Soru

Kuranın Semadan İnmesi

Kuran-ı Kerim semadan mı indi. Eğer semadan indi ise Ezeli ve Ebedi olan Kelam-ı ilahi olan Kuran'a bir hudut bir mekan çizilmiş olunmuyor mu?

Tarih: 21.12.2020 20:02:56
Okunma: 3206

Cevap

Kur’an’ın nüzûlüyle ilgili olarak öne sürülen görüşlerden birine göre Kur’an-ı Kerim, Hz. Cebrâil’e ve dolayısıyla Hz. Peygamber’e (sav) intikal etmeden önce mahiyeti bizce tam bilinemeyen levh-i mahfûzda yerini almıştır. ‘’Bil'akis o yalanladıkları kitab, şerefli bir Kur'ân'dır. Levh-i mahfûz'da (korunmuş bir levhada)dır.’’ (el-Burûc 85/21-22) âyeti de bu hakikati apaçık bildirmektedir.

Gayb âlemine ilişkin bir konu olması dolayısıyla levh-i mahfûz hakkında benimsenecek görüş âyetlere ve sahih hadislere dayanmalıdır. Bu sebeple levh-i mahfûzun, Selefiyye âlimlerinin belirttiği gibi mahiyeti bilinmeyen ve ilâhî ilmi ihtiva eden bir kitap olduğu şeklindeki görüşün kabul edilmesi isabetli görünmektedir. (TDV)

Yaygın kanaate göre; Kur’an-ı Kerim’in tamamı levh-i mahfûzdan ramazan ayında ve mübarek bir gecede (Kadir Gecesi) dünya semâsındaki beytülizzeye toplu olarak inmiş (inzâl), buradan yirmi üç yıl içinde parça parça gönderilip nüzûlü tamamlanmıştır; hatta bu anlayış üzerinde icmâ vâki olduğu belirtilmiştir (Kurtubî, II, 297; Zerkeşî, I, 321; Süyûtî, I, 129, 131; Taşköprizâde, II, 389). 

Bu hususta İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: “Kur’an, zikir makamından (levh-i mahfûz) alındı, dünya semâsındaki beytülizzeye kondu. Cibrîl de onu Peygamber’e indirir ve ağır ağır okurdu.” (bk. İbn Ebû Şeybe, VI, 144; Hâkim, II, 223). Hâkim bu rivâyeti zikrettikten sonra isnâdının sahih olduğunu kaydetmiş, Zerkeşî, Zehebî ve Süyûtî gibi bazı âlimler de Beytülizzeden söz eden bu ve benzeri bazı rivâyetler için aynı değerlendirmeyi yapmışlardır.

Fahreddin er-Râzî Kadir Sûresi’nin tefsirinde Kur’an’ın semâ tabakasına indirilişi hakkında detaylı olarak şöyle der:

İbn Abbas da şöyle der: "Kur'ân, Kadir gecesinde, en yakın semâya toptan indirilmiş, daha sonra da, parça parça yeryüzüne tenzil olunmuş, indirilmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Nücûm'un (parça parça inen âyetlerin) iniş zamanlarına kasem ederim ki..." (Vakıa, 56/75) buyurmuştur.

Biz bu meseleyi, “Ramazan ayı ki, Kur’an onda indirilmiştir.” (Bakara, 2/185) âyetinin tefsirinde ele almıştık. Buna göre, "Peki Cenâb-ı Hak niçin, "Biz onu semâya indirdik..." dememiştir? Zira, "O’nu indirdik..." ifadesi mutlak bir ifade olup, bu ifade Kur’an’ın yeryüzüne indirildiği zannını da uyandırabilir" de denilemez. Çünkü biz diyoruz ki, Kur'ân'ın en yakın semâya indirilmesi, onun yere indirilişi gibidir. Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın, bir işe başlayıp da sonra onu tamamlamaması düşünülemez. Ve bu ifade, yabancı birisinin, bir beldenin kıyısına geldiğinde, "Falanca geldi" denilmesi gibidir.

Yahutta, Kur'ân'ın yaklaştırmasının ve onun en yakın semâya indirilmesinin gayesinin, mü'minlerin onun nüzûlüne şevk ve iştiyak duymalarını temin etmek olduğu da söylenebilir. Ve bu tıpkı, babasına yahut annesine ait bir haber ve açıklamanın geldiğini duyan bir kimsenin, onu görüp, okuyup anlamayı çok istemesi gibidir.

