûrunun misâli, içinde lâmba bulunan bir kandillik gibidir. O lâmba bir cam içindedir. O cam da, sanki inciden bir yıldızdır; bu lâmba, ne doğuya ne de batıya nisbeti olmayan mübârek bir ağaçtan, zeytin ağacından (çıkan yağdan) yakılır; onun yağı, nerede ise kendisine ateş değmese bile ışık verecek! Nûr üstüne nûrdur. Allah, dilediği kimseyi nûruna hidâyet eder. İşte Allah, insanlara böyle misâller getirir. Çünki Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”

Nûr ayeti anlam cihetiyle çok yönleri vardır. Âyetin dört-beş cümlesinin on ciheti işâret ve remiz olarak hem anlam hem cifir hesabı yönüyle Risale-i Nur’u gösteriyor. Ayrıca bu âyetin bir mucizesi olarak elektrikten haber veriyor.

Bu âyetteki işaretin yanısıra adetâ buz dağının görünen kısmı gibi devamındaki ayetlerde olan işaretler göz ardı edilmemelidir. Nûr ayetinin devamındaki iki ayet bu manada dikkat çekicidir.

“(Bu kandil, bu nûr) birtakım evlerde (mescidlerde)dir ki Allah, onların (kıymetlerinin) yükseltilmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir; buralarda (bu evlerde) sabah akşam O’nu tesbîh eder(ler).

(Onlar) ne bir ticâretin, ne de bir alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymadığı erlerdir! (Onlar, dehşetten) kalblerin ve gözlerin kendisinde döneceği bir günden korkarlar.”[9]

Kur’an elifbâsındaki her harf bir rakama karşılık gelir. Bu rakamlar vasıtasıyla çeşitli işlemlerin yapıldığı ilme cifir ilmi denir. Ayetlerden yapılacak çıkarımlarda ayetlerin ya da ayetlerde geçen kelime veya cümlelerin toplam hesabının bir tarihe, bir sayıya denk gelmesine hususi ifadesiyle tevafuk etmesine öncelikle dikkat edilir.

Ancak bu tevafuk; bir tane olursa gizli bir îma (dokundurma), iki tane olursa remiz (üstü kapalı anlatma), üç tane olursa işaret (açık olarak gösterme) olur. Eğer ilaveten anlam cihetiyle bir uygunluk varsa delâlet (delil ve alâmet olma), altı yedi cihetle de tevafuk olsa sarâhat (tam ve kesin olarak belli olma) olur.[10]

Mezkür isimlerin cifir ilmine göre hesapları ise şöyledir:

Risâle-i Nûr, 548; Resâilü’n-Nûr ve Risâlei’n-Nûr (ال) takısı sayılmazsa 997; Risâletü’n-Nûr (ال takısı sayılmazsa 598 yapıyor.

Risâle-i Nûr’a bakan Birinci Cümle:

 مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ  dur. Yani nûr-u İlâhînin veya nûr-u Kur’ânînin veya nûr-u Muhammedînin (asm) misâli, şu  مِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ dur. 

Risâle-i Nûr’a bakan birinci cümle “O’nun nûrunun misâli, içinde lâmba bulunan bir kandillik gibidir.” cümlesidir. Allah’ın nuru, Kur’ân’ın nuru veya Hz. Muhammed’in (asm) nurunun misali “İçinde lâmba bulunan bir kandillik gibidir.”

Makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan sekiz olarak aynen Risâletü’n-Nûr -şeddeli nûn iki nûn sayılmak cihetiyle- tam tamına tevâfukla ona işaret eder.

[1. İşâret] Bu cümlenin toplam hesabı 998 ederek Risâletü’n-Nûr’a tam tamına tevafuk eder.

İkinci Cümlesi:

اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ dür.

İkinci cümle “O lâmba bir cam içindedir. O cam da sanki inciden bir yıldızdır.” cümlesidir.

