Miraç kandilini neden kutluyoruz? Önemi nedir?
Miraç yükseğe çıkmak manasında olan “uruc” kökünden türemiş bir isimdir ve merdiven demektir. Bu itibarla miraç, Resulullah Efendimiz’in (s.a.v) yeryüzünden ulvi makamlara yükselme vasıtasıdır. Miracı anlatan hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) “u’rice bi” (yükseğe çıkarıldım) tabiri sebebiyle bu mucize “miraç” adıyla anılmıştır. Recep ayının 27. gecesi miraç gecesidir.[1]
Miraç, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) manevi makamlarda ve kemalat mertebelerinde yükseldiği manevi bir seyahattir. Yani sıradan bir yolculuk değil, bir terakki, manevî bir yükseliştir. Cenâb-ı Hak bu seyahatle, bütün âlemlere rahmet olarak gönderdiği Resulü’ne yedi kat semadaki saltanatının merkezlerini ve oralarda tecelli eden Esmâyı Hüsnâ’sını göstermiştir. Şahit olduğu bütün o tecelliler, mübarek ruhundaki bütün kabiliyetleri inkişaf ettirmiş ve kâinatta tecelli eden bütün Esmâyı Hüsnâ’ya en yüksek derecelerde mazhar olmuştur. İşte bu Esmâyı Hüsnâ’ya en yüksek derecede mazhariyet, mirac-ı Ahmedî sırrıdır. Bu şekilde manen terakki ede ede, tâ Cenâb-ı Allah ile perdesiz konuşup görüşecek bir kabiliyete ulaşmış ve bütün kâinatı geride bırakarak Kab-ı Kavseyn makamında âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın perdesiz cemaline ve hitabına mazhar olmuştur.[2]
Allah-u Teâlâ, varlık ve birliğinin delillerini en ileri düzeyde göstermek için en şerefli, en seçkin ve en sevgili kulunu -tüm mahlûkatı temsilen- huzuruna kabul etmiştir. Bu huzura kabul ediliş aynı zamanda Peygamberimiz’in (s.a.v) manevi bir yükselişidir. Bu yükselişle Sevgili Peygamberimiz, hiçbir varlığa nasip olmayan ilahi sırlara ve hikmetlere vâkıf olmuştur. Aynı zamanda Rabb’imiz, Miraç ile Resulullah Efendimiz’in tüm varlıklardan üstün olduğunu yer ve gök ehline göstermiştir.
Allah-u Teâlâ, Miraç’ta Peygamberimiz’e (s.a.v) bütün âlemleri seyrettirmiştir. Böylece kâinatın varoluşundaki ilahi maksatları ve gayeleri bizzat göstermek, anlatmak ve onun vasıtasıyla da insanlığa bildirmek için onu temsilci olarak seçmiştir. Miraç ile Peygamberimiz (s.a.v) bu hakikatlerin gerçekleştiği mekânları bizzat görmüş duymuş, gezmiş ve Miraç dönüşünde bu hakikatleri tüm insanlığa ilan etmiştir.
Miraç ile Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), kâinatın sultanı olan Allah-u Teâlâ’yı en yüksek bir mertebede bilmiş ve tanımış, onun şu âlemi yaratmaktaki ilâhî maksatlarını en yüksek bir şuur ile anlamıştır. Böylelikle, umum kâinatla alakadar olan peygamberlik vazifesinin gerektirdiği bütün bilgi ve marifetlerle en mükemmel bir şekilde donanmış olarak geri dönmüştür.[3]
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) dünya ehline gösterdiği en büyük mucizesi ayı ikiye yarması olduğu gibi semavat (gökyüzü) ehline gösterdiği en büyük mucizesi de miraçtır.[4]
Miraç hadisesinde Cenâb-ı Hak (c.c), Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) şu üç şeyi hediye ederek kullarının arasına göndermiştir:
İşte miraç gecesinde Allah (cc) peygamber efendimiz (a.s.m)’in mübarek şahsında onun ümmetine karşı olan şefkat ve merhametini bu şekilde göstermiştir. Bizler de bu müjdelere karşı rabbimize ibadet ve şükran olarak bu mübarek geceyi ihya ediyoruz. Miracın kıymet ve önemi bundan dolayıdır.
