Bu cümleleri ve devamındaki mülk ve meleküt kavramlarını detaylı bir şekilde izah eder misiniz? Mülk ve meleküt arasında nasıl bir fark var?
“İkinci Mes’ele ki: Kudret, melekûtiyet-i eşyâya taalluk eder. Evet, kâinâtın ayna gibi iki yüzü var. Biri mülk ciheti ki, aynanın renkli yüzüne benzer. Diğeri melekûtiyet ciheti ki, aynanın parlak yüzüne benzer.
Mülk ciheti ise, zıdların cevelângâhıdır. Güzel-çirkin, hayır-şer, küçük-büyük, ağır-kolay gibi emirlerin mahall-i vürûdudur. İşte şunun içindir ki, Sâni‘-i Zülcelâl esbâb-ı zâhiriyeyi, tasarrufât-ı kudretine perde etmiştir. Tâ dest-i kudret, zâhir akla göre hasîs ve nâ-lâyık emirlerle bizzât mübâşereti görünmesin. Çünkü azamet ve izzet öyle ister. Fakat o vesâite ve esbâba hakîkî te’sîr vermemiştir. Çünkü vahdet ve ehadiyet öyle ister.
Melekûtiyet ciheti ise, her şeyde parlaktır, temizdir. Teşahhusâtın renkleri, müzahrafâtları ona karışmaz. O cihet, vâsıtasız kendi Hâlikına müteveccihtir. Onda terettüb-ü esbâb, teselsül-i ilel yoktur. Ona illiyet, ma‘lûliyet giremez. Eğri büğrüsü yoktur. Mâni‘ler müdâhale edemezler. Zerre, şemse kardeş olur.
Elhâsıl: O kudret hem basittir, hem nâ-mütenâhîdir, hem zâtîdir. Mahall-i taalluk-u kudret ise, hem vâsıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Öyle ise, o kudretin dâiresinde büyüğün küçüğe karşı tekebbürü yok. Cemâatin ferde karşı rüchânı olamaz. Küll cüz’e nisbeten, kudrete karşı fazla nazlanamaz.”[1]
Mülk, lügatte bir şeye sahip olmak, üzerinde tasarruf olunacak nesne, bir şeyi zapt ve tasarruf etme, izzet, azamet ve büyüklük anlamında kullanılır. Şehadet âlemi için kullanılan bir kavramdır.
Melekût ise lügatte mülk kelimesinin mübalağa siğasıdır ki izzet, azamet ve saltanat demektir. Tahkik ehline göre mülk kelimesi zâhir âlem için melekût ise bâtın âlemleri için kullanılmaktadır. Tam bir hâkimiyetle saltanatın idare sırları demektir. Cenâb-ı Hakk’ın kusursuz, kâmil tasarrufu anlamında da kullanılmaktadır.
Bediüzzaman Hazretlerine göre her şeyin biri mülk diğeri melekût olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Mülk ciheti insana, insanın bakış açısına, varlıklara, şehadet âlemine bakan, onlarla ilgili olan ve görünür olan yönü demektir. Aynanın arka tarafına benzemektedir. Mülk cihetinde güzellikler olduğu gibi bir kısım çirkinlikler de görünür. Eğrilik, büğrülükler bulunur. Bu yönde güzel-çirkin, hayır-şer, küçük-büyük, zor-kolay gibi zıtlıklar da görülür. Bu nedenle eşyanın mülk cihetinde İlâhî kudretin, izzetin, azametin ve kemâlin önüne sebepler konulmuştur. Fakat sebeplerin hiçbir şekilde îcâdda etkileri yoktur. Sadece birer perdedirler.
Melekût/melekûtiyet yönü ise, varlıkların mahiyet ve hakikati veya İlâhî kudret ile ilgili yönüne denilebilir. Bediüzzaman Hazretlerine göre melekût yönü aynanın ön yüzüne benzemektedir. Melekût cihetinde her şey temiz, pâk, şeffaf ve güzeldir. Vasıtasız olarak Hâlık’a/Allah'a bakmaktadır. Burada sebepler ve illetler yoktur. Eğrisi büğrüsü olmaz. Engeller ve farklı hususiyetler müdahale edemez. Kudret, varlıkların melekût cihetine taalluk (alâkalı, bağlantılı olma) etmektedir. Burada sebepler konmamıştır. Bundan ötürü melekûtiyet yönünde sebeplerin hiçbir tesiri yoktur. Onun için en büyük şey en küçük şey gibi İlâhî kudrete nazlanamaz. Devasa bir yıldız yaratmak veya idare etmekle bir atomu yaratmak veya idare etmek, Cenâb-ı Hakk’ın kudretine göre birbirinin aynıdır.
Mülk cihetinde, bizim aklımıza göre kötü, çirkin, pis gibi görünen işlerde, Cenâb-ı Hakk’ın yüceliğine itiraz ve şikâyet gelmemesi, O’nun rahmetinin mükemmelliğine münasip düşmeyen bazı hallere merci olması için perdeler yani sebepler konmuştur. Mesela “ölüm” bizim nazarımıza göre kötü bir şeydir. Bu sebeple önüne sebepler konmuştur. Azrail Aleyhisselâm bir sebep olmakla birlikte, hastalıklar, kazalar, musibetler de Azrail Aleyhisselâma sebep olmuştur. Böylelikle ölüm nedeniyle meydana gelebilecek itirazlar ve şikâyetler, Cenâb-ı Hakk’a değil, bu sebeplere gider. Fakat hayat, vücûd, nur, rahmet gibi kavramların, melekût ciheti güzel ve temiz olduğu gibi, mülk ciheti de hoş ve nezihtir. Bu nedenle bunların önünde sebepler yok denecek kadar azdır.
Her şeyin melekût ciheti temiz, pak, şeffaf ve güzel olduğu için bu cihette sebepler yoktur. Sadece Kudret-i İlâhiye vardır. Kudret-i İlâhiye, melekûtiyet-i eşyaya taalluk ettiği (yani her şeyin melekût cihetiyle alakalı olduğu) için, o kudrete göre büyük küçük, az çok yoktur. Bir çiçeği yaratmakla bir baharı yaratmak, mahşerde tek bir insanı haşretmekle bütün insanlığı haşretmek aynıdır. Allah'ın sonsuz kudretine nispetle, mahşerde bütün insanlığın yeniden yaratılması, bir sineğin baharda yaratılması gibi çok çok kolaydır.
Öyle ise مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ ("Sizin (yoktan) yaratılmanız da (öldükten sonra) diriltilmeniz de, ancak tek bir kişi(nin yaratılış ve diriltilişi) gibi (O’na kolay)dır.")[2] fermanı mübâlağasızdır, doğrudur, haktır.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Tılsımlar, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2010, s.115-116
[2] Lokman, 31/28