Yirmi Sekizinci Lem‘a’da tafsîlen beyân edildiği gibi, İmâm-ı Alî (ra) Kasîde-i Celcelûtiye’sinde sarâhat derecesinde Risâle-i Nûr’a bakarak ve ona işaret ederek demiş:

 اَقِدْ كَوْكَب۪ي بِالْاِسْمِ نُورًا Ben tahmîn ediyorum ki, İmâm-ı Alî’nin (ra) bu işareti, bu cümle-i Nûriyenin remzinden mülhemdir.

28. Lem’a olan 2. Keramet-i Aleviye Risâlesinde Celcelûtiye Kasidesi’nin Risale-i Nur’a işaretleri ele alınmıştır. Bu kasidede geçen “Benim yıldızımı nurlu isminle parlat!” cümlesiyle çok açık olarak işâret etmektedir. Tahminimce Hz. Ali (ra), Nûr âyetinin bu cümlesinden ilhamla bu işareti yapmıştır.

Bu cümle-i âyetin makamı, beş yüz kırk altı edip, Risâle-i Nûr’un adedi olan beş yüz kırk sekize gayet cüz’î ve sırlı iki fark ile tevâfuk noktasından işaret ettiği gibi, remzî bir ma‘nâsıyla tam bakıyor.

[2. İşâret] Bu cümlenin toplam hesabı 546 ederek Risâle-i Nûr’un 548 hesabına sırlı iki farkla[11] tevafuk eder.

Üçüncü Cümlesi: 

مِنْ شَجَرَةٍ dir. Eğer مِنْ شَجَرَةٍ  deki (ت) vakıflardaki gibi (ه) sayılsa, beş yüz doksan sekiz ederek tam tamına Resâilü’n-Nûr ve Risâlei’n-Nûr adedi olan beş yüz doksan sekize tevâfukla beraber, 

[3. İşâret] Üçüncü cümle “ağaçtan” dır. Eğer “ağaçtan” kelimesindeki -te harfi okuyuştaki durmalarda olduğu gibi -he harfi olarak sayılsa toplam hesabı 598 ederek Resâilü’n-Nûr ve Risâlei’n-Nûr’a tam tamına tevafuk eder.

مِنْ فُرْقَانٍ حَك۪يمٍ in adedine yine sırlı bir tek fark ile tevâfuk-u remzî ile, hem Resâilü’n-Nûr’u efradına dâhil eder,

[4. İşâret] “Furkan-ı Hakim’den” cümlesinin toplam hesabına sırlı bir farkla Risale-i Nur’u her asırdaki fertlerinden biri olarak bu asırdaki ferdi olmasına remiz olarak bakar.

hem yine Resâilü’n-Nûr’un şecere-i mübâreki Furkān-ı Hakîm olduğunu gösterir.

Risale-i Nur'un mübarek ağacının Furkān-ı Hakîm olan Kur'an olduğunu gösterir.

Eğer مِنْ شَجَرَةٍ  deki (ة) (ت) kalsa, o vakit makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan üç eder. Tevâfuka zarar vermeyen cüz’î ve sırlı beş fark ile Risâletü’n-Nûr adedi olan dokuz yüz doksan sekize tevâfukla, ma‘nâsının dahi muvâfakatine binâen ona işaret eder.

[5. İşâret] Eğer “ağaçtan” kelimesindeki -te harfi okuyuştaki geçmelerde olduğu gibi -te harfi olarak kalsa toplam hesabı 593 ederek Resâilü’n-Nûr ve Risâlei’n-Nûr’a tevafuka zarar vermeyen sırlı beş fark ile anlamının dahi uygun gelmesi ile tevafuk eder. Yani Risale-i Nur, mübarek bir ağacın bir dalı gibi Kur’an’dan bu asra uzanmış bir ders olması anlamıyla tevafuk eder.

Dördüncü Cümlesi:

نُورٌ عَلٰي نُورٍ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ dir ki, dokuz yüz doksan dokuz ederek sırlı bir tek fark ile Risâletü’n-Nûr adedi olan dokuz yüz doksan sekize tevâfukla, ma‘nâsının kuvvetli münâsebetine binâen işaret derecesinde remzeder.

