Sorunuzu birkaç başlıkta tasnif edelim.
1. Kürtaj
“Ceninin oluşmaması için anaya zarar vermeden herhangi bir metoda baş vurmak caizdir. Yeter ki kökten döllenmeye son verecek bir metoda başvurulmasın. Cenin oluşmuş ise durum değişir. Gazali ve birçok Maliki âlimlerine göre ciddi bir mazeret olmadan ceninin ilk günlerinde de olsa kürtaj yapmak haramdır. Bazı İslam hukukçularına göre de cenin üzerine 42 gün geçmeden evvel kürtaj yapılabilir. 42 gün diyoruz; çünkü Müslim’in rivayetine göre nutfe üzerine 42 gün geçtikten sonra Cenab-ı Allah bir melek gönderir, ona biçim verir, kulak ve gözünü yapmaya başlar. Yani cenin üzerine 42 gün geçerse o artık şekillenme sürecine girdiği için müdahale etmek caiz değildir.” [1]
2. Kısas Değil Gurre
“Kısas, kasten işlenen adam öldürme veya müessir fiil (yaralama) suçunun fâilinin işlediği fiil cinsinden ve ona denk bir ceza ile cezalandırılmasını, fıkıhtaki teknik kullanımıyla kasten öldürdüğü kişiye karşılık fâilin öldürülmesini, kasten işlediği müessir fiil sonucu mağdurda bedenî-fizikî zarar meydana getiren kimsenin benzeri şekilde cezalandırılmasını ifade eder.”[2]
“Cenine karşı bir cinayet işlenmesi halinde gurre denilen bir ceza-tazminat ödenir. Bunun için çocuk düşürmenin kasten veya hata ile olması yahut anne veya baba tarafından işlenmesi sonucu değiştirmez.”[3]
“Gurre “düşürülen ceninden dolayı verilmesi gereken malî tazminat”tır. İslâm hukukçuları, ceninin diyetinin annenin diyetinin onda biri (tam diyetin yirmide biri), yani beş deve, 50 dinar veya 600 dirhem (Hanefîler’e göre 500 dirhem) olduğunu ifade etmişlerdir. Bu miktar bir bakıma Resûl-i Ekrem’in (sav) cenin için takdir ettiği gurrenin deve, altın veya gümüş cinsinden değeridir.”[4]
3. İntihar
Canı veren Allah’tır ve yine ancak O alabilir.
“Şübhesiz ki biz ise, elbette hem hayat veririz hem öldürürüz; (mahlûkātın) hepsine vâris olan da biziz!”[5] “
Şübhesiz ki ancak biz hayat veririz ve öldürürüz; dönüş de ancak bizedir.”[6] “
Yine şübhesiz ki öldüren ve dirilten ancak O’dur.”[7]
Şu hâlde insanın canına kıymaya yetkisi yoktur.
“İnsan çok sıkıntılı bir hayatta da olsa, en ağır şartlar altında da bulunsa sabırsızlık etmemelidir. Hele intihara teşebbüs edip hayatına son vermesi en büyük isyandır.
Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor: “Bir kimse kendini bir dağın zirvesinden atıp öldürürse ebediyen cehennemde yuvarlanıp duracaktır. Bir kimse de bir zehir alıp kendini öldürürse, ebediyen cehennemde zehir alıp yudumlayacaktır. Bir kimse de bir demir ile kendini öldürürse, ebediyen cehennemde demir ile kendi kendini dövecektir.”[8]
“…Nefislerinizi (kendinizi ve birbirinizi) öldürmeyin! Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir.”[9]
4. Tevbenin Kabülü
Sahîh-i Müslim ve Sahîh-i Buhârinin ittifakla Ebû Said el-Hudrî'den rivayet ettikleri bir hadîste Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır:
Sizden önce, geçmiş milletlerin içinde bir kişi vardı. Bu kişi doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Bu katil yeryüzünün en âlim kişisini sordu. Kendisine bir âbid gösterildi. Katil, âbidin yanma vardı ve dedi ki:
“Ben doksan dokuz kişiyi öldürdüm! Acaba tevbe edersem kabul olunur mu?”