Nitekim şair de, "Yurtlar ve beldeler birbirlerine yaklaştıklarında, bir gün, içinde bulunduğum o iştiyak ve özlem halini terkedeceğim..." demiştir. Bu böyledir, zira semâ, bizimle melekler arasında ortaklaşa kullanılan bir yer gibidir. Çünkü, semâ, melekler için bir mesken; bizim için de bir tavan ve zînettir. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Biz semâyı, korunmuş bir tavan yaptık” (Enbiya, 21/32) buyurmuştur. O halde Kur’an’ı oraya, dünya semâsına indirmek, yeryüzüne indirmek gibidir. (Tefsir-i Kebir)

Evet, bu ve benzeri rivâyetlerden, Kur’an’ın levh-i mahfûzdan indirilişinin beytülizzeye olduğu anlaşılmakta olup buna göre nüzûlün bir başka safhası da âyet ve sûrelerin beytülizzeden Cebrâil (as) aracılığı ile veya vasıtasız olarak şartlara ve ihtiyaçlara göre Sevgili Peygamberimize (sav) peyderpey gönderilmesidir (el-İsrâ 17/106; el-Furkān 25/32).

BEYTÜLİZZE

Beytülizzenin mahiyeti hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamakta, ancak Kur’an’ın Hz. Peygambere (sav) peyderpey nüzûlünden söz edilirken onun semâ-i dünyâda (yere en yakın gök) bir yer olduğu zikredilmektedir. (TDV)

Hadislerde bu yerin dünya semâsı ve beytülizze olduğu ifade edilir (Hâkim, II, 222-223; ayrıca bk. Nesâî, X, 205, 341). Hadislerde başka vesilelerle de geçen dünya semâsının bugünkü astronomi bilgilerine göre neye tekabül ettiği de bilinmemektedir.

Hakîm et-Tirmizî, Kur’an’ın dünya semâsındaki beytülizzeye gelmesini onun artık İslâm ümmetinin payı olarak dünya sınırına dahil olduğunu gösterdiğini söyler (Süyûtî, I, 132).

Bediüzzaman Hazretleri de, Kur’an’nın en yüksek bir mertebeden yani Allah katından nüzûlünü bir yerde şöyle ifade eder:

Kur’ân, İsm-i A‘zam’dan ve her ismin a‘zamlık mertebesinden gelmiş, hem bütün âlemlerin Rabbi i‘tibâriyle Allah’ın kelâmıdır… Hem İsm-i A‘zam’ın muhitinden nüzûl ile, Arş-ı A‘zam’ın bütün muhatına (etrafı sarılmış) bakan, teftîş eden hikmet-feşân (hikmet yayan) bir kitâb-ı mukaddestir. İşte bu sırdandır ki, ‘Kelâmullâh’ ünvanı kemâl-i liyâkatla Kur’ân’a verilmiş. (Zülfikar, 12. Söz, 177)

Evet, Kur’an Allah’ın en son kitabıdır. Üstad Bediüzzaman, Kur’anın büyüklüğünü ortaya koyma adına Kur’an’ın arş-ı a’zamdan yani bütün kâinatı tahtı saltanatında tutan Zât-ı Zülcelâl’in katından geldiğini ifade ederek kelamlar içerinde en yüksek payenin Kur’an’a ait olduğunu bildirmiştir. Üstad yine Kur’an’ın büyüklüğünü ifade için Kur’an’ın ism-i a’zamdan yani Cenâb-ı Hakk’ın en büyük isminden geldiğini ifade eder. Daha sonra Cenâb-ı Hakk’ın diğer isimlerinin de mertebelerinin olduğunu ve bu mertebelerden en yükseğine Kur’an’ın muhatap olduğunu ifade eder.

Demek Kur’an, bütün âlemleri her an görüp gözeten ve terbiye eden Rabbimizin kelamı olması cihetiyle en yüksek bir dereceyi kazanmıştır.

Gerek kitabımız Kur’an’a, gerekse hadis ve tefsirlerde geçen izahlara baktığımızda levh-i mahfûz’da tertemiz sahifelerde yazılı olan Kur’an’ın, Rabbimizin yüce katından beytülizzeye ve oradan da peyderpey Cebrail (as) vasıtasıyla 23 senede Peygamber Efendimize (sav) indirildiğini anlıyoruz.

Lâkin Kur’an’ın; zamandan, mekandan ve mahluklara ait sıfatlardan münezzeh olan Allah u Teâlâ Hazretlerini’nin kelamı olması ve levh-i mahfûz ve beytülizze gibi makamların melekût âlemine dahil olup mahiyetleri bizce bilinemediğinden, Kur’an’ın ne şekilde ve ne tür manevi sahifelerde yazılıp korunduğunu da bilemiyoruz. Hak olarak, ama manevî yapısı ve hakikatiyle mi yoksa aslî hüviyetini muhafaza eden farklı bir şekilde mi indirildiğini de bilemiyoruz. En doğrusunu yüce Allah (cc) bilir.

‘’O Kur'an, Levh-i mahfûz'da şerefli kılınmış, semâda yükseltilmiş tertemiz sahîfelerdedir. Değerli ve itâatkâr yazıcı meleklerin elleriyle yazılmıştır.’’ (Abese, 80/13,14,15, 16.)


Yorum Yap

Yorumlar