[6. İşâret] Dördüncü cümle “Allah, dilediği kimseyi nûruna hidâyet eder.” cümlesidir. Bu cümlenin toplam hesabı 999 ederek Risâletü’n-Nûr’a sırlı bir fark ile tevafuk eder. Ayrıca cümlenin anlamının dahi Risale-i Nûr’un vazifesine uygunluğunun kuvvetli alakası ile işaret derecesinde remiz olarak bakar.

Beşinci Cümlesi: 

مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi, gayet cüz’î bir fark ile Risâle-i Nûr müellifinin ismiyle meşhur bir lakabına tevâfukla ma‘nâsı baktığı gibi bakıyor. Eğer يَشَٓاءُ  de mukadder zamir izhâr edilirse, مَنْ يَشَٓائَهُ  olur. Tam tamına tevâfuk eder.

[7. İşâret] “Dilediği kimse” toplam hesabı (cümledeki medd-i muttasıl dört elif sayılmakla) 405 ederek Risale-i Nur müellifinin ismiyle meşhur bir lakabı olan سَع۪يدَالْكُرْد۪ي lakabının toplam hesabı 410 ederek az bir farkla tevafuk eder. Eğer “dilediği kimse” ifadesindeki gizli zamir gösterilse “o dilediği kimse” cümlesinin toplam hesabı 410 ederek Risale-i Nur müellifinin ismine tam tamına tevafuk eder.

Bu âyet nasıl ki Risâlei’n-Nûr’a ismiyle bakıyor, öyle de târîh-i te’lîfine ve tekemmülüne tam tamına tevâfukla remzen bakıyor.

كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍ   cümlesi, كَمِشْكٰوةٍ  deki tenvîn vakıf yeri olmadığından (ن) sayılmak ve ف۪ي زُجَاجَةٍ  vakıf yeri olduğundan (ت) (ه) olmak şartıyla, bin üç yüz kırk dokuz ederek, Resâilü’n-Nûr’un en nûrânî cüz’lerinin te’lîfi hengâmı ve tekemmül zamanı olan bin üç yüz kırk dokuz (m. 1930) tarihine tam tamına tevâfukla işaret eder.

[8. İşâret] Bu âyet Risale-i Nur’un ismine baktığı gibi, yazılmaya başlandığı ve tamamlandığı tarihe remiz olarak tam tamına bakıyor.

“İçinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir cam içindedir.” cümlesindeki “bir kandillik gibidir” ifadesindeki tenvin harekesi, okuyuştaki durma yeri olmadığından -nun harfi olarak sayılsa, “bir cam içindedir” ifadesindeki -te harfi ise okuyuştaki durma yeri olduğundan -he harfi sayılsa toplam hesabı 1349 ederek h. 1349 (m. 1930) tarihine tam tamına tevafuk eder. Bu tarih Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’un yazımının büyük çoğunluğunun tamamladığı Barla’daki (1927-1933) dönemine tevafuk etmektedir.

Hem اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ  cümlesi bin üç yüz kırk beş (m. 1927) ederek, Resâilü’n-Nûr’un intişârı ve iştihârı ve parlaması tarihine tam tamına tevâfuk eder.

Çünki şeddeli (ر) iki (ر ر), şeddeli (ن) iki (ن ن), şeddeli (ز) aslı i‘tibâriyle bir (ل), bir (ز) ve birinci زُجَاجَة  deki (ت) vakıf cihetiyle (ه), ikincisi vakıf olmadığından (ت) sayılır. Eğer şeddeli (ز) iki (ز ز) sayılsa, o vakit bin üç yüz yirmi iki (m. 1904) eder ki, yine Risâlei’n-Nûr müellifinin mukaddemât-ı Nûriyeye başladığı aynı tarihe tam tamına tevâfuk eder.

[9. İşâret] “O lâmba bir cam içindedir. O cam da, sanki inciden bir yıldızdır.” cümlesinin toplam hesabı 1345 ederek h. 1345 (m. 1927) ederek Risale-i Nur’un yayılarak duyulması tarihine tam tamına tevafuk eder.

