Soru

Hicret Etmeyen Sahabilerin Akıbeti / Nisa 97. Âyetin Tefsiri

Nisa 97. âyette hicret etmeyenler ve cehenneme gidecek olanlar sahabeler midir? Bu nasıl olabilir? Sahabelerin hepsi cennete gitmeyecek mi? Bu âyette bildirilen topluluk sahabeler midir? Lütfen detaylıca izah eder misiniz? 

Tarih: 14.11.2024 23:55:36

Cevap

Öncelikle şunu ifade edelim ki Nisa 97. âyette bahsedilen kimseler sahabe değildir. Zira sahabe demek “Peygamberimize (sav) iman eden ve iman ettiği halde onunla bir araya gelen ve o hal üzere ölen kimsedir.”[1] Peygamberimiz’i (sav) görüp ona iman etmeyen müşriklere, Yahudilere ve Hristiyanlara sahabe denilemeyeceği gibi iman edip onunla görüşen ancak o iman ile ölmeyen kimselere de sahabe denilemez. Yaptığımız tanıma dahil olan kimselere sahabe denilir.

Sahabeler ise ehl-i sünnete göre cennetliktir. Nitekim Rabbimiz Kurân’ın farklı âyetlerinde şöyle buyurmuştur:

Sâbikun'un, (İslâm'a olan hizmetleriyle öne geçenlerin) birincileri olan Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzelce tâbi' olanlar var ya, Allah onlardan râzı olmuştur ve (onlar da) O'ndan râzı olmuşlardır ve (Allah) onlar için, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır; orada ebedî olarak devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur[2]

“Fetihten evvel, içinizden (Allah yolunda) sarf eden ve savaşanlar, (diğerleriyle) bir olmaz! İşte onlar, derece i'tibâriyle sonradan sarf eden ve savaşanlardan daha büyüktürler. Bununla berâber, Allah hepsine de en güzeli (Cenneti) va'd etmiştir! Çünki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdâr olandır.”[3]

Mü'minlerden, özür sâhibi olmaksızın (cihaddan geri kalıp evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihâd edenler bir olmazlar! Allah, malları ve canlarıyla cihâd edenleri, (velev özürleri sebebiyle olsun) oturanlar üzerine, derece i'tibârıyla üstün kıldı. Gerçi Allah, hepsine de en güzeli (Cenneti) va'd etmiştir.”[4]

“And olsun ki, (Hudeybiye'de) o ağacın altında sana bîat ederlerken Allah o mü'minlerden râzı olmuştur; onların kalblerinde olan (sadâkat)i bilip, üzerlerine (kalblere huzur veren bir) sükûnet indirmiş…”[5]

Sualde bahsedilen âyetler ise şöyledir;

"Kendilerine yazık etmekte iken hayatlarını sona erdirdikleri kimselere melekler “Ne işte idiniz?” dediler, (onlar) “O yerde zayıf görülenlerden idik” cevabını verdiler. Melekler ise “Allah’ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir ve orası gidilecek ne kötü bir yerdir! Erkekler, kadınlar ve çocuklar içinden zayıf sayılanlar (yani) çaresiz kalanlar ve hiçbir kurtuluş yolu bulamayanlar müstesnadır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, günahları bağışlayıcıdır."[6]

Fahreddin Râzi bu âyetler ile ilgili şunları demiştir;

“Bu âyet, korktuktan için mü'minlere iman ettiklerini söyleyip, kendi kavimlerinin yanına geldiklerinde de kâfir olduklarını ortaya koyan ve Medine'ye hicret etmeyen bir grup münafık hakkında nazil olmuştur. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bu âyet ile bu gibi kimselerin, münafıklıkları, küfürleri ve hicret etmeyişleri sebebi ile, kendi kendilerine zulmetmiş olduklarını beyan etmiştir.[7]

Ebu Leys Semerkandî ise tefsirinde şöyle demiştir;

