Çünki kader, hakîkî illetlere bakar, adâlet eder. İnsanlar zâhirî gördükleri illetlere hükümleri bina ederler, kaderin ayn-ı adâletinde zulme düşerler. Meselâ, hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sârik değilsin. Fakat kimsenin bilmediği gizli bir katlin var. İşte kader-i İlâhî dahi seni o gizli katlin için mahkûm edip, adâlet etmişdir. Hâkim ise, sen ondan ma‘sûm olduğun sirkate binâen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte şey-i vâhidde iki cihetle kader-i İlâhînin adâleti ve insan kesbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyâs et. Demek kader-i İlâhî ve îcâd-ı İlâhî, mebde’ ve müntehâ, asıl ve fer‘, illet ve neticeler i‘tibâriyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.1
Kader Allah’ın ilminin bir ünvanıdır. Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. Bir şey vuku’ bulduğunda bunun malum olan ve görülen zahiri bir sebebi vardır. Bir de kimsenin bilmediği sadece Allah’ın ilminde var olan hakiki bir sebebi vardır. İnsanlar zahiri sebebe göre hüküm verirler kader ise hakiki sebebi bilir, ona göre hüküm verir. Kader her şeyin sırrına ve teferruatına vakıftır. İnsan yanılır hata eder, kader yanılmaz.
Bir adam düşünelim. Hırsızlık ile suçlanıyor. Fakat hırsız değil. Hâkim karar veriyor adamı hapse atıyor. Adam masum olduğu halde hapse giriyor. Fakat bu adamın hiç kimsenin bilmediği gizli bir cinayeti var. Hâkimin bu suçtan haberi yok. Hâkim, adamı mahkûm ettiği için zulmetmiştir. Çünkü zahiren adam suçsuzdur. Hâkim hata etmiştir. Adam hırsız değildir. Kader ise adamın gizlediği cinayet suçunu bildiği için adamın hapsine müsaade etmekle adalet etmiştir.
İşte kader her şeyi kuşatır, gizli ve aşikâr her şeyi bilir. Hükmünde adalet eder. İnsan zahire bakar kader her şeye nüfuz eder. İnsan bir cepheyi görür kader her cepheyi görür. İşte bu sebepten insan hüküm verdiği zaman zulmedebilir. Ancak kader hüküm verdiği zaman zulmetmez, adalet eder. Evet, insan zulmeder kader adalet eder. Bizim aklımız ermese de kaderin başka başka hikmetleri vardır.
İnsanın kader karşısındaki hali (teşbihte hata olmasın) körün gören karşısındaki hali gibidir. Kader, bir şeyi her şeyiyle bilir. Kader, başı sonu birden görür. İnsan ise işin başını görse sonunu göremez. Önünü görse arkasını göremez. Arkasını görse üstünü, üstünü görse altını göremez.
Evet, şu bir hakikattir ki başa gelen musibetlerde günahların, kusurların, hataların önemli bir yeri vardır. Fakat bu her musibet muhakkak ve mutlak bir surette hataların neticesi olduğu anlamına gelmez. Zira istisnaları çoktur. Öncelikle her şeyin hakiki sebebi Allah’ın ilminde mahfuzdur. Hakiki sebepleri ancak Allah bilir. Kader de budur zaten.
Ancak hadiselerden bazı dersler çıkarmak elbette mümkündür. Mesela: 1. Dünya Savaşı büyük bir musibettir. Neden başımıza geldi? Biz kulluğumuzu hakkıyla ifa edemedik. Allah da bizi kader kamçısıyla ikaz etti. Namazı terk ettik, cephelerde eza ve cefaya maruz kaldık. Oruç tutmadık, açlıkla imtihan olduk. Zekât vermedik, malımızın hemen hemen tamamı harap oldu. Bu tarz okumalar yapabiliriz. Ancak bu hadisenin sebebi yalnızca budur diyemeyiz. Hakiki sebebi Allah bilir. (Bu değerlendirmeleri yapabilmek için önce irfan sonra insaf lazımdır. Yoksa insan sevdiğinin başına gelen fena hadiselere “nazar değdi” deyip, sevmediği insanların başına gelen musibetlere de “tokat yedi, Allah belasını verdi” gibi hissi, indi, fevri yorumlar yapabilir.)
Masumlara gelen bela ve musibetler daha başka hikmetleri içinde barındırır. O yavruların bebeklerin bir günahları yok ki günahlarının neticesi olarak o musibetler başlarına gelmiş olsun. Ayrıca peygamberlere, evliyaullaha gelen musibetler de bize gösteriyor ki musibetler yalnızca günahın neticesi değildir. Mesela zulme maruz kalan masum Filistinli yavrular âlem-i insaniyeti İslamiyet’e davet eden bir mektub-u ilahi olabilir. Yani o mazlumlar çektikleri zulümlerle âlem-i insaniyeti insafa getirip uyandıracak ve İslamiyet’e girmelerine vesile olacak denilebilir. (Fenitekim öyle oluyor.) Sayısız hikmetlerinden bir tanesini bu şekilde okumak mümkündür.
Bu hususta şuna dikkat etmek gerekir. Başımıza gelen musibetleri değerlendirirken ne ümitsizliğe ve ne de umursamazlığa kapı açmamalıyız. Korku ve ümit dengesini korumalıyız.
Eğer her musibette “ben günahkârım tokat yedim ben zaten ıslah olmam” şeklinde okuma yaparsak ümitsizliğe düşebiliriz. “Bu musibetten benim hissem tevbe ve istiğfardır. Bu musibet Rabbimin bana bir ihtarıdır…” diyebiliriz.
“Başıma gelen bu hadisede benim hiçbir kusurum yok. Benim ne günahım var” diyerek üzerimize hiçbir şekilde toz kondurmamak da yanlıştır. Bu da bizi gurura ve enaniyete sevk eder. Bu iki uç noktaya dikkat etmekte fayda vardır.
Bediüzzaman Said Nursi,Tılsımlar, 2015, Hayrât Neşriyat, s. 81