Soru

On Birinci Reşha'nın Şerh ve İzahı / 19. Söz

19. Söz Mucizat-ı Ahmediyye Risalesinin On Birinci Reşha'sını kısaca açıklar mısınız?

Tarih: 22.11.2024 10:34:30

Cevap

19. Söz'ün 11. Reşhasını cümle cümle kısaca izah edelim. Şöyle ki:

Böyle acîb ve muammâ-âlûd şu kâinâtın perde-i zâhirîsi altında, elbette ve elbette böyle acâib bizi bekliyor.

Böyle acayip ve anlaşılması zor şeylerle dolu şu kâinatın görünen perdesi altında, elbette ve elbette böyle acayip şeyler bizi bekliyor.

Kâinatta sıradan diyebileceğimiz hiçbir şey yoktur. Sıradan dediğimiz şeyler, sadece biz alıştığımız için bize sıradan geliyor. Bir çekirdeğin ağaç olması, bir su damlasından insanların ve hayvanların yaratılması, her gün güneşin doğması, yağmurun yağması, rüzgarın esmesi ve kuru odunlar gibi ağaçlardan yaş meyveler çıkması gibi bütün şeyler aslında çok garip ve acayiptir. Görünenin arkasında nice görünmeyen hikmetler, gayeler ve ilahi tecelliler bulunmaktadır. İşte böyle acayip kâinat perdesinin arkasında elbette daha acayip şeyler bizi bekliyor. Biz bu acayipliklerin hiçbirini bizler kendimiz tam olarak bilemeyiz.

Böyle acâibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu‘ciznümâ bir zât lâzımdır. 

Böyle acâibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mucizeler gösteren bir zât lâzımdır. 

İşte kâinatın görünen perdesinin arkasındaki bu acayip sırlı hakikatleri, Allah'ın isimlerinin tecellilerini, fayda ve gayeleri bizlere haber verecek olan harika ve üstün bir Zât (sav) lazımdır. Aksi takdirde varlıkların yaratılışındaki hikmetler ve gayeler anlaşılmaz. Oysa ki; “Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kâğıttan ibaret kalır.”[1]

Hem kâinattaki sırları ve hikmetleri haber veren Zât (sav), mucizeler göstermelidir. Hayvanları, taşları ve ağaçları Allah'ın izniyle dile getirip konuşturmalı, onların Allah'ın varlığına ve birliğine olan şehadetlerini bizzat kendilerinden duyurmalıdır. 

Evet, Hz. Peygamberin (sav) gösterdiği bine yakın mucizelerin hepsi, kâinatın sahibi olan Allah tarafından O'nun (sav) peygamberliğinin doğrulandığının delillerindendir.

Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki: O zât görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor

Peygamber Efendimizin (sav) hayatına baktığımızda bütün sözlerini bilerek ve görerek söylediğine şahit oluyoruz.  Peygamber Efendimiz (sav) bir şey söylediği zaman “böyle imiş, öyle zannediyorum” gibi kelimeler hiç kullanmamıştır. Her zaman kesin ve net ifadeler kullanmıştır. Cennetten, cehennemden, meleklerden, cinlerden, kıyamet hadiselerinden, ahir zamandan kısacası gayb âlemlerine dair söylediği sözlerine baktığımızda bunların hepsini görerek ve bilerek söylediğini anlıyoruz.  Buna dair başta Kur'ân-ı Kerim'de olmak üzere siyer-i nebevide çok örnekleri görebiliriz.

Hem bizi ni‘metleriyle perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı bizden ne istiyor, marziyâtı nedir? Pek sağlam olarak bize ders veriyor.

Hem bizi ni‘metleriyle besleyen şu semâvât ve arzın İlâhı bizden ne istiyor, razı olduğu şeyler nedir? Pek sağlam olarak bize ders veriyor.