Çünkü şeddeli olarak iki -ra harfi, şeddeli olarak iki -ze harfi, okunuşta olan bir -lam harfi, bir -ze harfi var. Birinci “bir cam” ifadesindeki -te harfi okuyuştaki durma yeri olduğundan -he harfi, ikinci “bir cam” ifadesindeki -te harfi okuyuştaki durma yeri olmadığından -te harfi ve “bir cam” ifadesindeki -ze harfi şeddeli olarak iki -ze harfi sayılsa toplam hesabı 1322 ederek h. 1322 (m. 1904) tarihine tevafuk eder. Bu tarih Hazret-i Üstad’ın 1904 yılında ilk telife başladığı tarihtir.

Bediüzzaman Hazretleri, matematikte harikulade bir hesap hızına sahiptir. Herhangi bir zor problemi, zihninden hemen çözerdi. Hatta matematiğin denklemlere dair ”cebir ve mukabele” ilminde bir risale yazmıştır. Tahir Paşa’nın yanında hesap meseleleri tartışma mevzuu olduğunda hesaba dair hangi mesele bahsedilse, başkaları ve en mahir katipler neticeyi bulamadan, zihnen çıkarıyordu. Çok defalar böyle yarışlara girişir ve hepsinde daima birinci gelirdi.[12]

Hem مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ  cümlesi, tâ-yı evvel (ت), ikinci (ت) ise, vakıf yeri olduğundan (ه) olmak ve شَجَرَةٍ  deki tenvîn (ن) sayılmak cihetiyle bin üç yüz on bir (m. 1893-94) eder ki, o tarihte Resâilü’n-Nûr müellifinin Risâletü’n-Nûr’un mübârek şecere-i kudsiyesi olan Kur’ân’ın basamakları olan ulûm-u Arabiyeyi tedrîse başladığı aynı tarihe tevâfuk ederek remzen bakar.

[10. İşâret] “Mübarek bir ağaçtan” cümlesindeki birinci -te harfi okuyuştaki durma yeri olmadığından -te harfi, ikinci -te harfi ise okuyuştaki durma yeri olduğundan -he harfi ve “ağaçtan” ifadesinde olan ikinci -te harfindeki tenvin harekesi de okuyuştaki durma yeri olmadığından -nun harfi sayılmakla toplam hesabı 1311 ederek h. 1311 (m. 1893-94) tarihine tevafuk eder. Bu tarihte Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un mübarek ve mukaddes ağacı (kaynağı) olan Kur’an’ı öğrenmenin ilk aşaması olan Arapça ders vermeye başladığı tarihe remiz olarak bakar.

Hazret-i Üstad daha 18 yaşında iken Van’lı Hasan Paşa’nın, Van’da tanınmış alim bulunmamasından dolayı kendisini davet etmesi üzerine Bitlis’ten Van’a gider ve kendisine tahsis edilen medresede talebe okutmaya başlayarak ilk tedrise de başlamış olur.[13]

İşte bu kadar ma‘nîdâr ve müteaddid tevâfukāt-ı Kur’âniyenin ittifâkı, yalnız bir emâre ve bir işaret değildir. Belki kuvvetli bir delâlettir. Belki elektrik ile beraber, Resâilü’n-Nûr’a münâsebet-i ma‘neviyesiyle bir tasrîhtir.

Buraya kadar ifade edilen Nûr ayetindeki 10 adet hem anlam hem cifri hesap olarak tevafuk, sadece bir belirti veya işaret değildir. Çok güçlü delil olacak şekilde bir haber vermedir. Bu işaretlerin anlam cihetiyle de uygunluğunun tam tevafuk etmesinden ötürü bu ayetin elektriğin icadıyla beraber Risale-i Nur’a çok açık bir şekilde işaret ettiği görülmektedir.

