Hulefa-yı mehdiyyîn ve Aktâb-ı mehdiyyîn Kimlerdir?
Bediüzzaman Hazretleri 19. Mektub Mucizât-ı Ahmediye risalesinde “İşte Büyük Mehdi’den evvel gelen emsalleri, numuneleri olan hulefâ-yı mehdiyyîn ve aktâb-ı mehdiyyîn evsafları, asıl mehdinin evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilafa düşmüş.” şeklinde bir ifade kullanmaktadır.
Burada iki kavram dikkat çekmektedir. Hulefâ-yı mehdiyyîn ve aktâb-ı mehdiyyîn.
Hulefâ, halife kelimesinin çoğuludur. Bu kelime siyasi idareyi, devlet yönetimini ifade etmektedir. Asr-ı Saadetten sonra, İslâm coğrafyasında pek çok devletler kurulmuştur. Bu devletlerin bazı idarecileri İslamî hukuka, şer’î emir ve yasaklara göre devleti idare etmeye çalışmışlardır. Bulundukları makamı, İslâmiyet’in manen ve maddeten terakkisi için bir fırsat olarak görmüşlerdir.
Hulefâ-yı mehdiyyîne; Emeviler Devleti’nin adil idarecilerinden Ömer b. Abdülaziz, Eyyûbiler’in kurucusu Selahaddin-i Eyyûbî ve Osmanlı Devleti’ne altın çağlarından birisini yaşatmaya muvaffak olan Yavuz Sultan Selim gibi zatları örnek verebiliriz.
Aktâb ise kutup kelimesinin çoğuludur. Bu kelime ise ilimdeki yüksekliği, manevi makamları, zühd ve takvayı ifade etmektedir. İslam tarihi boyunca farklı coğrafyalarda öyle emsalsiz mübarek zatlar ortaya çıkmıştır ki, küfrün karanlıklarını Kur’ân’ın ve imanın nuruyla aydınlatmaya muvaffak olmuşlardır. Halifeler, kılıç ve silah vasıtasıyla maddi cihat ile meşgul olmuşlarken; aktâblar kalem ve ilim vasıtasıyla adeta manevi bir cihat yapmışlardır.
Aktâb-ı mehdiyyîne; dört büyük fıkhî mezhebin kurucu imamları, Kur’ân-ı Kerim’den sonra en güvenilir kitap olarak kabul edilen ve asırlardır ilim ehlinin başucu kitabı olan Sahîh-i Buhârî’nin müellifi İmâm Buhârî, Abdülkadir-i Geylani, İmâm Bahaeddin Nakşibend, İmâm-ı Rabbânî ve isimlerini saymakla bitiremeyeceğimiz nice büyük evliyadan olan zatları örnek verebiliriz.