Soru

Kaderin Hâlî ve Vicdânî Olması

Kader Risalesi'nin girişindeki, "Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir."  cümlesindeki "hâlî ve vicdanî","ilmî ve nazarî" tabirlerinden ne anlamamız gerekir?

Tarih: 6.09.2010 18:27:39
Okunma: 9270

Cevap

Aslında imanın kendisi de hâlî ve vicdânî bir nurdur. Çünkü imanın tarifinde, Allah tarafından kulun kalbe indirilen bir nur olduğu ifade edilir. Yani iman akıldaki bir kabul değildir. Mesela çok insanlar var ki Allah'ın varlığını aklen kabul etse de, hatta Hz. Peygamber asm.ın peygamber olduğunu bilse de iman sahibi olmuyorlar.

Çünkü kalblerinde Allah'a ve Peygambere bağlılık ve sadakat duygusunu taşımıyorlar. Halbuki iman bir intisabdır; yani kalbdeki bağlılk duygusudur.

Mesela Ebu Cehil, Resulü Ekrem asm.ın peygamber olduğunu aklen bildiği halde inkar ettiğini itiraf etmişti.

İslam ilimleri alanında uzman olmuş nice oryantalist denilen batılı ilim adamlar var ki, aklen islamın hak olduğunu bildikleri halde kalben iman etmiyorlar.

İmanın kalbde hissedilen bir hâl, bir zevk ve his olma sıfatına Hz. Üstad şöyle temas eder:

"Kur'andan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesail-i imaniyedir ve pek yüksek ve kıymetdar maarif-i İlahiye hükmündedirler." (28. Mektub, 3. Mesele)

"Zevkî ve hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye mazhariyet olduğunu..." (29. Mektub, 9. Kısım)

İmanın vicdânî olması ise, kalbde olan manasınadır. Çünkü vicdan kalbdedir.

"Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak  (kalb) bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma'kes-i efkârı, dimağdır." (İşaratül İcaz)

Yani kalbin his ve duygularla alakalı mekezinin adı vicdandır. Öyleyse imanın yeri kalbdeki vicdandır ve iman, vicdanda bulunan nurlu bir hâldir.

 

Bununla beraber imanın yeri akıl olmasa da imanın delilleri akıl ile anlaşıldığı için iman aynı zamanda ilmi ve nazarî bir konudur, yani aklın nazarıyla (bakışıyla) ve ilmi yollarla anlaşılıp isbat edilebilir. Buradaki imandan kasdımız genel anlamda Allah'a ve İslam Dinine iman etmektir.

 

Fakat kader ve cüzi ihtiyari meselesine iman ise farklıdır. O sadece hâlî ve vicdânî bir imandır. Onda ilmî ve nazarîlik (fikir nazarıyla anlaşılabilme) tarafı yoktur.

Yani başkasına, (imanı olmayanlara) delillerle ve akli yollarla anlatılamaz.

 

Yalnız burada çok önemli bir incelik vardır. O da şudur:

Başkasına anlatılamayan şey kader ve cüzi iradenin varlıkları değil, hayırların kadere günahların insan iradesine nisbet edildiği doğru ve olması gereken kader anlayışıdır. İşte bu, hâlî ve vicadî bir imanla elde edilebilir.

Çünkü insanın cüzi irade sahibi olduğu açık bir konudur. İspata gerek yoktur.

Kaderin varlığı ise kainattaki sonsuz düzene dayanarak herşeyin önceden programlı olduğu  gösterilerek bir derece isbat edilebilir.

 

Fakat kadere iman demek varlıklarını kabul etmek değil, "Herşey kader ile olduğuna inandığı halde insanın işlediği kötülüklerden tamamen mesul olduğunu kabul etmek" demektir.

Zaten Kader Risalesinde dikkat edilirse bu cümleden sonra gelen izahlarda Hz. Üstad, bu doğru taksimatın müminlerce yapılabileceğini, inatçı nefsi emmarelerin bunu yapamayacağını izah ediyor.

 

Dolayısıyla, "Kader ve cüz-ü ihtiyarî, ...hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir." cümlesiyle kasd olunan mana şudur:

"İman, aslen hâlî ve vicânî bir nurdur. Kader ve cüz-i ihtiyarî ise o imanın iki cüz'üdür. "

Hadiste, "İman kırk küsur şubedir" buyrulmuştur. İki şubesi de kader ve cüz-i irade olsa gerektir.


Yorum Yap

Yorumlar

Allah razı olsun.
Gönderen: MUHAMMED TAHA KARA
Tarih: 9.10.2010 17:16:30
Allah celle celalüh razı olsun.
Gönderen: MUSTAFA ESMEROĞLU
Tarih: 21.09.2016 14:05:31