Bu âyetin münâsebet-i ma‘neviyesinin letâfetlerinden bir letâfeti şudur ki, ihbâr-ı gayb nev‘inden mu‘cizâne hem elektriğe, hem Risâlei’n-Nûr’a işaret ettiği gibi; ikisinin zuhûrlarını ve zaman-ı zuhûrlarından sonraki tekemmül zamanlarını ve hilâf-ı âdet vaz‘iyetlerini çok güzel gösteriyor.

Bu ayette geçen anlam olarak bir uygunluğun çok hoş bir yönü ise şöyledir. Gaipten haber vermek cihetiyle hem elektriğin hem de Risale-i Nur’un ortaya çıkacağını, ne zaman ortaya çıkacaklarını ve dönemin şartlarına göre sıra dışı durumlarını gösteriyor.

Meselâ, زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ cümlesi der: “Nasıl ki elektriğin kıymetdar metâı, ne şarktan, ne de garbdan celb edilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semâvât tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramaya lüzûm yoktur.” der.

[11. İşâret] Örneğin “ne doğuya ne de batı ya nispeti olmayan zeytin ağacı” cümlesi anlam olarak, önceki dönemlerde kandiller zeytin yağını yakılmasıyla yanmakta olduğunu hatırlatıp yeni ortaya çıkacak kandillerin yağının yani elektriğin hammaddesinin ise yalnızca doğu veya batıda olmadığını, esasında her yerde bulunabilen elektronların hareketinden meydana geldiğini haber vermektedir. Halbuki zeytin yağı ise belli yerlerde bulunabiliyordu. Cümledeki ifade ile elektronların ise güneşten gelerek gökyüzünü hatta dünyamızın her tarafını doldurduğunu bildirilmektedir. Özel bir yerde aramaya gerek yoktur.

Öyle de ma‘nevî bir elektrik olan Resâilü’n-Nûr dahi, ne şarkın ma‘lûmâtından ve ne ulûmundan; ve ne de garbın felsefe ve fünûnundan gelmiş bir mal ve ne de onlardan iktibâs edilmiş bir nûr değildir. Belki, semâvî olan Kur’ân’ın şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşiyesinden iktibâs edilmiştir.

[12. İşâret] Benzer şekilde manevi bir elektrik olan Risale-i Nur dahi, doğuyu temsil eden evvelki dini ilimlerden yada batıyı temsil eden fen ve felsefe bilimlerinden istifade edilerek, alıntı veya atıf yapılarak yazılmış bir eser değildir. Hem doğu hem batı kaynaklarının çok üstünde semavî bir kitap olan Kur’an’dan ilhamla yazılmıştır.

Hem meselâ: يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ  cümlesi, ma‘nâ-yı remziyle diyor ki: “On üçüncü ve on dördüncü asırda semâvî lâmbalar ateşsiz yanarlar. Ateş dokundurmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır.” Yani bin iki yüz seksen (m. 1863) tarihine yakındır.

[13. İşâret] Bir diğer örnek ise “Onun yağı, neredeyse kendisine ateş değmese bile ışık verecek! Nûrdur.” cümlesi remiz olarak şöyle ifade eder: 13. Ve 14. hicri asırda kandiller ateş olmaksızın yanacaklar. Bu tarih yakındır. Cümlenin toplam hesabı 1280 ederek h. 1280 (m. 1863) tarihine yakın zamanlarda[14] elektrik icat olunacağını haber vermektedir.

[14. İşâret] Manevi bir lamba olan Risale-i Nur’u ise, müellifi olan Hazret-i Üstad’ın yakın zamanlarda dünyaya geleceğini haber vererek h. 1293 (m. 1877) tarihine işaret etmekle haber vermektedir.

İşte bu cümle ile, nasıl ki elektriğin hilâf-ı âdet keyfiyetini ve geleceğini remzen beyân eder.

[15. İşâret] Anlam cihetiyle bu cümle elektriğin, önceki dönem kandillerine göre sıra dışı olan durumunu remiz olarak haber verir. Çünkü kandillerde bulunan zeytin yağı ancak ateşin temas etmesiyle yanabilmekteydi. Ayette geçen “Neredeyse kendisine ateş değmese bile ışık verecek!” cümlesi kandillerin ateş değmeyerek yanacağını ifade etmektedir. Bu durum ise sıra dışıdır.