“Hayır! Kabul olunmaz!”
Katil, bunun üzerine âbidi de öldürdü ve böylece öldürdüklerinin sayısı yüz oldu. Sonra yeryüzünün en âlimini sordu. O âlim bir kişiye gönderildi. O âlim kişiye dedi ki: 'Ben yüz kişi öldürdüm. Acaba tevbe edebilir miyim?'
Âlim dedi ki: 'Evet! (Tevbe edebilirsin). Seninle tevbe arasına kim girebilir? Şöyle şöyle bir memlekete git. O memlekette Allah Teâlâ'ya ibâdet eden birtakım insanlar vardır. Onlarla beraber Allah'a ibadet et! Sakın memleketine dönme. Çünkü memleketin kötülük memleketidir'.
Bu söz üzerine katil, âlimin yanından ayrıldı. Yolun yarısına gelince ölüm meleği yakasına yapıştı. Bu manzara karşısında rahmet ile azap melekleri bunun hakkında tartıştılar. Rahmet melekleri 'Tevbe ettiği ve kalbiyle Allah'a yöneldiği halde geldi dediler. Azap melekleri 'O hayatında hiçbir hayır işlememiştir3 dediler. Bunun üzerine insan suretinde bir melek onların yanma geldi ve o meleği aralarında hâkem yaptılar. O hâkem dedi ki: 'İki memleketin arasını Ölçün! Hangisi daha yakın ise o memleketin malıdır!' Bunun üzerine melekler, esas memleketi ile ibâdet yapmak üzere gittiği memleket arasını ölçtüler. Gitmek istediği memlekete daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine rahmet melekleri onu alıp götürdüler.
İşte bu hadîsle anlaşılmıştır ki kurtuluş ancak sevapların zerre kadar da olsa, ağır gelmesine bağlıdır. Bu bakımdan tevbe eden bir kimse için fazla sevap işlemek gerekir. İşte mâzi ile bağlı bulunan niyetin hükmü budur.
Hasan Basrî'den şöyle rivayet ediliyor: 'Adem (as) tevbe ettiği zaman melekler onu, tevbesinin kabulünden ötürü tebrik ettiler. Cebrâil ve Mikâil onun yanma inip şöyle dediler: 'Ey Adem! Allah'ın senin tevbeni kabul etmesinden ötürü gözün aydın olsun!' Hz. Adem (as) Cebrail'e (as) 'Eğer bu tevbemden sonra yine sorgu sual var ise, benim makamım neresi olur?' dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ vahiy göndererek şöyle buyurdu: 'Ey Adem! Sen zürriyetine yorgunluk ve çok çalışmayı miras olarak bıraktın. Ben de onlara tevbe kapısını açtım. Bu bakımdan onlardan kim beni çağırırsa, sana cevap verdiğim gibi, ona da cevap vereceğim. Benden kim mağfiret isterse, ona mağfiret edeceğim. Çünkü ben yakınım. Çağırana cevap veririm. Ey Adem! Tevbe edenleri kabirlerinden, sevinçli bir durumda hasrederim. Onların duaları kabul edilmiştir'.
Rivayet ediliyor ki bir kişi İbn Mes'ud'a (ra) başından geçen bir günahı için 'Acaba onun tevbesi var mıdır?' diye sordu. İbn Mes'ud ondan yüzünü çevirdi. Sonra ona dönüp baktı. İki gözünden yaşlar aktığını gördü ve dedi ki: 'Cennetin sekiz kapısı vardır. Hepsi açılır ve kilitlenir. Ancak tevbe kapısı hariç! O kapının yanında sadece o kapıya bakan bir melek vardır. O melek o kapıyı kapatmaz. Bu bakımdan ümitsiz olma, amel yap!
