KUR’ÂN’IN HAREKELENMESİ
Tarihî kaynakların, özellikle de Kur’ân tarihiyle ilgili rivayetlerin bildirdiğine göre, İslâmiyet’in doğuşu sırasında Arapların kullanmakta olduğu yazı sistemi, bugünkü gibi tam ve düzenli değildi; aksine, hareke ve noktalardan yoksundu. Yani muhtelif harflerin aynı şekil altında yazılmaları ve şeklen birbirine benzeyen bu harfleri birbirinden ayırmak için bugün bilinen noktalar henüz konulmamıştı.[1]
Bununla birlikte, Araplar henüz Arap olmayan kavimlerle karışmamış ve dillerinde bir bozulma (lahn) meydana gelmemişken, güçlü bir i‘rab melekesine sahiptiler. Belki de bu melekeleri sayesinde, nokta ve harekeden yoksun olan harflerin yazılışını doğru bir şekilde anlayabiliyorlardı.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman dönemlerinde toplanıp çoğaltılan mushaflar da aynı şekilde yazılmıştı. Ancak bu mushaflar, asr-ı saadet ve sahabe döneminde doğru şekilde okunabiliyordu; çünkü sahabiler hem o yazıları yazmış hem de vahiyleri bizzat işitmişlerdi. İslâm genişleyip Araplar Arap olmayanlarla iç içe geçince, Arap dili bozulmaya başladı. Oysa Kur’ân, İslâm’ın muhafızı ve dinin temel kaynağıydı; bu nedenle, Arapçadaki bu bozulmaların ve dil hatalarının Kur’ân’a sirayet etmesi engellenmeliydi.
Bu durum, Kur’ân’ın okunmasında bazı zorluklar doğurmuş; nahiv ilmini Hz. Ali’den öğrenen ve arap dili alanında büyük bir şöhret kazanan Ebu’l-Esved ed-Düelî Hicrî ilk asrın ikinci yarısına doğru Arap alfabesindeki birbirine benzeyen harfleri ayırt edebilmek için bu harflerin alt ve üst kısımlarına noktalar koymuştur..[2]
Kur’ân’ın ilk harekelenmesine dair şu hadise şöyle gerçekleşmiştir;
Basra Valisi Ziyâd b. Sümeyye , Ebu’l-Esved’den Arap dilini ıslah edecek bir sistem kurmasını istemişti. Ancak Ebu’l-Esved başta bu teklifi kabul etmedi. Zamanla Arapçanın bozulduğunu ve bunun Kur’ân’a da zarar verebileceğini düşünen Vali Ziyad, bir kişiye Ebu’l-Esved’in geçeceği yolda oturmasını ve bir âyeti yanlış okuyarak dikkatini çekmesini emretti. Adam, Tevbe Sûresi’nin üçüncü âyetinde “اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ” yani “Şüphesiz Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır/berîdir.” cümlesinde "وَرَسُولُهُ" kelimesinde, "lam" harfini kesre ile okuyarak hatalı bir okuma yaptı. Böylece mana “Şüphesiz Allah, müşriklerden ve Rasulden uzaktır/berîdir” oldu. Bunu duyan Ebu’l-Esved, “İnsanların bu hâle düşeceğini hiç tahmin etmezdim” diyerek Ziyad’a gitti, teklifini kabul ettiğini söyledi ve bir kâtip istedi. Ziyad ona otuz kadar kâtip gönderdi. O ise Abdü’l-Kays kabilesinden birini seçti.
Ebu’l-Esved, o kâtibe şu talimatı verdi: “Bir eline mushafı, diğer eline mürekkep rengine zıt bir boya al. Ağzımdan çıkan sesi fetha olarak duyarsan harfin üzerine bir nokta, kesre ise altına bir nokta, ötre ise harfin önüne bir nokta koy. Eğer bu seslerde ‘gunne’ yaparsam, iki nokta koy.”