Aynen öyle de, ma‘nevî bir elektrik olan Resâilü’n-Nûr dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsîle ve derse çalışmaya ve başka üstâdlardan taallüm edilmeye ve müderrisinin ağzından iktibâs olmaya muhtaç olmadan, herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzûm kalmadan anlayabilir. Kendi kendine istifâde eder. Muhakkik bir âlim olur.

[16. İşâret] Benzer şekilde manevi bir elektrik olan Risale-i Nur çok yüksek ve derin ilim olduğu halde öğrenilmesi için zor ve meşakkatli bir eğitime, çok ders çalışmaya yada başka hocalardan bizzat öğrenilmeye gerek kalmaksızın herkes kendi kabiliyetine dersini kendisi alabilir. Kendi kendine istifade ederek iyi derecede bir alim olabilir. Ancak bu durum da o dönemdeki medrese şartlarına göre çok sıra dışıdır. Çünkü o dönemlerde bir kimse okuması gerekli dersi veya kitabı, bizzat müellifin ağzından dinlemesi veya onun icazet verdiği bir hocadan öğrenmesi gerekirdi. Bununla beraber birçok alet ilmi de öncelikli olarak tahsil etmeliydi. Sadece Arapça tahsili bile yıllar alabilmekteydi. Türkçe kaleme alınan ve hiçbir alet ilme ve hocaya ihtiyaç duymadan öğrenilebilen Risale-i Nur, bu itibarla önceki ilimlerin çok üstünde bir netice vermesi de sıra dışıdır.

Hem işaret eder ki, Resâilü’n-Nûr müellifi dahi ateşsiz yanar. Tahsîl için külfete ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nûrlanır, âlim olur. Evet, bu cümlenin mu‘cizâne üç işârâtı elektrik ve Resâilü’n-Nûr hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakîkattir. Târîhçe-i hayatını okuyanlar ve hemşehrileri bilirler ki, İzhâr Kitabı'ndan sonraki medrese usûlünce on beş sene ders almak ile okunan kitapları Resâilü’n-Nûr müellifi yalnız üç ayda tahsîl etmiştir.

[17. İşâret] Ayrıca bu cümle, Bediüzzaman Hazretlerinin de âdeta ateşsiz yanmak gibi, çok uzun yıllar ders almaksızın veya çalışmaksızın, çoğunlukla da bizzat kendisi okuyarak zamanının en büyük alimi olmuştur.

Hazret-i Üstad, on dört yaşında iken Doğu Beyazıt’a giderek hakiki tahsiline işte bu tarihte (m. 1891) başlar. Bu zamana kadar Arapça’ya dair “Sarf” ve “Nahiv” ilimleriyle meşgul olmuş ve “İzhar Kitabına” kadar okumuştu. Doğu Beyazıt’ta Şeyh Muhammed Celali Hazretleri’nin yanında üç ay kalan Bediüzzaman Hazretleri, burada çok ciddi bir tahsil devri geçirir. İzhar[15] kitabından sonra, medrese usülünce on beş sene ders almakla okunan kitabları Risale-i Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiştir. Buna da kitaplardaki haşiye ve şerhleri atlayarak muvaffak olmuştur.[16]

Bu cümle ile alakalı üç işaretin (yukarıda 11-16. işaretlerde detaylı açıklandığı üzere) ayetteki gayba ait bir mucize olarak hem elektrik hem de Risale-i Nur’dan haber vermesi hak ve hakikat olduğu gibi Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Hazretleri hakkındaki verdiği haber de hak ve hakikattir. Buna başta tarihçe-i hayatı ve onu yakından tanıyan hemşerileri şahittir.