Bu cümlenin izahını Bediüzzaman Hazretleri Miraç Risalesinin 2. Meyvesinde bilmana özetle şöyle yapmaktadır:

Her insan kendisine nimet veren birisini veyahut iyilik etmeyi seven bir padişahı sever ve onu memnun etmek ister. Onun memnun olacağı şeyleri bilmek ister ve der ki: “Keşke o padişahla haberleşebilsem, konuşabilsem, benden ne istediğini öğrenebilseydim. Onun hoşuna gidecek şeyleri bilseydim.”

Evet insan kendisi gibi bir insanın bile razı olacağı şeyleri bu derece bilip uygulamak ister. Onun razı olduğu şeyleri kendisine haber verene de çok müteşekkir olur. Halbuki Resul-ü Ekrem Efendimiz (sav) kâinatın yaratıcısının razı olduğu namaz, oruç, şükür ve sabır gibi ibadetleri ve bütün İslâm hakikatlerini bizlere ders veriyor. Bizzat tatbik ederek bizlere örnek oluyor.

Peygamberimizin (sav) izahları ve uygulamaları olmadan Kur’ân’ı tam olarak anlayamayız. İşte Kur’ân’ın hükümlerini anlama, yaşama ve anlatma noktasında işin ehli Peygamber Efendimizdir (sav). Peygamberimiz (sav), kendisine indirilen vahiyleri tebliğ etmekle mükellef olduğu gibi âyetleri şerh etmek, tebyin etmek yani açıklamak, izah etmekle ile de görevlendirilmiştir.

Kur’ân, hükümleri ana hatlarıyla anlatır; pek az konu haricinde detay vermez. Nitekim Kur’ân’da niçin yapılması noktasında oldukça çok izahlar varken nasıl yapılacağı noktasındaki izahlar pek azdır. Kur’ân’ın pek çok yerinde “Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin”[2] gibi âyetler vardır. Allah (c.c) namaz kılmayı ve zekât vermeyi emretmiş fakat bu ibadetlerin nasıl yapılacağı hakkında ise ayrıntı vermemiştir. Cenâb-ı Hak bunların nasıl yapılacağını Peygamberimize (sav) Hz. Cebrail (as) aracılığıyla öğretmiştir.[3] Peygamberimiz (sav) de bunları ugulamalı bir şekilde ümmetine ders vermiştir. Müslümanlar olarak namazların rekatlarını, namazı bozan ve bozmayan durumları, orucun şartlarını, namaz ve gusül abdestinin alınışını ve hangi durumlarda bozulacağını, zekatların bütün detaylarını, kurbanlık hayvanların özelliklerini hasıl-ı kelam tüm ibadetlerin bütün ayrıntılarını ve yapılış tarzlarını Sevgili Peygamberimizden (sav) öğrenmekteyiz. 

Konuya dair El-Müstedrek’te kaydedilen bir rivayet dikkat çekicidir: 

Ashabtan İmran İbnu Husayn (r.a) Peygamberimizden (sav) hadis rivayet ederken bir adam atılarak: “Ey Ebu Nüceyd, bize Kur’an’dan anlat” der. İmran adama şu cevabı verir: “Sen ve arkadaşların Kur’an okuyorsunuz Hatîbu’l Bağdâdî tarafından El-Kifâye’de kaydedilen vechinde İmran (r.a) itirazcıya daha açık bir dille şöyle der: “.Sen ve arkadaşların. Bana söyler misiniz, namaz ve namazla ilgili rükünler nelerdir? Keza altun, deve, sığır ve diğer çeşit mallara terettüp eden zekât ne miktardadır? Ben Resulullah aleyhissalatu vesselamı gördüm sen görmedin. Resulullah aleyhissalatu vesselam bize zekâtı şöyle şöyle vermemizi emretti.” Bu açıklama karşısında ikna olan adam: “Bana hayat verdin, Allah da sana hayat versin.” der. Aynı hadiste sadece Kur’an’a dayandığınız takdirde öğle namazının dört rekât olduğunu, Kâbe’yi tavafın yedi kere olacağını, Safa ve Merve arasında da say yapılacağını ayetlerde bulabilecek misiniz?”[4] demiştir.

