1- İnsan kabirde ne kadar kalır? 2- Kıyametten haşre kadar ne kadar zaman geçer? 3- Mahşerde hesap ne kadar sürer (zaman, yıl olarak)? Mümin ve kafir için bu üç vakit aynı mıdır? Misal bir mümin mahşerde hesabını vermişse tüm insanların da hesap vermelerini bekleyip mi sırata ya da cennete gidecek yoksa tüm insanların da hesap vermelerini beklemeden mi gidecek ?
“Gözleri göklere dikilmiş, kalbleri parçalanmış olduğu hâlde kimse ile konuşmadan ve kimsenin işine bakılmadan mahlûkat, yemeden içmeden ve hava almadan üç yüz yıl bekleyecektir.”
“Büyük bir günde, âlemlerin Rabbi olan (Allah'ın hükmü) için insanların (kabirlerinden) kalkacağı günde”[1] âyetinin tefsirinde, Katâde, üç yüz yıl bekleyecektir, dedi. Abdullah b. Ömer (ra.) de diyor ki: Resûl-i Ekrem bu âyeti okuduğu vakit: “Okları zarflarına istifli olarak dizdikleri gibi, Allahu Teâlâ da sizleri mahşer yerinde toplayıp elli bin yıl bekleterek yüzünüze bakmadığı vakit hâliniz nice olur.” buyurmuştur.
Hasan-ı Basri de: “Elli bin yıl yemeden içmeden ayak üzerinde bekledikleri kıyamet gününü ne sanıyorsunuz? Tâ ki susuzluktan boyunları kopar, açlıktan mideleri yanar. İşte o zaman Cehenneme sevk edilirler de oranın zakkumundan içirilirler.”
Ne zaman ki elden dermandan kesilir, artık sıkıntıları son haddine varırsa, kendileri için şefaatçi aramak üzere birbirleriyle konuşmağa başlarlar. Hangi peygambere baş vursalar, “Beni bırakın, ben nefsimle meşgulüm, kimseye bir şey yapamam. Rabbimiz bugün öyle gadablıdır ki, bugüne kadar hiçbir vakit böyle gadab göstermemiştir” der. En nihâyet Resûl-i Ekrem, Allahu Teâla'nın izin verdiği kimselere şefaat eder. Bugünün büyüklüğünü ve intizarın şiddetini düşün de şu kısa ömründe isyana sabretmek sana kolay gelsin.
O günün uzunluğundan kendisine sorulan Resûl-i Ekrem: “Varlığım, yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, o gün mü’mine hafiflendirilir. Hattâ kıldığı bir farz namazdan daha ehven olur.” buyurmuştur.”[2]
Bununla beraber insanın kabirde ne kadar kalacağı, zaman ile ilgilidir.
Zamanın uzunluğu ve kısalığı ise bize göredir. Yani dünya hayatıyla ilgilidir. Ahiret hayatında bu nasıl olacağını biz bilmiyoruz. İnsandan insana bu durum değişebilir. Cenab-ı Hakk nasıl dilerse öyle olur. İnsanın dünya hayatındaki durumuna göre farklılık gösterebilir. Zira dünya hayatı kişiden kişiye değişir. Kimisi günah, kimisi de hayır ve hasenatla ömrünü geçirir. Bunlar da dünyaya gelen insanlar adedince farklılık gösterir.
Bütün bunlar dikkate alındığında ahiret hayatı ister kabir, ister haşir, isterse mahşerdeki hesap süresi olsun, ne kadar ve nasıl olacağını ancak Allah bilir. Bizim bu konuda net bir bilgimiz yoktur.
Ancak Peygamber Efendimiz (asm) bazı hadislerinde ahiret ve kabir hayatına dair bazı bilgileri bizlere bildirmektedir. Mesela: “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.”[3]
Başka bir hadiste de "Ölü mezara konulunca, Münker ve Nekir adı verilen iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (asm) denilen zat hakkında ne dersin?" Vefat eden eğer ehli iman ise şöyle cevap verir. “O, Allah'ın kulu ve Resulüdür. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir." Bunun üzerine melekler; "Biz senin böyle diyeceğini zaten biliyorduk.", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı nurlandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve uyu" derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin." der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, mahşer gününe kadar sen uyumana devam et." derler.
Eğer ölü münâfık bir kimse ise, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (asm) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum." Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk." derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır." diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder.”[4]
[1] Mutaffifîn, 83/5-6.
[2] İmam Gazâlî, İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn, trc. Ahmet Serdaroğlu, (İstanbul: Bedir Yayınevi, Trsz), 4:922-923.
[3] Tirmizî, “Kıyamet”, 26.
[4] Tirmizî, “Cenâiz”, 70.