“Bu âyet Mekke'de Müslüman olup, Peygamberimizle (sav) Medine'ye hicret etmeyen ve Mekke'de kalan Müslümanlar hakkında nazil olmuştur. Peygamberimiz (sav) Medine'ye hicret ettikten sonra cihad âyeti gelmiş ve Müslümanlara cihad izni verilmiştir. Bunun Üzerine Peygamberimiz (sav) bir ordu hazırlayarak Mekke'li müşriklerle savaşmak üzere harekete geçmiştir. Mekke'de müşriklerle birlikte yaşayan Müslümanlar da Peygamberimiz (sav) müşriklerle savaşmak için harekete geçtiğini öğrenmişler, Müslümanlar safında yer alarak düşman ordusu ile savaşmak üzere müşriklerle beraber yola çıkmışlardı. İki ordu savaş alanında karşılaşınca, Peygamber ordusunun az, müşrik ordusunun çok olduğunu görmüşler ve akıllarınca kâfir ordusunun Peygamber ordusu üzerine galip geleceğini zannetmişler, bu defa Mekke'den birlikte geldikleri müşrik ordusuna iltihak etmişler ve böylece dinlerinden dönüp, tekrar kâfir olmuşlardı.”[8]

Taberî ise şöyle demiştir;

“İkrime demiştir ki; "..Kureyşliler ve onlara katılanlar Ebu Süfyan'ı ve Kureyş kervanını Resulullah'tan ve sahabilerden kurtarmak için yola çıkınca, kendileriyle birlikte, daha önce Müslüman olmuş bir kısım gençleri de, istemedikleri halde getirdiler. İki ordu, herhangi bir kararlaştırma olmaksızın Bedir'de karşılaştılar. Bu gençler de İslâmdan döndüler ve Bedir savaşında kâfirler olarak öldürüldüler.”[9]

Kurtubî ise şöyle demiştir;

“Böylelerinin ashab-ı kiram arasında anılmayışlarının sebebi ise, karşı kar­şıya kaldıkları işin ağırlığı ve muayyen olarak onlardan herhangi bir kimse­nin iman ettiğinin ortada olmaması ve irtidat etmiş olma ihtimalinin bulun­ması dolayısıyladır.”[10]

Alusî de tefsirinde şöyle demiştir;

“Bu ayet-i celile, Kays ibnl Fakîh ibn. Muğiyre, Hars ibni Zem'at ibn Esved, Kays ibn Velîd ibn.l Muğiyre, Ebul Âs ibni Münebbih ibn. Haccac ve Ali ibn. Ümeyye ibn Half isimli şahıslar hakkında inmiştir ki, bunlar evvelce Müslüman olduklan hâlde, Bedir'de Kureyş müşrikleriyle birleşip kâfir olarak öldürülmüşlerdir.”[11]

Ömer Nasuhi Bilmen ise tefsirinde şöyle demiştir;

“Bunlar, Müslümanlara karşı imân ettiklerini gösterdikleri halde kendi kavimleri arasında onlara karşı kâfir olduklarını açıklayan, Medine'i Münevvere'ye hicret etmeyen münafıklardır.”[12]

Görüldüğü gibi âyette belirtilen kimseler müfessirlere göre ya münafık kimselerdir yahut dinden dönmüş ve müşrik olarak ölmüş kimselerdir. Gerçekten geçerli bir sebepten ötürü hicret edemeyen sahabeler ise devam eden âyetlerde istisna edilmişlerdir.


[1] İbn Hacer el-Askalanî, El-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Dar’ul Kutubi’l İlmiyye, Beyrut 1994, c. 1, 7-8

[2] Tevbe 9/100

[3] Hadid, 57/10

[4] Nisa 4/95

[5] Fetih 48/29

[6] Nisa, 4/97-99

[7] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, c. 8, s.269

[8] Ebu Leys es-Semerkandî, Bahr’ul Ulum, c.1, s.331

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi, c. 3, s. 80-82.

[10] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları, c. 5, s. 420-422.

[11] Alusi, Ruh’ul Meani, Dar’ul Kutubi’l İlmiyye, Beyrut 1989, c.3, s.122-125

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an’ı Kerim’in Meali Alisi ve Tefsiri, Bilmen Yay., İstanbul 1985, c.2,  s.651


Yorum Yap

Yorumlar