Hem bunlar gibi daha pek çok merak-âver, lüzûmlu hakāiki ders veren bu zâta karşı her şeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken; 

Hem bunlar gibi daha pek çok merak uyandıran, lüzûmlu hakikatleri ders veren bu zât’a (sav) karşı her şeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken;

Peygamber Efendimiz (sav) insanların merakını giderecek lüzumlu çok hakikatleri ders vermiştir. Mesela insanoğlunun dünyaya nasıl gönderildiği, neden gönderildiği, ruhlar âlemi, öldükten sonra nereye gideileceği, kâinatın nasıl var olduğu gibi çok merak edilen meselelerle alakalı ikna edici dersler vermiştir. Peygamber Efendimiz (sav) bilmediğimiz hayalimizin bile ulaşamadığı âlemlerden detaylı bir şekilde haberler vermiştir. Cennet gibi bütün arzularımızın gerçekleşeceği, Cehennem gibi bütün suçluların cezasını göreceği, ruhlar âlemi ve berzah âlemi gibi gibi çok acayip âlemlerden bahsedip biz ümmetine dersler vermiştir.

İşte Allah'ın en seçkin ve en sevgili kulu olan Sevgili Peygamberimiz (sav), bu fani dünya hayatından sonra ebedi bir saadet yurdu olan cennetin var olduğunu haber vermiş. İman edip Allah’ın rızası dairesinde yaşayanların ebedi saadet yurdu olan cennet ile ödüllendirileceklerini müjdelemiştir. Mirac Gecesi'nde bizzat Cenneti gezerek oranın eşsiz nimetlerinden nizleri haberdar etmiştir. Cehennemi de görerek oranın azabından ve dehşetinden bizleri sakındırmıştır.

Bizler dünyaya ait meselelerde, sevdiğimiz bir insanın razı olduğu şeyi bize söyleyen birini can kulağıyla dinlediğimiz halde, Peygamber Efendimize (sav) karşı lakayt kalmak olabilir mi? Aksine bu kadar merak uyandıran haberleri getirene ve insanlığın asırlardır merak ettiği suallerine doğru ve ikna edici bir şekilde cevaplar veren bir Zat'a (sav) karşı her şeyi bırakıp O'na koşmak, O'na tabi olup yönelmek gerekmez mi?

Ekser insanlara ne olmuş ki sağır olmuşlar, kör olmuşlar, belki dîvâne olmuşlar ki; bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?

Durum böyle olması gerekirken insanların çoğuna ne olmuş ki sağır olmuşlar? Peygamber Efendimizin (sav) söylediklerine kulak tıkıyorlar. Getirdiği hakikatleri görmüyorlar? Körlük ediyorlar. Onu (sav) anlamayıp divanelik (akılsızlık) ediyorlar?

Evet Onun (sav) sözlerini dinlemeyenin sağırdan farkı var mıdır? Onun (sav) getirdiği hakikatleri görmeyenin körden farkı var mıdır? Kâinatın sahibinden haberler getiren birisini dinlememek, görmemek, delilik değil midir? İnsanın hem bu kısa dünya hayatını hem de sonsuz hayatını kurtaracak bilgileri getiren bir zatı dinlememesi, görmemesi elbette körlüktür, sağırlıktır, akılsızlıktır.


[1] Bediüzzaman Said Nursi, Tılsımlar , Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2013, s.15

[2] Bakara, 2/43

[3] Ebû Dâvûd, “Salat”, 2

[4] Hâkim, el-Müstedrek, 1: 180, h. No: 372., Hatib Bağdâdî, el-Kifâye, 1: 105, h. No: 24


Yorum Yap

Yorumlar