Mucize ile keramet arasında ne gibi farklar vardır açıklar mısınız?
Mucize: Yüce Allah’ın peygamberlik davasında bulunanı tasdik etmek için onun eliyle gösterdiği harikulade olaylardır. Mucize Allah tarafından peygamberin davasını tasdiktir. Nasıl ki padişahın meclisinde “Padişah beni filan işe memur etmiş” desen ve senden o davaya bir delil istenilse; padişah “evet” dediğinde seni tasdik etmesi gibidir.
Mucize Cenab-ı Hakkın fiilidir. İnsanlar dengini getirmekten acizdirler. Peygamberlerin iradelerinin bir müdahalesi söz konusu değildir. Her peygamberin mucizesi çağdaşlarınca bilinen ve yaygın olan şeyler türünden olur. Hz. Musa(as) zamanında sihir, Hz. Davud(as) zamanında musiki, Hz. İsa(as) zamanında tıp, Hz. Muhammed(sav) zamanında belagat olduğu gibi.
Mucizenin özellikleri:
Allah’ın fiili olması
Harikulade olması
Peygamberlerde zuhur etmesi
Peygamberin isteğine uygun olması
Peygamberi inkar edenlere karşı kendisinin hak peygamber olduğunu ispat için onlara meydan okuması
Denginin getirilememesi
Keramet: Peygamberlik davasında bulunmayan, velilerde zuhur eden harikulade hadiselerdir. Veli ise; mümkün olduğu nisbette Allah Teala ve sıfatları hakkında marifet ve bilgi sahibi olan, ibadet ve taatlara sürekli riayet eden, günah ve kötülüklerden daimi kaçınan, hazlara, şehvet ve hırsa dalmaktan uzak kalan kişidir.
Kerametin hakikat ve mahiyetinin delili, sahabe ve onlardan sonra gelenleden zuhur edip de tevatür derecesine ulaşan ve onun için inkarı imkansız olan harikulade hadiselerdir. Kur’an-ı Kerimde Hz. Meryem'den( Âl-i İmran, 37), Hz. Süleyman'ın(as) veziri Asaf'tan (Necm, 40) harikulade hadiselerin zuhur ettiği açıkça ifade edilmiştir.
Kerametler, velilerin mensup oldukları dinin hak ve tabi oldukları nebinin peygamberlik davasında doğru olduğuna delil olmasıyla peygamberlerin mucizeleri olur.(Aldullatif Harputi, Tenkihu’l Kelam Fi Akaid-i Ehli’l İslam, Diyanet Vakfı Elazığ Şubesi, Süleyman Uludağ, Şerhu’l Akaid Tercümesi, Dergah Yayınları)
Bediüzzaman Hazretleri kerameti şu misalle izah eder: Nasılki bir padişahın âdi bir hizmetkârı ve bîçare bir neferi; padişah namına feriklere, paşalara hedaya-yı şahanesini ve nişanlarını veriyor, onları minnetdar ediyor. Eğer ferikler ve müşirler, "Bu âdi nefere neden tenezzül edip, elinden ihsan ve nişanları alıyoruz?" deseler, mağrurane bir divaneliktir. Eğer o nefer dahi; vazifesinin haricinde müşire kıyam etmezse, kendini ondan yüksek görse, eblehçesine bir divaneliktir. Hem eğer o memnun olan feriklerden birisi, müteşekkirane o neferin kulübeciğine tenezzülen misafir gitse; kuru ekmekten başka bulmayan o nefer mahcub kalmamak için, o hali gören ve bilen padişah -elbette o neferini mahcub etmemek için- matbah-ı şahaneden, sadık hizmetkârının muhterem misafirine tabla gönderir; öyle de: Kur'ân-ı Hakîm'in sadık bir hizmetkârı, ne kadar âdi olursa olsun Kur'ân namına, en büyük insanlara emirlerini çekinmeyerek tebliğ eder ve en zengin ruhlu olanlara Kur'ânın âlî elmaslarını yalvararak mütezellilane değil, belki müftehirane ve müstağniyane satar. Onlar ne kadar büyük olursa olsun, o âdi hizmetkâra, vazife başında iken tekebbür edemezler. Ve o hizmetkâr dahi, onların ona müracaatında, kendine medar-ı gurur bulamaz.. ve haddinden tecavüz etmez. Eğer o hazine-i kudsiyenin müşterileri içinde bazıları, o bîçare hizmetkâra velâyet nazarıyla baksalar ve büyük tanısalar; elbette hakikat-ı Kur'âniyenin merhamet-i kudsiyesi şanındandır ki, o hizmetkârını mahcub etmemek için, hazine-i hassa-i İlahiyeden, o hizmetkârın hiç haberi ve medhali olmadan, onlara meded versin ve himmet ederek feyizdar etsin.