Kur’ân-ı Kerîm

29.07.2025

7

Kur'an Âyetlerinin Zahirî, Batınî ve İşarî Anlamları

Muhiddin Arabi gibi zatların Hz. Musa ve Firavun'dan muradın kalp ve nefis demeleri ne demektir? Ümmetin onlara ilişmemesi ne anlama geliyor?

* *

*** ***

10.08.2025 tarihinde sordu.

Cevap

Mana ile Masadak Ayrıdır

Bediüzzaman Hazretleri, Muhâkemât isimli eserinde “Mana ile masadak ayrıdırlar[1]” diyerek masadakın yani bir manayı kendisinde göstermekle doğrulayan anlamın asıl mana olarak anlaşılmaması gerektiği ihtarında bulunur.

Mesela; Kur’an-ı Kerim’de İstanbul’a işaret eden ayet hususunda, Elmalılı Hamdi Yazır, -isim zikretmeden Alûsî’den- naklen şöyle der:

“ بَلْدَةٌ طَیّٖبَةٌ ” ifadesi[2] ebced hesabıyla İstanbul'un fethi olan hicri 857 tarihini göstermektedir. Molla Câmî rahmetlinin bir hediyesi olmak üzere meşhurdur ve bilinmektedir.”[3] Akşemseddin’in menkıbelerini yazan Emir Hüseyin Enisi’de, eserinde aynı âyete ve tarihe işaret etmiştir.[4]

Elmalılı’nın bu naklinde yer alan ayetin işaret ettiği mana masadaktır. Ayetin külli, umumi, her asra bakan manalarından sadece bir ferdi olarak doğru bir manasıdır. Ayetin asıl manası değildir.

Musa (as) Ve Firavun’dan Murad, Kalb ve Nefistir

Muhyiddin İbn Arabî Hz., Kasas süresinin 4. âyetini tefsir ederken şu ifadeleri kullanmıştır. Âyetin meâli şöyledir:

“Gerçekten Fir'avun o memlekette (Mısır'da) zorbalığa kalktı ve halkını (kendisine muhâlefet etmesinler diye) çeşitli fırkalara böldü. Onlardan bir kısmını (İsrâiloğullarını) güçsüz bırakmak istiyor, (yeni doğan) oğullarını boğazlıyor, kadınlarını (kızlarını) ise sağ bırakıyordu. Çünki o fesad çıkaranlardandı.”

İbn Arabî, bu âyeti işârî bir şekilde yorumlamıştır. Onun bu yorumuna göre Firavun, beden ülkesindeki nefs-i emmâredir. Nefs-i emmâre, beden ülkesinde üstünlük kurup azgınlaşmıştır. Beden ülkesindeki ahaliyi çeşitli fırkalara ayırıp birbiriyle çekişmelerine ve düşman olmalarına neden olmuştur. Çünkü hepsi farklı yollara tabi olmuş, adalet, tevhid ve sırat-ı müstakimden (dosdoğru yoldan) uzaklaşmışlardır. Nefs-i emmâre, ruhânî kuvvelere sahip olanları güçsüz hale getirmiştir. Onları boğazlamış, yani etki ve terakki bakımından ruha benzeyenleri ve kendisine uymayanları ezerek yok etmiştir. Etki ve aşağılıkta kendisine benzeyenleri ise güçlendirerek ve onların fiillerine serbestlik tanıyarak varlıklarını sürdürmüştür.[5]

İbn Arabî Bakara suresinin 53. âyeti başta olmak üzere Hz. Musa'nın (as) zikredildiği çoğu ayette Hz. Musa'yı (as) ise kalp olarak yorumlamış ve "Musa'ya yani kalbe makul şeyleri, hükmü, marifeti ve hak ile batılı ayırma kabiliyetini verdik." şeklinde tevil etmiştir.[6]

Görüldüğü gibi İbn-i Arabî Hz. burada ayette geçen Musa (as) ve firavun manasının bir masadakı olarak kalp ve nefis anlamıyla yorumlamıştır. Ve ulema, bu manaya bir reddiye beyan etmemiştir.

Âyetlerin Manaları Zahiri Anlamlarıyla Sınırlı Değildir

Bediüzzaman Hazretleri; “Her bir âyetin ma‘nâ mertebelerinde bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi, bir matla‘ı vardır. Ve bu dört tabakadan her birisinin -hadîsçe ‘şücûn ve gusûn’ ta‘bîr edilen- fürûâtı, işârâtı, dal ve budakları vardır” meâlindeki hadîsin[7] hükmünü hatırlatmış ve şu misalleri vermiştir:

Âyetlerin diğer kelâmlar gibi cüz’î bir mana ile sınırlı olmadığını, gizli, ima veya işaret nevinden olan manaların asıl mana içinde dahil olduğunu ifade etmiştir. Necmeddin-i Kübrâ (ks) ve Muhyiddîn-i Arab (ks) gibi çok ehl-i velâyetin zâhirî anlamdan başka, bâtınî ve işârî anlamlarla çoğu ayetleri tefsîr etmişler. Hatta tefsîrlerinde “Musa (as) ve Firavun’dan murad, kalb ve nefistir” dedikleri halde, ümmet onlara ilişmemiş. Ulemânın büyüklerinden birçokları onları tasdîk etmişler.[8]

Yine Hazret-i Üstad, İşarat-ı Kur’aniye adlı risalesine gelen bir kısım itirazlara binaen bu meyanda şu hatırlatmaya tekrar dikkat çekmiştir.

“Hem o risâlede, biz demiyoruz ki, “Âyâtın ma‘nâ-yı sarîhi budur.” Tâ hocalar ف۪يهِ نَظَرٌ   desin. “Yani bu görüş de var.” Hem dememişiz ki, “Ma‘nâ-yı işârînin külliyeti budur.” Belki diyoruz ki, ma‘nâ-yı sarîhinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da, ma‘nâ-yı işârî ve remzîdir. Ve o ma‘nâ-yı işârî de, bir küllîdir. Her asırda cüz’iyâtları var. … Ehl-i hakîkatin, nihâyetsiz işârât-ı Kur’âniyeden had ve hesaba gelmeyen istihrâcâtlarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.[9]


[1] Muhakemat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 14.

[2] "Hoş bir belde", Sebe, 34/15.

[3] Elmalılı Hamdi Yazır, 6/359; Âlûsî, 22/126.

[4] A. İhsan Yurt, Fatih’in Hocası Akşemseddin Hayatı ve Eserleri, Fatih Yayınları, İstanbul 1972, s. 58.

[5] Muhyiddin İbn Arabî, Tefsiru’l-Kur’ân, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, c. 2, s. 115.

[6] Muhyiddin İbn Arabî, Tefsiru’l-Kur’ân, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, c. 1, s. 34.

[7] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 78-79.

[8] Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 239.

[9] Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 208.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız