Meleklere inanmak neden imanın şartlarından biridir?
Meleklere iman, imanın altı şartından biridir. Çünkü imanın en temelinde Allah’a iman vardır. Sonra Allah’ın bir elçi melekle insanlara kitap göndermesi vardır. Daha sonra elçi meleğini, insanlardan seçtiği bazı peygambere göndermesi vardır. Yani, “1-Allah’a, 2-meleklere, 3-kitaplara, 4-peygamberlere, 5-ahret gününe ve 6-kadere inandık” derken bir sıra takip etmiş oluyoruz.
Görüldüğü gibi iman hakikatlerinin sıralanmasında melek hakikatine inanmak Allah’a imandan hemen sonra gelmektedir. Kur’an’da da Bakara 185 ve Nisa 136. ayetlerde, iman esasları bu şekilde sıralanmıştır ve amentü de bu sıraya göredir.
Bundan başka şunları da ilave edebiliriz: İnsan bu dünyada imtihan olmaktadır. Bu imtihanın hesap kayıtları, iki omzumuzdaki melekler tarafından kaydedilmeketedir. Ana rahmine ruhumuz bir melek tarafından getirilmektedir. Ölürken ruhumuz ölüm meleği tarafından alınmaktadır. Kıyamet İsrafil (as)’ın Sur’a üfürmesiyle kopacak ve Sur’a ikinci kez üfürmesiyle bütün âlem ve insanlık yeniden dirilecektir.
Bundan başka rüzgârları estiren, yağmurları yağdıran, kâinatta hâkim yaratılış kanunlarının takibinden sorumlu melekler vardır. Üstelik gerek yeryüzü ve gerekse yedi kat semavatın tamamı meleklerle doldurulmuş ve her an Allah’ın sanatlarını tefekkür ve O’nu zikir ve O’na ibadetle meşguldürler.
Görüldüğü gibi yukarıda saydığımız meseleler dinimizin en temel meseleleridir ve hepsinde de meleklere iman gerekmektedir. Bundan dolayı imanın altı şartı içinde sayılmaları dikkatleri melekler üzerine fazlasıyla çekmek içindir ve gayet yerindedir.
Ruhanîler, melekler ve cinler için ortak kullanılan bir tabirdir. Tafsilat için “Ruhaniler” başlıklı sualin cevabına bakılabilir.
Allah her şeye kadirdir, gücü yeter. O halde melekleri neden yaratmıştır? Yağmura “yağ” der, yağar. Bize “öl” der, ölürüz. Bu işler için meleklerin yaratılmasının hikmeti nedir?
Meleklerin bir kısmının vazifesi, kâinatta cereyan eden icraatlerde çalışmaktır. Meselâ Kur’an’da rüzgârları estiren meleklerden haber verilmiştir. Bir hadis-i şerifte, her bir yağmur tanesini bir meleğin indirdiği bildirilmiştir. Başka bir hadiste dünyadan sorumlu iki meleğe işaret edilmiştir.
Yalnız şuna dikkat etmek gerektir: Melekler Allah’ın işlerinde onun yardımcıları değildir. Allahın sonsuz kudreti yardımcıya muhtaç olmaktan münezzeh ve beridir. Bu hakikati Üstad Bediüzzaman şöyle ifade eder:
“Melaikelerin şu hizmetleri, cüz'-i ihtiyarîleriyle (iradeleriyle) bir nevi kesbdir (amelleridir). Belki bir nevi ubudiyet (kulluk) ve ibadettir. Tasarruf-u hakikîleri yoktur (gerçekten işi yapan değillerdir). Çünkü her şeyde, Hâlık-ı Külli Şey'e has (her şeyin yaratıcısı olan Allah’a mahsus) bir sikke (mühür, alamet) vardır. Başkaları parmağını icada (yaratma işlerine) karıştıramaz. Demek, melaikelerin şu nevi amelleri ise, onların ibadetidir.” (24. Söz)
Tevhid inancımız, tek bir İlâh’a iman etmeyi gerektirdiği gibi, aynı zamanda, kâinatta Allah’dan başka hakiki kudret sahibi bulunmadığına ve gerçekte ondan başka iş yapan olmadığına iman etmeyi de gerektirir. Buna işaretle İşarâtü’l İ’caz Tefsiri’nde; “tesir-i hakikî (gerçek iş yapma ve etki sahibi olma), yalnız ve yalnız Allah'ındır.” denilmiştir. “La havle ve la kuvvete illa billâh” sözü de bu hakikati ifade eder. Yani, güç ve kuvvet yalnız Allah’dandır.
