İlgili yer şöyledir:
Hatta bazen olur ki, masdar telakkî edilen bir üstâd, ne mazhardır, ne masdar! Belki mürîdinin safvet-i ihlâsı ile ve kuvvet-i irtibâtıyla ve ona hasr-ı nazar ile, o mürîd başka yolda aldığı füyûzâtı, üstâdının mir’ât-ı rûhundan gelmiş görür. Nasıl ki bazı adam, manyetizma vâsıtasıyla bir cama dikkat ede ede, âlem-i misâle karşı hayâlinde bir pencere açılır. O aynada çok garâibi müşâhede eder. Hâlbuki aynada değil, belki aynaya olan dikkat-i nazar vâsıtasıyla aynanın hâricinde hayâline bir pencere açılmış görüyor. Onun içindir ki, bazen nâkıs bir şeyhin hâlis bir mürîdi, şeyhinden daha ziyâde kâmil olabilir. Ve döner, şeyhini irşâd eder. Ve şeyhinin şeyhi olur.1
Bazı zamanlarda, şeyh olarak bilinen bir zât, hakikatte mânevî feyzin kaynağı veya mazharı değildir. Ancak mürîdin (talebenin) ihlâsındaki safvet (temizlik), rabıtasındaki (bağlılık) kuvvet ve bütün dikkatini şeyhine yöneltmesi sebebiyle, kendi aldığı mânevî feyizleri, şeyhinin ruh aynasından gelmiş zanneder. Bu hâl, kendi hakikatinde şeyhin mânevî bir tesirinden değil, mürîdin samimî nazarının bereketinden doğar.
Üstad Bediüzzaman, bu hâli manyetizma misâliyle açıklar: Bir kimse bir cama sürekli dikkatle bakmakla, hayal âleminde o cam vasıtasıyla âlem-i misâle bir pencere açılır. Zâhirde o garip manzaraları camda görüyor gibidir. Halbuki hakikatte camda değil, kendi dikkat ve tefekkürü sebebiyle hayalinde o pencere açılmıştır.
Bu hakikate binaen, bazen nâkıs bir şeyhin, hâlis, samimî ve ihlâslı bir mürîdi, şeyhinden daha fazla kemâl bulabilir. Böyle bir mürîd, aldığı mânevî terakkî ile zamanla kendi şeyhini dahi irşâd edebilecek hâle gelir.
Mânevî füyûzâtın asıl kaynağı mürîdin saf niyeti, ihlâsı ve samimî irtibâtıdır. Şeyh, ancak bir vasıta ve aynadır; asıl feyzi veren Cenâb-ı Hak’tır. Müridin ihlâs ve samimiyeti, O'nu şeyhinden daha yüce ve ileri derecelere çıkarabilir.
Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 166