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” [6]
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz’e peygamberliğinin delili olarak pek çok mucizeler verilmiştir. Bu mucizelerin en başında gelenlerden birisi de Miraç mucizesidir.
“İsra” ve “Miraç” gibi meseleleri kabul etmek, önce Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmekten geçer. Yani Miraç gibi anlaşılması zor meseleler, iman esaslarını kabul etmeyen kimselere doğrudan ispat edilemez. Zaten Allah'a inanmayan, peygamberleri kabul etmeyen ve melaikeyi inkâr eden kimselere Miraçtan bahsedilmez. Bu kişilere öncelikle imanın temel esasları ispat edildikten sonra, Miraç gibi meseleler anlatılabilir. [7]
İsrâ ve Miraç hadisesi, en sahih kabul edilen rivayete göre, Hz. Hatice ile Ebû Talib'in vefatlarını takip eden dönemde, Hicretten bir veya bir buçuk yıl önce (27 Receb 620) meydana gelmiştir. [8]
İsrâ ve miracın gerçekleştiği hususunda, ehl-i sünnet âlimleri arasında ihtilaf yoktur. İsrâ ve Miraç mucizesi hakkındaki ihtilaflar, bu vakıanın aslına değil, ayrıntılarına dairdir.[9]
Ayette geçen “esra” ifadesi gece yürüyüşü manasındadır.[10] Çünkü dil bilimcileri “esra” ile “sera” fiilinin aynı manaya geldiğini söylemişlerdir[11]. Miraç ise sanki manevi bir asansörle[12] yükselmek, yükseğe çıkmak anlamlarına gelmektedir.[13].
İsra ve Miraç ile ilgili rivayetlerin farklı olması birbirini desteklemesi açısından son derece önem arz etmektedir. Çünkü bir olayın vukuuna ait farklı ifadeler o olayın olmadığına değil tam aksine olayın vukuuna delalet eder. Bunun için muhtelif rivayetlerden yola çıkarak “İsra” ve “Miraç” olayını şöylece özetleyebiliriz: “Peygamberimiz (s.a.v) Mekke’de iken Cebrail (a.s) vasıtasıyla önce Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ’ya götürülmüştür. Orada tüm peygamberlere namaz kıldırmış, sonrasında da “Miraç” dediğimiz semaya yükseltilme olayı vuku bulmuştur. Bu yükseltilme esnasında yedi kat semayı, cennet ve cehennemi geçerek bütün kâinatı geride bırakmış Sidret-ul Münteha’da Kab-ı Kavseyn’e ulaşmıştır. Bu seyahat esnasında maddenin ve tüm kâinatın arka planındaki gerçek işleyişini, Allah-u Teala’nın her bir âlem ve her bir tabakadaki ayrı ayrı isimlerinin tecellisini müşahede etmiş ve kelamını işiterek Rabb’inin sohbetiyle müşerref olmuştur.”[14]
İslam âlimleri, Kur’an-ı Kerim’de “İsra” olayı açıkça anlatıldığı için bunu inkâr edenin kâfir olacağını belirtmişlerdir. Çünkü bu, açıkça Kur’an ayetini inkâr olur. [15] Miraç olayı ise Necm suresinde bir derece kapalı olarak anlatılmıştır: “Kendisine (o vahyi), kuvveleri şiddetli, mükemmel bir akla sâhip olan (Cebrâîl) öğretti. Bunun üzerine doğruldu. Ve o, en yüksek ufukta idi. Sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, kab-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın oldu! İşte (Allah) kuluna vahyettiğini, vahyetti. (Gözleriyle) gördüğünü, kalb(i) yalanlamadı.” Bu ayetlerde, Peygamberimiz’in (s.a.v) ismi açıkça zikredilmediğinden ve mevzu bir derece kapalı olduğundan, İslam âlimleri Mirac’ı inkâr eden kâfir olmaz, fakat ehl-i bid’at [16] olur ve doğru yoldan sapmış olur,[17] demişlerdir.