Hem nasıl ki, bu cümlenin ma‘nevî münâsebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işareti var; öyle de, cifrî ve ebcedî tevâfukuyla hem elektriğin zaman-ı zuhûrunun kurbiyetini, hem Resâilü’n-Nûr’un meydana çıkmasını, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor ve bir lem‘a-i i‘câz daha gösteriyor.

Bu cümlede anlam cihetiyle çok tatlı ve çok güçlü alaka ile elektrik ve Risale-i Nur’a işaret ettiği gibi cümlenin ebced ve cifir cihetiyle toplam hesabı olarak da elektrik ve Risale-i Nur’un meydana çıkmasını ve Bediüzzaman Hazretlerinin doğum tarihini remiz olarak haber veriyor. Ayetin bu cümlesinden mucizevi bir nükte parlıyor.

Şöyle ki: يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ  cümlesinin makamı bin iki yüz yetmiş dokuz (m. 1862) olup, وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ  kısmı ise, iki tenvîn (ن) sayılmak cihetiyle bin iki yüz seksen dört (m. 1867) ederek hem elektriğin taammümünün kurbiyetini, hem Resâilü’n-Nûr’un yakınlığını, hem on dört sene sonra müellifinin velâdetini يَكَادُ  kelime-i kudsiyesiyle ma‘nen işaret ettiği gibi, cifir ile de tam tamına aynı tarihe tevâfukla işaret eder.

[18. İşâret] “Onun yağı, neredeyse ışık verecek.” cümlesi toplam hesabı 1279 ederek h. 1279 (m. 1862) tarihini gösterir. “Kendisine ateş değmese bile! Nurdur.” cümlesinde iki tenvin harekesi -nun harfi sayılmakla toplam hesabı 1284 ederek h. 1284 (m. 1867) tarihine işaret eder. Yakın tarihlerde hem elektriğin yaygınlaşması hem de Risale-i Nur’un te'lifinin olacağını haber vermektedir.

Ayette geçen “neredeyse” kelimesiyle anlam olarak yakınlığa işaret olduğu gibi cifir hesabı ile de tam tamına aynı tarihe tevafuk vardır.

Ma‘lûmdur ki zaîf ve ince ipler ictimâ‘ ettikçe kuvvetleşir, kopmaz bir halat olur. Bu sırra binâen bu âyetin bu işaretleri birbirine kuvvet verir, te’yîd eder. Tevâfuk tam olmazsa da tam hükmünde olur ve işareti delâlet derecesine çıkarır.

Zayıf ve ince ipler birleştikçe güçlenerek kopmaz bir halat olduğu gibi Nûr âyetinde bahsi geçen 18 işaret birbirinin manasını destekleyip kuvvetlendirir. Bir kısım işaretlerde az farkla tevafuklar olsa da yekün olarak değerlendirildiğinde tevafuklar tam hükmündedir. Bu itibarla Nûr âyeti işaret olmanın ötesinde Risale-i Nur’u delil sayılabilecek derecede göstermektedir.

Tenbîh: Ben bu âyet-i Nûriyenin işaretlerini, elektrik ve Risâlei'n-Nûr’un hatırı için beyân etmedim. Belki bu âyetin i‘câz-ı ma‘nevîsinin bir şu‘besinden bir lem‘asını göstermek için beyân ettim.

Uyarı: Ben Nûr âyetinin işaretlerini, elektrikten ve Risale-i Nur’dan haber verdiği için yazmadım. Aslında bu âyetin mana cihetiyle mucizesinin bir kısmının bir parıltısı olduğunu göstermek için yazdım.

Elhâsıl: Bu âyet-i kudsiye sarîh ma‘nâsıyla nûr-u İlâhîyi ve nûr-u Kur’ânîyi ve nûr-u Muhammedîyi (asm) ders verdiği gibi; ma‘nâ-yı işârîsiyle de her asra baktığı gibi, on üçüncü asrın âhirine ve on dördüncü asrın evveline dahi bakar ve dikkatle baktırır.

