Günümüzde koruyucu aile olmanın hükmü nedir? Mahremiyet noktasında uygun değil diyenler var. Peygamberimiz Hz Ali, Hz. Zey, hz Enes Bin Malik'i evlatlık almadı mı? Bunlar akıl baliğ olunca mahremiyet var deyip evinden attı mı?
“İslâm’ın ilk yıllarında eski geleneğin devamı olarak bir süre muhafaza edilen evlatlık kurumu, Medine döneminde nazil olan “Allah, evlatlıklarınızı öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır.”[1] mealindeki âyetle kaldırılmış, ardından gelen âyette de evlatlıkların evlat edinenlere değil asıl babalarına nispet edilmesi emredilmiştir.
Buna göre dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte "hukuki sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesesi" kabul edilmiş değildir. Bunun tabii bir sonucu olarak evlatlığın nesebi, evlat edinene bağlanmaz, aralarında mahremiyet meydana gelmez ve mirasçılık ilişkisi doğmaz.
Bununla birlikte evlatlık kurumu zaman zaman ‘koruyucu aile’ tarzında varlığını sürdürmüştür. İslâm’ın evlatlık müessesesini kaldırması, yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklarla ilgilenilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü İslâm’a göre himayeye muhtaç çocuklara bakmak, onları beslemek, büyütmek büyük sevaptır ve bir insanlık ödevidir. Hz. Peygamber (sav), işaret ve orta parmağını göstererek “Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız.”[2] buyurmuştur. Bu itibarla, sevgiye, şefkate ve korumaya muhtaç kimsesiz çocuklar, kendilerine yardım eli uzatılarak, ailelerin yanında veya çocuk yuvalarında himaye edilmeli; eğitilip, sanat ve meslek sahibi yapılarak topluma kazandırılmalıdır. Fakat bunu yapmak için hiçbir kimsenin, çocuğun kendi soy kütüğü ile ilişkisini kesmeye, öz ana babasını unutturmaya hakkı olmadığı gibi kanuni mirasçıları arasına katma, aile içi tesettür ve mahremiyet bakımından öz evlat gibi davranması da doğru değildir. Bunun yerine İslâm’ın tavsiyesi; koruma altına almak, bakmak, büyütmek, ihtiyaçlarını karşılamak, hukuk ve helâl-haram kuralları bakımından ona öz çocuk gibi değil, bir din kardeşi gibi muamele etmektir.” (TDV)
İslâm hukukunun evlatlık kurumunu onaylamamasının tabii bir sonucu olarak evlatlığın nesebi evlat edinene bağlanmaz, aralarında mahremiyet meydana gelmez ve mirasçılık ilişkisi doğmaz. Nitekim Hz. Peygamber eski evlatlığı Hz. Zeyd b. Hârise’nin boşadığı eşi Hz. Zeyneb validemizle evlenmiş ve böylece evlatlık kurumunun bütün sonuçlarıyla geçerliliğini yitirdiğini göstermiştir.
Demek evlat edinmenin hem neseb (soy, sop, nesil) hem miras hem de mahremiyet noktasında ciddi sakıncaları olduğundan evlat edinme dinimizde yasaklanmıştır.
Evlatlık ve mahremiyet
Evlat edinilin çocuk büyüdüğünde bulunduğu ailedeki kişilerle arasında mahremiyet ortaya çıkacaktır. Zira başkasına ait o çocuğa gerçek evlat nazarıyla bakılacak ve başta tesettür olmak üzere mahremiyet hususlarına dikkat edilmeyecektir. Çocuk kız ise o ailedeki bütün erkeklerle, erkekse ailenin kızlarıyla aynı ortamda yaşayacaktır. Böyle bir durum ise dinimizde kesin bir şekilde yasaklanmıştır. Çünkü ne çocuk o ailenin gerçek çocuğudur ne de anne ve baba olarak kabul edilen kişiler gerçek anne ve babadır. Hepsi de birbiri için yabancıdan farksızdır. Haliyle mahremiyet noktasından çok ciddi yasakları ve su istimalleri barındırdığından, dinimiz İslâm’a göre evlat edinme haram kabul edilmiştir.
