Soru

Kader Risalesindeki "Nihayette Cenâb-ı Hakk'a Verilecek Olan Cüz-i İhtiyarî" Cümlesinin İzahı

Kader Risalesi Birinci Mebhasta geçen "Nihayette Cenab-ı Hakk'a verilecek olan cüz-i ihtiyarî" Tabirinden ne anlamalıyız? Bu ifadeyi biraz açar mısınız? Bu ne demektir? Hasenat kısmını zaten Cenab-ı Hakk'a vermiş, seyyiat kısmının da talebini kendimize, icadını Cenab-ı Hakk'a vermiş idik. Şimdi ise bu tabir ile aynen bu mu tekraren ifade ediliyor yoksa başka bir mana mı var?

Tarih: 27.09.2024 10:40:38

Cevap

İlgili cümleyi önceki paragrafla beraber değerlendirmek ve o şekilde anlamak gerekir. Bu cümlede, gaflet ehlinin yaptığı işin hatası anlatılmaktadır.  Kısaca izah etmeye çalışalım. İlgili yer şöyledir:

“Elhâsıl: Eğer kader ve cüz’-i ihtiyârîden bahseden adam, ehl-i huzûr ve kemâl-i îmân sâhibi ise, kâinâtı ve nefsini Cenâb-ı Hakk’a verir, onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, kaderden ve cüz’-i ihtiyârîden bahsetsin. Çünki madem nefsini ve her şeyi Cenâb-ı Hakk’dan bilir, o vakit cüz’-i ihtiyârîye istinâd ederek mes’ûliyeti deruhde eder. Seyyiâta merciiyeti kabûl edip, Rabbisini takdîs eder. Dâire-i ubûdiyette kalıp, teklîf-i İlâhiyeyi zimmetine alır.

Hem kendinden sudûr eden kemâlât ve hasenât ile gururlanmamak için, kadere bakar, fahır yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.”

Huzur ehli olan yani kendisini devamlı surette Allah’ın huzurunda bilen ve kâmil bir iman sahibi olan bir mü'min, kaderin sırrına ve cüz-i ihtiyarinin hikmetine uygun hareket ederek şeriatın çizdiği edep hududuna riayet eder. Kâinatı ve her şeyi hatta nefsini dahi Cenab-ı Hakk’a verir. O son hududda mesuliyet hissini taşıyarak seyyiatı yani hata ve günahları kendi nefsine alır. Rabbini kusurlardan takdis edip uzak tutar. Hikmetini bilemediği zahiren şer görünen işlerde nefsinin kusurlarını araştırır. Kadere rıza gösterir.

Bazen Cenab-ı Hak, makbul kullarına kaderin o musibetlerdeki hikmetlerini gösterir. Zaten kadere teslim olan o mübarek zatlar, o hikmetleri keşfettiği ve kusurlarını fark ettikleri için Rablerine şükrederler. Bediüzzaman Üstadımız gibi, âdil ve merhametli kadere teşekkür ederler.

Hem kendisinden sudur eden yani meydana gelen kemalat ve iyilikleri kadere verir. Gurura düşmeyerek bu iyilik ve güzellikleri ilâhî bir nimet olarak görür, gurur yerinde şükreder. Kendisini ve kesbini bir kuru çubuk olarak telakki eder. Mehasin ve iyiliklerin ise Rahmet-i İlahiye tarafından ona takıldığını bilir, şükreder. Musibetlerde kaderin hikmetini düşünür, sabreder. Tam bir tevazu ve mahviyet içinde iman ve İslâmiyet’in nihayet hududu olan bu mertebede kulluk edebinin bir numunesi olur. İşte bu mübarek zatların kaderden ve cüz-i ihtiyariden bahse hakları vardır.

“Eğer kaderve cüz’-i ihtiyârîden bahseden adam ehl-i gaflet ise, o vakit kaderden, cüz’-i ihtiyârîden bahse hakkı yoktur. Çünki nefs-i emmâresi, gaflet veya dalâlet sâikasıyla kâinâtı esbâba verip, Allah’ın malını onlara taksîm edip, kendini kendine temlîk eder. Fiilini kendine ve esbâba verir. Mes’ûliyeti ve kusuru kadere havâle eder. O vakit, nihâyette Cenâb-ı Hakk’a verilecek cüz’-i ihtiyârî ve en nihâyette medâr-ı nazar olacak olan kaderbahsi ma‘nâsızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes’ûliyetten kurtulmak için bir desîse-i şeytâniyedir.”[1]

Eğer kader ve cüz-i ihtiyariden bahseden adam, gaflet ehli ise o vakit kaderden ve cüz-i ihtiyariden bahsi hakkı yoktur. Çünkü bu insanların nefs-i emmaresi, gerek gaflet gerek dalaletin yönlendirmesiyle kâinatı, varlıkları ve ilâhî fiilleri sebeplere taksim ederler. Yani Allah’ın malını sebeplere dağıtırlar. Her şeyin kendi kendine mâlik ve sahip olduğunu kabul edip Allah ile irtibatını koparırlar. Allah'ın fiillerini sebeplere verirler. Her türlü mesuliyeti, kusuru da kadere havale ederler. Ve sonuçta da kendi cüz-i ihtiyarilerini de Allah'a vermiş olurlar. Yani "Benim kaderimde varmış, Allah böyle takdir etmiş" derler. Cüz-i ihtiyarilerini yanlış olarak Allah’a havale edip sorumluluktan kurtulmak isterler. Bu noktadan bu tür insanların kaderden ve cüz-i ihtiyariden bahsetmeleri anlamsızdır. Bu durum, gaflet ehli olan insanları güyâ mesuliyetten kurtarmak adına şeytanın bir desisesi ve hilesidir.


[1] Tılsımlar, 83.


Yorum Yap

Yorumlar