Risale-i Nur'da çok yerlerde Hz. Peygamber (sav) hakkında "Muhammed-i Arabî, Muhammed-i Hâşimî ve Muhammed-i Kureyşî" ifadelerini kullanılmasının hikmeti nedir?
Bediüzzaman Hazretleri; Hz. Peygamber’den (s.a.v) bahsederken Muhammed-i Arabî, Muhammed-i Hâşimî ve Muhammed-i Kureyşî gibi onun Arap milletinden olduğuna özel bir vurgu yapmıştır. Sevgili Üstadımızın bu ifadelerinde hususi bir kasıt olduğu kanaatindeyiz.
Üstad Hazretleri, Avrupa içinde çıkıp dünyayı, özellikle de Müslümanlar arasındaki manevi bağları koparan menfi milliyet fikrine karşı Müslümanlar arasındaki iman ve İslam rabıtalarını hatırlatmak ve sağlamlaştırmak istemiştir. Bu fikri dessâs Avrupa zâlimlerinin, Müslümanlar içinde menfî bir sûrette uyandırarak onları parçalayıp yutmak istediklerini belirten Bediüzzaman Üstadımız, menfi milliyet fikrinde nefsânî ve gafletle dolu bir zevk olduğunu ifade etmiş ve düşmanlığa ve kargaşaya sebep olduğunu belirtmiştir. Menfi milliyet; başkalarını yutmakla beslenir ve düşmanlıkla devam eder. Bu tür milliyetçilik Hz. Peygamber (sav) tarafından yasaklanmıştır.[1]
Hazret-i Üstad, birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümü altında ezilen Müslümanlar içinde, milliyetçilik fikriyle birbirine yabânî bakmak ve birbirini düşman görmenin çok büyük felâket olduğunu söylemiştir. Bu şekilde bir milliyetçilik manen Avrupa kafirlerine yardım etmek, dindaşlarına düşmanlık besleyip onlara karşı cephe almak manasına gelmektedir. Sevgili Üstadımız Kur’ân nûrunun ve İslamiyet’in, bize güneydeki kardeşlerimiz olarak tarif ettiği Araplardan geldiğini belirterek o dindaşlara düşmanlık etmenin, dolayısıyla İslâmiyet’e, Kur’ân’a dokunacağını ifade etmiştir.[2] Menfi milliyetçiliğin Avrupa münafıkları tarafından Müslümanlar arasında yaygınlaştırıldığını belirtmiştir.
Bu hususta Allah Resulu’nün (sav) bir kısım ikaz ve ihtarları konunun hassasiyetini göstermektedir.
Hz. Selman (ra) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: “Ey Selman! Bana buğz etme, yoksa dininden ayrılmış olursun.” Bunun üzerine “Ey Allah’ın Rasûlü! Sana nasıl buğz edebilirim; Allah senin vasıtanla bizi hidayete erdirmiştir.” Rasûlullah (sav) “Arab’a buğz edersen bana buğz etmiş olursun” buyurdu.[3]
Başka bir hadis-i şerifte Arapların Allah adına sevilmesi gerektiği şöyle ifade edilmiştir: Abdullah b. Abbas’tan (ra) nakledildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Üç sebep dolayısıyla Arapları seviniz. Ben Arap olduğum için, Kur'an Arapça olduğu için ve cennetliklerin konuşma dili Arapça olacağı için.”[4] Bu hadis-i şerif, Hz. Peygamber (s.a.v), Kur’an ve cennet adına Arapların sevilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Benzer bir hadis-i şerifte yine Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah insanları yaratınca Arapları seçti, sonra Araplar arasından Kureyş'i seçti. Sonra Kureyş arasından Haşim oğullarını seçti, sonra Haşim oğulları arasından beni seçti. Bu sebeple ben hayırlılardan seçilmiş olan hayırlı birisiyim.”[5]
Bu hadis-i şerifler, Hz. Peygamber (sav) Arapları bir ırk olarak diğer milletlerden üstün tutmamaktadır. Bilakis onların İslamiyet ve Kur’an ile yüceldikleri ve bu açıdan sevilmeyi hak ettiklerini belirtmektedir. Bundan dolayı Resulullah (sav) Hz. Ali’ye (ra) “Ey Ali! Sana, Araplara iyi davranmanı tavsiye ederim. Sana, Araplara iyi davranmanı tavsiye ederim.”[6] demiştir.
Hz. Enes’ten rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) “Arapları sevmek bir iman, onlara buğz etmek bir münafıklıktır.” buyurmuştur.[7] Rasûlullah (sav) asr-ı saadetten günümüze bakarak İslamiyet ve iman nazarıyla Arapları sevmek gerektiğini belirtmiş ve münafıkların Müslümanlar arasında atmak istediği fitne tohumlarına karşı uyarmıştır.
Bununla beraber Bediüzzaman Hazretleri, Resul-ü Ekrem’in (sav) Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin’e (ra) karşı küçüklüklerinde gösterdikleri şefkat ve büyük ehemmiyetin sebebinin, yalnız akrabalık cihetiyle bir şefkat ve muhabbet değil, belki peygamberlik vazifesi ve gayet ehemmiyetli -İslamiyete çok büyük ve ciddi hizmet edecek- bir cemaatin temsilcileri olmaları cihetiyle olduğunu belirtmiştir.[8]
Buna göre Hz. Peygamber’in (sav) gerek âl-i beyt gerekse Kureyş kabilesi ve Arap milletine dikkat çekmesi, millî bir hamasetten kaynaklanmamaktadır. Bilakis İslamiyet ve ona hizmet etmek noktasında bir teşviktir. Ayrıca genelde Araplara ve Kureyşe, özelde ise âl-i beyte yönelik saldırıların, İslamiyet’e yönelik olduğu ve milliyetçiliğin bir perde olarak kullanıldığı gözden kaçırılmamalıdır.
Bu itibarla Bediüzzaman Üstadımız, asrımızdaki bu sinsice boy gösteren anti-arap düşüncesine karşı Muhammed-i Arabî gibi ifadeleri hususi bir tercihle kullanarak mezkür fitneye yönelik farkındalık sağlamış, hatırlatmalarda bulunmuştur.
[1] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 149.
[2] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 150-151.
[3] Tirmizi, Menakıb, 3927; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 27796; Hâkim, Müstedrek, 7078.
[4] Hâkim, Müstedrek, 7081; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, 16600.
[5] Hâkim, Müstedrek, 7079.
[6] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, 16600.
[7] Hâkim, Müstedrek, 7080.
[8] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s 16.