Vukūf-ı Zamânî; Bahâeddin Nakşibend’e göre sâlikin her an kendine bakıp halinin şükrü mü yoksa özrü mü gerektirdiğine vâkıf olmasıdır. Bu bir nefis muhasebesi ve vaktin gereklerini yerine getirmektir. Vaktin ve halin tasarrufu altında bulunana “ibnülvakt” denir. Kul kabz halinde istiğfar, bast halinde şükür etmelidir. Bu iki hale riayet zamanla ilgili vukuftur. Sâlikin mânevî halinin düzgünlüğü zamanını iyi değerlendirmesine bağlıdır. Sâlik, nefesinin Hak ile huzur halinde mi yoksa gaflet içinde mi geçmekte olduğuna vâkıf olmalıdır. Nefese vâkıf ve mâlik olmayan sâlik huzur ve gaflet hallerini ayırt edemez.[1]
Tokadî Hazretlerine göre ise Vukūf-ı Zamânî; bulunan hali bilmek ve geçmişin hesabını iyice yapmaktan ibarettir. Salik, zamana çok önem vermeli, ibadetlerini ve üzerine düşen her şeyi zamanı içerisinde yerine getirmeye gayret göstermelidir. Daha akşam vaktinde sabahını, sabah vaktinde de akşamını düşünmeli, geçen akşam ve sabahlarının ne işe yaradığının, boş geçip geçmediğinin muhasebesinde kusur etmemelidir.[2]
Abdurrahman Cami’ye göre ise Vukûf-i zamânî; sâlikin, içinde bulunduğu vakte vâkıf ve muttalî olup vaktinin nasıl geçip gittiğini muhasebe etmesi demektir. Bu esâsa riâyet eden sâlik, ömrünün mânâsız davranışlarla ve lüzumsuz düşüncelerle dağınıklık içinde mi yoksa düşünce açısından derli toplu ve Allâh’ı zikir hâlinde mi geçmekte olduğunu kontrol altında tutabilir.[3]
[1] Safî Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Reşehât-ı Aynü’l-hayât (trc. M. Şerîf el-Abbâsî), İstanbul 1291, s. 41
[2] Mehmet Emin Tokâdî, İrşâdu’s-Sâlikîn, Çorum: Hasanpaşa Ktp., no. 772, vr. 40a
[3] Abdurrahmân Câmî, Risâle-i Tarîka-i Hâcegân (İstanbul: İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, 620, 58b-59a.

