"Hayat, musîbetler ve hastalıklarla safileşir, terakki eder, hayatın gerçek netîcesi ortaya çıkar." açıklar mısınız?
Yeknesaklık, monotonluk, tekdüzelik hayatın anlamını tam olarak ortaya çıkarmaz. İnsanın hayatı daimi olarak monoton ve tekdüze geçse idi, bundan sıkılırdı. Mesela devamlı yatakta olan bir kimse belli bir zaman sonra sıkılır. Oturmak ve ayağa kalkmak ve yürümek ister. Halbuki normalde uyumak istirahattir. Musibet ve hastalıklar da hayatın monotonluğunu, tekdüzeliğini kırar. Hayatın manası ve değeri daha iyi anlaşılır. Buna İşareten Üstat Bediüzzaman hazretleri "Yeknesak, istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücûddan ziyâde, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider." demiştir. Yani yeknesak ve monoton yatakta geçen bir hayat, tam bir hayır olan vücuttan daha çok tam bir şer olan yokluğa yakındır ve yokluğa doğru gider.
"Evet, ibâdet iki kısımdır: Biri müsbet, biri menfîdir. Müsbet kısmı ma‘lûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za‘fını hissedip Rabb-i Rahîm’ine ilticâ ederek teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvararak hâlis bir ubûdiyet yapar. Bu ubûdiyete riyâ giremez, hâlistir." (2. Lema)
Hayatın şafileşmesi ve temizlenmesini Üstadımız menfî ibadetler kısmında değerlendirmiştir. Diğer Müsbet ibadetlerimize birileri bilsin, görsün gibi riya hastalığı bulaşma ihtimali yüksekken hastalık ve musibetlerde zaafımızı aczimizi anlayıp Rabbimize yönelmemiz riyasız ve tertemiz bir yönelmedir. Hayatımızın safileşmesi böyledir.
Hayatın gerçek neticesine gelince:
"Şu dâr-ı dünyâ, meydân-ı imtihândır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfât yeri değildir." (2. Lema)
İnsanın hayatının gerçek neticesi; kul olduğunu idrak edip bu dünyaya imtihan için geldiğini unutmadan Rabbini bilip O'na ibadet etmektir. Yoksa insan bu dünyaya sadece keyif sürmek ve lezzet almak için gelmemiştir. İşte hayatın gerçek neticesi olan Cenab-ı Hakk'ı tanımak ve ibadet etmek olduğundan hastalıklar ve musibetler bize bu noktayı yani kul olmayı hatırlatır ve ders verir. Gafleti dağıtır.
Hayatın önemli bir neticesi de İman üzere yaşayıp kabre imanla girip saadet-i ebediyeyi kazanmaktır. İmanımızı takviye edip bize saadet-i ebediyeyi kazandıran en önemli unsurlarda birisi de haslatık ve musibetlere karşı gösterdiğimiz tavırdır. Eğer onların Allah^tan geldiği bilir sabır hatta şükür edersek imanımızı kulluğumuzu takviye etmiş oluruz. Yoksa hastalık ve musibetlere asî olunursa imana ve kulluğa ciddi zararları olur. Ebedi saadeti de kaybettirebilir.
Bir de hastalık ve musibetler bizim çeşitli istidatlarımızın kabiliyetlerimizin ortaya çıkmalarına da vesile olmaktadır. Mesela sabır kuvvetinin en iyi hastalık ve musibetlerle gelişir. Kötü hasletlerimiz hastalık ve musibetlerle güzel ahlaka dönüşebilir vs.
Musibetlerin insana kazandırdığı manevi kazançlardan birkaçını sıralayacak olursak;
1- Musibetler Cenâb-ı Hak’ın isimlerinin cilvelerinin görünmesine vesiledir.
2- Hayat, musîbetler ve hastalıklarla safileşir, terakki eder, hayatın gerçek netîcesi ortaya çıkar.
3- Şu dünyâ imtihan meydanıdır, kulluk yeridir. Bazı musîbetlerin her bir saati bir gün ibâdet hükmüne geçebilir.
4- Musîbetzede, güçsüzlüğünü hissedip, merhametli Rabb’ine sığınır, O’na yalvararak ihlaslı bir kulluk yapar.
5- Kısa ömür, musîbet vâsıtasıyla, uzun ve bereketli bir ömür hükmüne geçer ve şükre vesîle olur.
6- Bir kısım musîbetler, vazîfelerimizde ciddî olmamız için şefkatli bir ihtardır.
7- Bir kısım musîbetler geçmiş günahlara keffârettir.
8- Bir kısım musîbetler, gafleti dağıtıp, insana aczini ve zayıflığını bildirerek Allah’ın huzurunda olduğunu hissettirir.
9- Musîbetin hastalık olan kısmı, Cenâb-ı Hakk’ın bir iltifâtıdır.
10- Âhirete karşı kalp irtibâtını arttırır.
(Bkz. Lem’alar, 2. ve 25. Lem’a)