Eğer insan benliğine mîzân nazarıyla bakarsa, kâinâttan zihnine akıp gelen âfâkî ma‘lûmâtı kendi ma‘lûmâtıyla tasarruf eder. Ve sıfât-ı İlâhiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdîk eder. Yine merciine iâde eder. Ve bu sâyede قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا daki مَنْ şumûlüne dâhil olarak bihakkın emâneti îfâ etmiş olur...1
Soruda geçen bölümün yer aldığı Şemme risalesindeki yeri bir bütün olarak kısaca izah edelim.
"ENE" NEDİR? NİÇİN VERİLMİŞTİR?
Kâinattaki varlıkların, olayların görünüşte ifade ettikleri bir anlam olmakla beraber bu anlamın ötesinde esas ve gerçek anlamları gizlenmiştir. Rabbimizin isimlerine ve sıfatlarına bizi ulaştıran bu manaları fark edebilmek, okuyabilmek, anlayabilmek âdeta o gizli hazineleri açabilmek için insana "ene" denen bir anahtar verilmiştir. Serbestçe kullanılan bir benlik olan bu anahtar ruhumuza takılmıştır. "Ene"; farazî ve hayalî bir kıyâs imkanı vererek insanın, bir sahiplenme duygusu ile Allah'ın kâinattaki fillerini ve o fiillerin ardındaki bütün isim ve sıfatlarını bir derece görebilmesini sağlar. Fakat "ene" de, kapısı kapalı bir bilmecedir. Doğru anlaşılması çok önemlidir.
"ENE"NİN YÖNLERİ
Bir yönüyle hayır diğer yönüyle şer olan "ene" nin iki yönü vardır. Hayır yönünde kişi, üzerindeki bütün fillerin sahibinin ve yaratıcısının Allah olduğunu kendisinin buna mazhar olduğunu bizzat farkındadır. Ancak şer yönüyle kişi bu farkındalıktan uzak olup kendini bizzat yapan olarak zanneder.
Bir termometre yada bir barometrenin bir ortamdaki basınç ve sıcaklığı artırmak ya da azaltmak gibi bir güç ve yeteneği olabilir mi? Sadece ortamdaki basınç ve sıcaklığı ölçüp göstermek için bir vazifesi vardır. "Ene"nin vazifesi de böyle ölçüm yapmak içindir. İnsan kendindeki ve kâinattaki Allah'ın sıfatlarını anlamak için emanet olarak "ene" insana verilmiştir.
"ENE"NİN DOĞRU VE YANLIŞ KULLANIMI
Eğer insan, benliğini ölçüm yapmak yönüyle kullansa kâinâtta gördüğü ve böylelikle zihnine gelen bilgileri kendi farazî olan tecrübesiyle değerlendirir. Allah'ın sıfatlarını bizzat fark edip tasdîk eder. Emâneti sahibine teslim eder. Örneğin kendi sınırlı olan görmesini ölçüm yaparak her yeri ve her şeyi Allah'ın görmesini anlar. Kendinde var olan görme sıfatının da Allah'tan olduğunu bilir.
Fakat insan kendisini bağımsız görüp benliğini asıl vazifesinden uzaklaştırsa üzerinde ortaya çıkan bütün fillerin bizzat sahibi olduğu, kendisini ait olduğu düşüncesiyle hareket etmeye başlar. Halbuki o fillere ait kendisine verilen sahiplenme duygusu ona emanet olarak verilmişti. Böylelikle emanete hıyanet etmiş olur. Âyette geçen2 ve dağların, yerin ve göklerin yüklenmekten korkup kaçındıkları emanet, "ene"nin bu yönüdür. Çünkü bütün şerler, şirkler, sapkınlıklar bu cihetten doğar.
"Ene"nin ciddi bir terbiye ile zamanında önü alınmazsa, bu benlik duygusu, insanın varlığını kuşatır. Siz o kişiye her baktığınızda hatta onun her davranışında hatta onun her bir bakışında sadece o kişinin kendisini görürsünüz. "Ben", "ben" nidaları her şekilde ondan duyulmaya başlar. O, hiç bir suretle size Allah'ı hatırlatmaz.
"ENE"NİN ŞİRKE SEBEP OLMASI
"Ene" esasında bir hava, bir buhar gibi iken, kendine yanlış önem atfedilmesiyle sanki yoğunlaşarak sıvı hâline gelir. Sonra bu halin devamıyla alışıla gelip kalınlaşır. Buz gibi olmaya başlar. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sâhibini tamamen yutar. Dahası artık kendinden taşmaya da başlar. Çevresindeki her şeyi kendi ile kıyas eder. "Madem ben kendimin sahibiyim. Onlar da kendilerinin sahibidir." düşüncesiyle kendisi dışındakilerinin de sadece kendilerini gösterdiklerini başka bir anlam ifade etmedikleri fikriyle hareket eder.
Bu da ona yeterli gelmez. Daha büyük bir cüretle kendi milletinin umumunu kendi benliğine dahil edip ilave eder. Milletinden her bir ferdin varlığını fikren kendi benliğinin arkasına alarak benliğini daha katılaştırır. Onlara dayanarak buradan gelen bir cesaretle Allah'a karşı gelmeye başlar. Tam bir şeytan olur.
Şeytan da böyle yapmamış mıydı? "Âdem'e (as) secde et!" emrine karşı "Ben ateşten yaratıldım. Âdem ise topraktan yaratıldı." diyerek karşı gelmişti. Allah'ın emrine "Ben secde etmem." diyerek karşı gelmek yerine ateşten yaratılanları öne çıkartarak ve onları arkasına alarak onlardan aldığı bir cesaretle boyun eğmemişti.
Hatta insan daha da ileri giderek kâinatta ne kadar sebep varsa ister büyük olsun ister küçük olsun atomdan yıldızlara kadar hepsinin kendi başlarına hareket ettiklerini, kendilerinin sahibi kendileri olduklarını ve yalnız kendilerini gösterdiklerini düşünerek Allah'ın kâinattaki bütün fillerini o sebeplere taksim eder. Yağmur bulutun, bal arının, süt ineğin, yumurta tavuğun vs diyerek böyle böyle Allah'a ortak koşmaya başlar. Büyük bir şirke düşmüş olur.
Halbuki mülk tamamıyla Allah'a aittir. Bizler de Allah'a aitiz. Bizlerde ne varsa onlar da Allah'a aittir. Ve hepimiz ona döneceğiz. Allah'ın ne ilahlığında ne de icraatlarında hiç bir ortağı yoktur.
Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 191
Ahzâb Sûresi, 33/72.