Hazreti Peygamberin (sav) peygamberlikten önce Zeyd bin Harise'yi (ra) evlad edinmesi ve İslâm’da evlat edinme meseleleri, Halil Gönenç Hoca Efendi’nin Günümüz Meselelerine Fetvalar kitabında detaylı bir şekilde şöyle izah edilmiştir:
“İslâm güneşi doğduğu asırda bütün insanlık cehalet ve hurafe dalgaları içerisinde çalkalanıp gidiyordu. Aleme rahmet olarak gelen bu ilâhî din kendini yitirmiş bu zavallı insanları kurtarmak için çağrıda bulunup doğru yola dönmesi için büyük çaba harcadı. Gece gündüz iman ve irfan telkin etti. Helakine vesile olacak kötü şeylerin ne olduğunu beyan etti. Onlardan biri de cahiliyette yaygın halde bulunan evlat edinme adeti idi. Şöyle ki: birisi başkasının evladını yanına alıyor. Sen benim oğlumsun. Ben sana varisim, sen bana varissin diyordu. Ve böylece oğlu oluyordu. Oğulluğun gereği ne ise icra ediliyor, karşılıklı miras usulü tahakkuk ediyordu. Bu babanın hanımı onun annesi, babası da onun dedesi, oğlanın zevcesi de gelini olurdu. Onunla evlenmek mümkün değildi. Hazreti Peygamber (sav) nübüvvetten evvel cari olan adet üzere Zeyd bin Harise'yi evlad edinmişti. Onu evlad edinme olayı şöyle oldu: Harise oğlu Zeyd, annesiyle birlikte Beni Tayy kabilesine mensup dayılarının yanında iken bir Arab kabilesi onlara baskın yaparak mal ile çocuklarını alıp yağma etti. Zeyd de onlarla birlikte esir düştü. Sonra satılmak üzere Mekke'ye götürüldü. Zeyd'i Hz. Hatice satın aldı. Zekâ ve tedbiri yerinde olduğundan dolayı Resülüllah'ın çok hoşuna gitmişti. Bunun üzerine Hazreti Hatice onu kendisine hediye olarak takdim etti. Aşırı olarak Zeyd'i seven babası Harise gece gündüz ağlar, hakkında şiirler söylerdi. Nihayet günün birinde Harise, oğlu Zeyd'in Mekke'de Hz. Muhammed'in (sav) yanında olduğunu haber aldı. Bunun üzerine kardeşi ile birlikte Mekke'ye gitti ve Peygamberin (sav) yanına varıp dedi ki: “Ey Muhammed! Siz Allah evinin komşususunuz, esiri serbest bırakıp, ona yemek yediren kimselersiniz. Oğlum sendedir, onu bağışlamak suretiyle bize iyilik et. Çünkü sen bu kavmin efendisinin oğlusun. Onu bağışlamak için ne kadar istersen sana veririz.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Size daha iyisini veririm, huzurunuzda onu muhayyer bırakırım, arzu ederse bir şey almadan size veririm.” Zeyd'in babası: “Çok iyilik etmiş olursun. Allah sana büyük mükafatlar versin” dedi. Sonra Peygamber (sav) onu çağırdı:
-Ey Zeyd bunları tanır mısın? dedi.
-Evet şu babam, bu da amcamdır.
-Şu baban, bu da amcandır, beni de tanırsın, kimi arzu ediyorsan onu seç.
Bu sözü duyan Zeyd'in gözleri yaşardı ve:
-Asla senden başka bir kimse istemem, sen hem babam hem de amcam mesabesindesin, dedi.
Babası: Sana yazıklar olsun. Nasıl köleliği hürriyetten üstün tutuyorsun, dedi. Zeyd de: Ben bu adamdan öyle iyilik gördüm ki onu terk etmem mümkün değildir. Onu ve ondan başka bir kimseyi istemem, dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) cemaat huzurunda: “Şahid olunuz Zeyd benim oğlumdur, ben onun varisiyim, o da benim varisimdir” buyurdu. Babasıyla amcası da bu sözden rahatladılar.
Bir zaman sonra bir ayet nazil oldu ve evlad edinme usulünü kaldırdı. “Muhammed sizin erkeklerinizden kimsenin babası değildir. Babalarına nisbet ederek onları çağırınız. Allah'ın indinde daha doğru ve adil olur.”[3]
Hz. Peygamber (sav) evlat edinme hususunda şöyle buyuruyor: “Babasından başka bir kimseye mensup olduğunu söyleyen kimse için -babası olmadığını bildiği halde- Cennet haramdır.”
Ve böylece İslâmiyet evlat edinme adetini kaldırmış oldu. Kaldırdı ama maalesef İslâm'a inanan birçok kimse hala bunu uyguluyor. Oğlu yoktur diye bir akrabasının veya bir dostunun oğlunu yanına alıyor ve resmen namına tescil ettiriyor. Oysa bu büyük bir vebaldir. Varis olmayan kimse varis, varis olan da mirastan mahrum oluyor. Ve bu sebeple hak gidip yerine batıl geliyor. Bunu yapan kimse günahkâr olduğu gibi evlat edinilen de meşru olmayan mirası yemekle harama boğulur. Evet bir akrabanın; bir dostun çocuğuna veya bir yetime bakıp onu beslemek ve sevindirmek büyük bir fazilettir. Fakat namına tescil ettirmek büyük bir vebaldir: Bu durum çocuğun asıl ana ve babasının unutulmasına da sebep olmaktadır. Bu yönden de açık bir haksızlıktır.”[4]
[1] Ahzâb, 33/4.
[2] Buhârî, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42; Ebû Dâvûd, Edeb, 130; Tirmizî, Birr, 14.
[3] Ahzâb, 33/5.
[4] Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, c. 2, s. 382.