Özetle; Nûr ayeti açık anlamıyla Allah’ın nurunu, Kur’an’ın nurunu ve Hz. Muhammed’in (asm) nurunu ders vermekte ve bildirmektedir. İşaret ettiği anlamlar yönüyle ise her asırdaki fertlerini haber vermekle beraber hicri 13. asrın sonu ve 14. asrın başına dikkatle baktırarak işaret eder.

Ve bu iki asrın âhirlerinde ve evvellerinde en ziyâde nazara çarpan ve en ziyâde münâsebet-i ma‘neviyesi bulunan ve bu âyetin umum cümlelerinin muvâfakatlarını ve mutâbakatlarını en ziyâde kazanan, elektrik ile Resâilü’n-Nûr olduğundan, doğrudan doğruya ma‘nâ-yı remziyle onlara bakar diye bana kanâat-i kat‘iye verdiğinden, çekinmeyerek kanâatimi yazdım. Hata etmiş isem, Erhamü’r-Râhimîn’den rahmetiyle affetmesini niyâz ediyorum.

Hicri 13. asrın sonu ve 14. asrın başına en çok dikkate değer olan, ayetteki manalara uygunluğu olan, ayetin tüm cümlelerinde tevafuku olmakla en çok hak sahibi olan elektrik ve Risale-i Nur’dur. Bu sebeple remiz olarak ayetin anlamı doğrudan doğruya elektrik ve Risale-i Nur’u gösterdiğine kesin bir kanaat sahibi olduğumdan çekinmeden bu işaretleri yazdım. Eğer hata bir kanaat ifade ettiysem Merhametlilerin En Merhametlisi olan Allah’tan rahmetiyle beni affetmesini niyaz ediyorum.

Resâilü’n-Nûr’un bu âyetin iltifâtına liyâkatini anlamak isteyen zâtlar, hangi risâleye dikkatle baksalar anlarlar. Hiç olmazsa, Eskişehir hapishânesinin bir meyvesi olan Otuzuncu Lem‘a nâmındaki altı esmâ-yı İlâhiyeye dâir Altı Nükte Risâlesi’ne, hiç olmazsa o Lem‘a’dan ism-i Hayy ve Kayyûm’a dâir Beşinci ve Altıncı Nüktelere dikkatle baksalar, elbette tasdîk ederler.

Risale-i Nur'un, Nûr ayetinin bu iltifatına layık olduğunu anlamak isteyen kimseler onun herhangi bir risalesine baksalar bunu anlayabilirler. En azından Eskişehir hapishanesinde yazılan ve 6 nükteden oluşan 30. Lem’a (Altı İsm-i Azam Risalesi) veya Hayy ve Kayyum isimlerinin anlatıldığı[17] 5. ve 6. nüktelerini okusalar bizi tasdik ederler.


[1] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 60-64.

[2] Nûr, 24/35.

[3] Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 335.

[4] Hüseyin el-Cisr Efendi, Risâle-i Hamidiyye, Bahar Yayınları, İstanbul 1973, s. 5.

[5] Mektubât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c. 2, s. 430.

[6] Şualar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.1, s. 53.

[7] Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 315.

[8] Şualar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 531.

[9] Nûr, 24/36-37.

[10] Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 151.

[11] “Yani, mertebesine işaret için iki fark var. Risâle-i Nûr vahiy değildir, ilhâmdır ve istihrâcdır. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 70.

[12] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 84.

[13] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 82.

[14] "1860 yılında Sir Joseph Wilson Swan, karbon filamentli ve vakumlu bir elektrik lambası patent alır." Bkz. https://inovatifkimyadergisi.com/joseph-wilson-swan

[15] İzhar; osmanlı medreselerinde uzun yıllar okutulan İmam Birgivî’nin nahiv üzerine yazdığı Arapça gramer kitabıdır.

[16] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 59.

[17] Bu nükteler İşârât-ı Kur’âniye Risalesi’nden önce en son yazılan nüktelerdir. Hz. Üstad, en azından daha yeni telif edilen ve tevhide dair yüksek bir ders veren bu nüktelere müracaat edilse bile yeterli bir kanaat oluşacağını bildirmektedir.


Yorum Yap

Yorumlar