Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi, kendini unutup, âfâka dalıp, umûmî dünyayı husûsî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğerki hârika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsın.1
Eğer bir insan, kâfirler veya gaflette olanlar gibi, nefsini unutsa yani kendinin et ve kemikten yapılmış olduğunu unutarak hayatının son bulacağını düşünmese ve kendini lâyemut/ölümsüz görse, âfâka yani dış âleme, dünyanın gösterişli yüzüne kapılarak dünyevî güzelliklere, şehvete, mala, makama gönül verse ve kendine bakan âlemi, kendi dışındaki dış âlem gibi sabit ve devamlı görme yanılgısına düşecek olsa Allah muhafaza tabiat bataklığına düşer.
Ancak böyle bir insana olağanüstü bir şekilde İlâhî bir yardım eli (dest-i inâyet) uzanırsa, o zaman düşeceği bu tabiat bataklığından kurtulabilir.
Bediüzzaman Said Nursi , Mektubat, Hayrat Neşriyat, 2011, s6