Öyleyse melekler neden yaratılmıştır?
Bunun cevabı, 29. Söz’de çok güzel bir şekilde verilmiştir. Orada, Üstad Hazretleri şöyle der:
“Madem bu nihayetsiz tezyinat (süslemeler), nihayetsiz bir vazife-i tefekkür (düşünmek) ve ubudiyet (ibadet) ister. Hâlbuki ins (insanlar) ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezarete (bakışa), şu vüs'atli (geniş) ubudiyete karşı, milyondan ancak birisini yapabilir.
Demek bu nihayetsiz ve çok mütenevvi (çeşitli) olan şu vezaif (vazifeler) ve ibadete, nihayetsiz melaike enva'ları (türleri), ruhaniyat ecnasları (ruhânî varlık cinsleri) lâzımdır ki, şu mescid-i kebir-i âlemi (âlem denen büyük mescidi) saflarıyla doldurup şenlendirsin.
Evet, şu kâinatın herbir cihetinde (yönünde), herbir dairesinde, ruhaniyat ve melaikelerden birer taife, birer vazife-i ubudiyetle muvazzaf (vazifeli) olarak bulunurlar. Bazı rivayat-ı ehadîsiyenin (hadis rivayetlerinin) işaretiyle ve şu intizam-ı âlemin (âlemdeki düzenin) hikmetiyle denilebilir ki: Bir kısım ecsam-ı camide-i seyyare (gezici cansız cisimler), yıldızlar seyyaratından (gezegenlerden) tut, tâ yağmur kataratına (damlalarına) kadar, bir kısım melaikenin sefine (gemi) ve merakibidirler (binekleridir). O melaikeler, bu seyyarelere izn-i İlahî ile binerler, âlem-i şehadeti (görünen âlemi) seyredip gezerler ve o merkeblerinin tesbihatını (tesbih ve ibadetlerini) temsil ederler (onlar namına tesbih ve ibadet ederler).”
Buradan anlaşılan şudur: Melekler görünüşte yağmur damlasını indirir görünürken onu da yağmur damlasını da birlikte indiren ilâhî kudrettir. Onların gerçek vazifesi, çalıştırıldıkları işlerde tecellî eden Allah’ın sanatlarını tefekkür etmek, yani ibret alarak düşünmek ve Allah’ı tesbih etmektir.
Aslında Allah’ın işlerine ortak olmamak noktasında meleklerin hâli, insanların hâlinden farksızdır. Meselâ, insanlar tarlaları eker ve ağaçları sularlar. Böylelikle Allah, ekinleri bitirir ve meyveleri yetiştirir. Hatta insan tarlayı sürerken dahi kendi kudretiyle değil, Allah’ın kudretiyle çalışır. Fakat bunun hiç farkında olmaz ve ben yapıyorum zanneder. Hâlbuki insanın yaptığı sadece o işi yapmayı “istemekten” ibarettir.
İşte, “madem her şeyi Allah yapıyor, insanların yaratılmasına ne gerek var?” denilemeyeceği gibi, melekler için de söylenemez. Her birisinin yaratılmasının ayrı ayrı ve çok hikmetleri vardır. Bir kısım mühim hikmetlerine yukarıda işaret edilmiş oldu.