"Sonra (çok perdeler geçerek Rabbine) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, kab-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın oldu!" (Necm, 8-9) Bu ayet Peygamberimize ve Allah'a (cc.) mı işaret ediyor?Sorunun cavabı evetse (Haşa) Peygamberimiz bütün kainatı dolaştıktan sonra, Allah'ın bir mekanı mı var ki ''iki yay mesafesi kadar yaklaştı'' ifadesi kullanılıyor?
Kab-ı Kavseyn
Evet, Cenabı Hak'tan ve Peygamberimizden bahsediyor. Bu Allah'ın böyle bir şeye muhtaç olmasından değil mümkinat cinsinden olan Peygamberimizin ihtiyacından ileri geliyor. Çünki görüştüğü kişi mahluktur, zaman ve mekanla mukayyeddir(kayıtlıdır). Fakat Allah, vacib'ül-vücuddur, mekandan münezzeh olmakla beraber her mekanda hazır ve nazırdır. Bir kuluyla istediği şekilde görüşebilir. Buna tenezzülat-ı İlahiye yanı Allah'ın kulunun seviyesine inmesi onu muhatab kabul etmesi denir.
Sonra Kab-ı kavseyn bir makam ismidir. Nasılki Cennetül-me'va var veya Sidretül-münteha var onun gibi Kabı-kavseyn denilen bir makamda kulu olan Muhammedi (a.s.m) kabul ediyor diğer bütün varlıklardan üstünlüğünü, büyüklüğünü, büyük vazifelere atandığını bütün mahlukata gösteriyor.
Arablardan iki reis veya iki büyük kişi anlaşma yapıp bunu imzaladıklarında, her biri yayını çıkarır ve her biri yayları üst üste çakıştırarak (yani paralel tutarak) gererler.(ve bir ok atarlar). Onların maiyyetindeki ademler ise karşılıklı olarak avuçlarını birleştirir, kulaçlarını gererler (Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir). Bu onların her birinin rızası diğerinin rızası, gadabı diğerinin gadabı olup hilafı mümkün olmayacak şekilde ahidleştiklerine işaret olurdu. (Elmalılı H.Yazır). Kab-ı Kavseyn arabların örflerinde bu şekilde yakınlığı ifade etmek için kullanılmıştır.(Razi)
Bu manaya göre Kab-ı Kavseyn iki farklı makam arasında yakınlık ve uyumu gösterir. Ki makamlardan biri vücb diğeri imkan mertebeleridir. Öyle ise Üstadımızın : Kab-ı Kavseyn’e, yani : imkan ve vücub ortasında Kab-ı Kavseyn ile işaret olunan makama girecek ve Zat-ı Celil-i Zülcemal ile görüşecektir(Miraç Risalesi.2.Esas 2.Temsil) ifadesinde Kab-ı Kavseynin, imkan ve vücubortasındaki bir makam olduğu anlaşılmamalıdır. Burada Kab-ı Kavseyn, imkan ve vücubu ve onların yakınlığını temsil eder. Ortası ise ayetteki(ev edna) ile işaret edilen makamdır. Kab-ı Kavseyn ile o makama işaret edilmiştir ve daha yakınlığı ifade eder.
Bu hakikat için Risale-i Nur da birkaç yerde verilmiş olan Kamer temsilini kullanabiliriz.”Eğer, güneşin mertebe-i asline yanaşmak ve bizzat doğrudan doğruya güneşin zatı ile görüşmek istersen, o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüt etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lazım gelir. Adeta sen, manen tecerrüt cihetiyle Küre-i Arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve Kamer kadar yükselip, Bedir bigi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüşüp, bir derece yanaşmak dava edebilirsin…. Kuvvetin varsa temsildeki dekaikı tatbik et…(16.Söz.şua)”…
Bu temsili incelemeden önce dikkat edilmesi gereken bir husus: bu temsildeki kavramlar nazar-ı zahiriye göredir. Hakikate göre değildir. Örneğin” Kamer kadar yükselip” hükmü, kamerin bizim üzerinde durup baktığımız noktaya göre yüksekliğidir ki bütün küre-i arzın, bizim bulunduğumuz noktada olduğu kabul edilmiştir. Böylece zahiri nazarımıza göre kamer yüksek olmuş olur. Hakikatte ise böyle bir şey söyleyemeyiz. Çünkü uzayda yükseklik alçaklık kavramı söz konusu değildir. Uzayın referans olacak bir zemini yoktur. Vs. diğer teşbihlerede bu noktadan bakılmalıdır.
Şimdi hakikat: ilk önce manen tecerrüt cihetiyle Küre-i Arz kadar büyüyeceksin, ve, hava gibi ruhen inbisat edeceksin yani külliyet kesb edeceksin. Yani bütün arzda tecelli eden esma-i hüsnayi birden ayinei ruhunda göstereceksin. Böylece manen arz kadar büyümüş olacaksın. Temsildeki arz, bütün kainatı, mümkünatı ve kesreti ifade eder. Yani imkan tarafını temsil eder.
Sonra Kamer kadar yükselip Bedir(dolunay) gibi mukabil geleceksin yani cüziyyeten tecerrüd edip arzdan ayrılıp, bize ışık veren ve güneşin ziyasının bir arşı olan(arş-ı a’zama işarettir) semadaki kamerin makamına çıkacaksın… Burada Sema, en büyük sema tabakasını ve semavatın en nihayetini temsil eder. Görünmeyen güneş ise zat-ı ilahiyi ve vücubu temsil eder.(temsilde kusur aranmaz). Kamer ise Kab-ı Kavseyn makamını temsil eder ki güneş ile arz arasında hem güneşe hem arzı benzeyen ve ikisinin birleştiği makamdır. Yani hakikatte vücub ile imkan kavslerinin (yaylarının) birleştiği yerdir. Daha doğrusu vücubun imkana en azami taalluk ettiği makamdır ki; kamer, cismiyle, şekliyle ve ziyaya ihtiyacı ile küre-i arza yani mümkünata benzediği ve onu temsil ettiği gibi ,külliyet ve ulviyyet ile ziyaya olan mazhariyyet ile de güneşe benzer ve onu temsil eder. Yani güneşe a’zami mertebede ayine olur. Yani Kab-ı Kavseyn (Kamer) makamına çıkan Zat-ı Ahmediye(A.S.M). mümkünat canibini temsilen, Mümkünatta tecelli eden bütün esma-yı hüsnayi birden ayine-i ruhunda gösterebilecek bir ulviyet ve bir külliyet ile kesretten vahdete, vücuba doğru yanaşmış. Ve Şems-i Ezel ve Ebede (güneş) tecelli-i zatıyle Ehadiyet Sırrıyle ayine olmuş. Yani İmkan ve vücub Kavslerinin birleştiği makamda şems-i Ezel ve Ebed ile görüşmüş “insanın camiiyeti ve şecere-i kainatin en münevver meyvesi olduğundan, bütün kainatta, cilveleri tezahür eden Esma-i Hüsanayi , birden ayine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı Hak, tecelli-i Zatıyle ve Esma-i Hüsna ‘nın azami mertebede , nev’i insanın manen en a’zam bir ferdine, tecelli-i a’zam tezahür eder ki; bu tezahür ve tecelli Mi’rac-ı Ahmedi(A.S.M) sırrıdır ki : onun velayeti , risaletine mebde’ olur….(miraç.1.esas.2.temsil)”
Bazı şeyler vardır ki akıl idrakte zorlanabilir. Çünki aklın da bir haddi ve sınırı vardır. Böyle durumlarda teslimiyet devreye girmelidir. İdrak-i meali bu akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.