Sonra Kur’ân’ı yavaş yavaş okumaya başladı ve kâtip de bu talimatlara uygun olarak noktaları işaretlemeye koyuldu. Her sayfa tamamlandığında, kâtip o sayfayı Ebu’l-Esved’e getiriyor, o da kontrol edip devam etmelerini sağlıyordu. Bu şekilde mushafın tamamı harekeleninceye kadar çalışmaya devam ettiler.[3]
Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre, Kur’ân’a ilk defa hareke işaretlerinin yerleştirilmesi Ebu’l-Esved ed-Düelî ile başlamıştır.
KUR’ÂN HARFLERİNDE BİRBİRİNE BENZEYEN HARFLERİN NOKTALANMASI
Harekeleme uygulaması, belki i‘rab bakımından ortaya çıkabilecek muhtemel hataların önüne geçmeyi başarmıştı; ancak Arap olmayan topluluklar açısından, şekil itibarıyla birbirine benzeyen "be", "te", "se", "cîm", "hâ", "fe" ve "kāf" gibi harfleri ayırt ederek doğru ve sağlıklı bir şekilde okumak yine de zorluk teşkil ediyordu. Bu tür harfler, eğer bazı işaretlerle birbirinden ayrılmazsa, hatalı okumaların sürmesi kaçınılmazdı. İşte bu eksikliği ilk fark eden kişi, Irak Valisi Haccâc b. Yûsuf olmuştur. Kur’ân’a hareke konmuş olmasına rağmen, hatalı okumaların hâlâ sürdüğünü gören Haccâc, derhal harekete geçerek, dönemin önde gelen âlimlerinden Nasr b. Âsım — bazı rivayetlere göre ise Yahyâ b. Ya‘mer — ile bu konuda tedbir alınmasını istemiştir. Bunun üzerine Nasr (veya Yahyâ), Kur’ân kıraatine yönelik ikinci önemli uygulamayı gerçekleştirerek, yukarıda bahsedilen benzer şekilli harfleri birbirinden ayırmak amacıyla ayırt edici noktaları yerleştirmiştir. Bu işleme "i‘câm" adı verilmektedir.[4]
Böylece Kur'an, yaklaşık bir asra yakın bir sure konulan bu işaretlerle okunmuş, ancak daha sonra büyük lügat alimi Halil b. Ahmed bugün bildiğimiz sistemi geliştirerek, Kur’an’ın harekelenmesi ve noktalanması işine son şeklini vermiştir.[5]
KUR’ÂN’A SECAVED DURAKLARININ EKLENMESİ
Hicrî altıncı asra gelindiğinde, Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî tarafından, Kur’ân’a anlam bütünlüğü esas alınarak geliştirilen ve literatürde "secâvend" olarak anılan birtakım durak ve vakıf işaretleri eklenmiştir. Bu işaretler, okuyucunun mânâya uygun şekilde durup devam etmesine yardımcı olmayı amaçlamıştır.[6]
Bunun yanı sıra, zamanla ihtiyaçlara bağlı olarak sûre ve cüz başlıkları ile birlikte hizb ve secde işaretleri de Kur’ân nüshalarına dâhil edilerek resmedilmiştir.
[1] Muhsin Demirci, Tefsir Usulü, İfav Yayınları, İstanbul 2015, s. 95.
[2] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1971, s. 85.
[3] Ebû Abdillah ez-Zencâni, Târihu'l-Kur'ân, Beyrut 1969, s. 87-88; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.87.; Demirci, Tefsir Usulü, s. 96.
[4] Tayyar Altıkulaç, “Nasr b. Âsım”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, İstanbul 2006, c.32, s. 414.; Demirci, Tefsir Usulü, s. 97.
[5] Muhittin Serin, “Mushaf (Hat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, İstanbul 2006, c. 31, s. 250.
[6] Mehmet Emin Maşalı, “Mushaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, İstanbul 2006, c.31, s. 244-245.; Demirci, Tefsir Usulü, s.98