İnsanın hamuru sağlam bir şekilde kötülük ve iyilik macunu ile mayalanmıştır. Onu, şerden ve kötülükten iki ateşin biri kurtarır. Bunların birisi nedamet (pişmanlık), diğeri de cehennem ateşidir. Sana düşen vazife, hemen bu iki ateşin ehvenini tercihtir. Yani tevbe ve nedamet tarafını tercih etmek ve bunun ateşinde yanmaktır.[10]
Bir bedevî Hz. Peygamber (sav)’ın mescidine girdi ve: “Allahım! Ben, senden affımı istiyor ve sana tevbe edip, sığınıyorum!” dedi ve tekbîr aldı. Namazını bitirince, duâsını işitmiş olan Hz. Ali (ra) ona hitâben: “Ey adam! Dilinin yaptığı tevbe, yalancıların tevbesidir. Senin tevben bile, ayrıca bir tevbeye muhtaç!” dedi.
Bunun üzerine o bedevî: “Ey mü’minlerin emîri! Peki tevbe nedir, nasıl yapılır?” diye sordu. Hz. Ali (ra) ise: “Şu altı şey ile: Geçmiş günahlara pişman olmak, yapılmayan farzları kazâ etmek, haksız yere alınan şeyleri iâde etmek, nefsi Allah’a isyan husûsunda terbiye ettiğin gibi itâatte de eritmek, nefse günah lezzetini tattırdığın gibi itâatin acılarını da tattırmak, her gülüşe bedel ağlamaktır!” buyurdular.[11]
Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle beyan eder:
“Ey insan! Senin elinde gāyet zaîf, fakat seyyiâtta (kötülükte) ve tahrîbâtta (bozmakta) eli gayet uzun ve hasenâtta (iyilikte) eli gayet kısa, cüz’-i ihtiyârî nâmında bir irâden var. O irâdenin bir eline duâyı ver ki, silsile-i hasenâtın (iyilikler zincirinin) bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saâdet-i ebediyeye eli uzansın! Diğer eline de istiğfârı (tevbe edip yalvarmayı) ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel‘ûnenin (günahlar denilen lâ‘netlenmiş ağacın) bir meyvesi olan zakkūm-ı Cehenneme yetişmesin!
Demek duâ ve tevekkül (Allah’a i‘timâd edip ona sığınmak), meyelân-ı hayra (hayrı arzulamaya) büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfâr ve tevbe dahi meyelân-ı şerri (kötülüğü arzulamayı) keser, tecâvüzâtını (taşkınlıklarını) kırar.” [12]
SONUÇ OLARAK;
Yapılan kürtaj işlemi bir kısım âlimlere göre 42 günce olmasından caiz görülmüştür. Kürtajın daha sonra yapılmış olması durumunda ise uygulanacak ceza kısas değil gurredir. Ayrıca kısas cezasını kişinin kendine uygulama hakkı da yoktur. Bunun için şer’i mahkeme gereklidir. Zaten bahsi geçen soruda kısas söz konusu bile değildir. İntihar büyük günahlardan olup kısas yerine de geçmez. Bir büyük günaha bir büyük günah daha ilave edilmiş olunur.
[1] Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 2012, c. 2, s. 326.
[2] TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2022, c. 25, s. 488-494.
[3] TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c. 8, s. 364-365.
[4] TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1996, c. 14, s. 211-212.
[5] Hicr, 15/23.
[6] Kâf, 50/43.
[7] Necm, 53/44.
[8] Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 2012, c. 2, s. 341.
[9] Nîsâ, 4/29’dan.
[10] İhyâ’u Ulûm’id-Dîn, Hikmet Neşriyat, İstanbul, c.4, s.8.
[11] Râzî, c. 14/27, 169
[12] Tılsımlar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 71.