İsra ve Miraç olayı 45 sahabe tarafından bize nakledilen,[18] inkârı mümkün olmayan ilahî bir mucizedir. Hz. Peygamber’in İsra ve Miraç gecesinde karşılaştığı olaylar, gördüğü ayetler ve manevi âlemlerde gördüğü muamele onun Allah katında ne kadar büyük bir değere sahip olduğunu ortaya koyması bakımından da ayrıca önemlidir. Allah-u Teala, Peygamber Efendimiz’e bu seyahatle hiçbir varlığa nasip olmayan sırları ve mekânları bizzat göstererek onu tüm âlemlere üstün tutmuş ve onun tüm âlemler için gönderildiğini de bizzat huzuruna alarak tescillemiştir.[19] Maalesef bazı ehl-i bid’a, Allah’ın (c.c) ona (s.a.v) bahşettiği mucizeleri inkâr ediyor ve onun nübüvvetine gölge düşürmeye çalışıyor.
Bu makale 20 Konuda Ehl-i Sünnet müdafaası, isimli kitaptan özetlenerek alınmıştır. [20]
Ayrıca aşağıdaki linkleri inceleyebilirsiniz:
https://risale.online/soru-cevap/mirac-nasil-oldu
https://risale.online/soru-cevap/mirac
https://risale.online/soru-cevap/mirac-2
https://risale.online/soru-cevap/mirac-hadisesi-ne-kadar-surdu
[1] İbn-i Kesîr, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, trc. Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1994), 9: 4650, 4671.
[2] Bediüzzaman, Sözler, 245.
[3] Bediüzzaman, Sözler, 249.
[4] Bediüzzaman, Sözler, 327.
[5] Müslim, “İman”, 279.
[6] İsra, 17/1.
[7] Bediüzzaman (Said Nursi), Sözler, (İstanbul: Altınbaşak Neşriyat. (Osmanlıca Nüsha), 2010), 241.
[8] İbn-i Kesîr, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, trc. Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1994), 9: 4650,4671, M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Baskı Sayısı yok (İstanbul: Köksal Yayıncılık, 2005), 2: 201.
[9] İbn-i Kesîr, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, 9: 4654.
[10] Ebi Abdullah Muhammed Bin Ahmed El-Ensarî el-Kurtubi, el-Camiu Li Ahkami’l-Kur’an, trc. M. Beşir Eryarsoy (İstanbul: Buruc Yayınları, 2001), 10: 317.
[11] Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb veya Tefsîrü’l-Kebîr, nşr. Daru'l İhya et Turas el-Arabî, (Beyrut: 1420), 14: 388.
[12] Elmalı’lı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 2. Baskı (İstanbul: Huzur Yayınevi, 2005), 5: 464.
[13] Köksal, İslam Tarihi, 2: 201
[14] Bediüzzaman, Sözler, 245.
[15] Kadı İyaz, Şifa-i Şerif, trc. Mehmet Yaşar Kandemir, 7. Baskı (İstanbul: Tahlil Yayınları, 2017), 1: 372.
[16] Ömer en-Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, trc. M. Seyyid Ahsen, 17. Baskı ( İstanbul: Bayrak Yayınları, 1995), 228.
[17] Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri(el- Usûlü’l-münîfe li’l-İmam Ebî Hanîfe), trc. İlyas Çelebi 6. Baskı (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2017), 117.
[18] Kettâni, Mütevatir Hadisler (Nazmul Mütenasire Minel Hadisil Mütevatire), trc. Hahifi Akın, 1. Baskı, (İstanbul: Karınca Yayınları, 2003), 489.
[19] Bediüzzaman, Sözler, 241-245.
[20] Detaylı bilgi için bkz: 20 Konuda Ehl-i Sünnet müdafaası, 1. Baskı. (Isparta: Süeda yayınları, 2020), 90-112, 248-250.