“Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım?” dedi. Böylece (bunu bilmediğine) pişman olan kimselerden oldu.” Bu âyetten hareketle Kabil'in pişman olduğu ve tövbe ettiği anlaşılanbilir mi? Bu âyetlerin izahını yapar mısınız?
Bu sorunun cevabı için ilgili âyetleri ve kıssayı genel hatlarıyla buraya alalım ki izahta bir boşluk oluşmasın. Sorunun nihayi cevabı, en sondadır.
İlgili âyetler şöyledir:
“Ey Resûlüm!) Onlara, Âdem'in iki oğlunun (Hâbil ile Kabil'in) haberini de hakkıyla oku! Hani birer kurban takdîm etmişlerdi de birisinden (Hâbil'den) kabûl edilmiş, diğerinden (Kabil'den) ise kabûl edilmemişti. (Kabil, Hâbil'e:) “Seni mutlaka öldüreceğim!” dedi. (Hâbil ise:) “Allah, ancak takvâ sâhiblerinden (amellerini) kabûl buyurur” dedi.
Yemîn olsun ki, eğer beni öldürmek için bana elini (kötü bir niyetle) uzatsan da, ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim. Şübhesiz ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'dan korkarım.
Doğrusu ben isterim ki, (sen) kendi günâhın ile benim günâhımı da yüklenesin de ateşin ehlinden olasın! İşte zâlimlerin cezâsı budur!”
Nihâyet nefsi ona kardeşini öldürmeyi hoş (ve kolay) gösterdi de onu öldürdü; bu yüzden hüsrâna uğrayanlardan oldu.
Sonra Allah, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Bunun üzerine Kabil:) “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım?” dedi. Böylece (bunu bilmediğine) pişman olan kimselerden oldu.”[1]
Bu âyetlerin tefsirlerine ve hadis-i şeriflere bakıldığında Kâbil’in günahından dolayı tövbe etmediği, kâtillerin piri olduğu ve hüsrana uğrayanlardan olduğu görülecektir.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb’ında bu âyetlerin konumuzla ilgili kısımlarını şöyle tefsir etmektedir:
Kabil'in Hâbili Öldürmek İstemesi
Sonra Allah Teâlâ, Kabil'in Habil'i, '”Seni elbette öldüreceğim" dediğini, Hâbil'in de, "Allah, ancak muttekîlerden kabul buyurur" diye cevap verdiğini nakletmiştir. Bu kelamda bir hazif vardır ve takdiri şöyledir: "Sanki Hâbil, Kabil'e "Niçin beni öldüreceksin?" demiş. Kabil de, "Çünkü senin kurbanın kabul edildi" demiş. Bunun üzerine Hâbil, "Benim suçum ne! Allah, ancak muttakîlerden kabul buyurur" demiştir. Bu ifâdenin, kıssa arasına girmiş itirazî bir cümle olarak, Hak Teâlâ tarafından, Hz. Peygamber (s.a.s)'e hitaben söylenmiş bir söz olabileceği de söylenmiştir. Sanki Allah, bu söz ile, "O muttaki olmadığı için, onun kurbanını kabul etmedim" mânasındadır açıklamada bulunmuştur.
Hâbil'in Karşılık Vermemesinin Sebebi
Daha sonra Allah Teâla, mazlum olan kardeşin, "Andolsun ki beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben kâinatın Rabbi olan Allah'dan korkarım" dediğini nakletmiştir. Bu İfâdeyle ilgili iki soru vardır:
Birinci Soru: İnsanın kendisini müdafaa etmesi farz olduğu halde, Hâbil niçin, katil Kabil'e karşı kendisini savunmamıştır? Farzet ki bu farz değil ama en azından haram da değildir. O halde daha niçin Hâbil, "Çünkü ben, kâinatın Rabbi olan Allah'dan korkarım" demiştir?
Bu soruya birkaç yönden cevap verilebilir:
1) Şöyle denilebilir: Maktul Habil, çeşitli emarelerden dolayı zann-ı galip ile, Kabil'in kendisini öldüreceğini anlamıştı da bu sözü, ona bir nasihat ve vaaz olsun diye söylemişti. Yani, "Ben, haksız yere ve zulüm ile seni öldürmeyi uygun bulmuyorum. Seni öldürme işini, ancak Allah'tan korktuğum için yapmıyorum" demek istemiştir. Hâbil bu sözü, kardeşi kendisini öldürmeden önce söylemişti ki bundan maksadı, kasten adam öldürmenin çirkinliğini Kabil'in kalbine sokmaktı. İşte bu sebepten ötürü Kabil'in biraz sabrettiği, Hâbil'in uyuyunca, büyük bir taşla başını ezerek onu öldürdüğü rivayet edilmiştir.
2) Âyetteki "Ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim" ifâdesi, "Seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Elimi sana, ancak kendimi müdafaa etmek için kaldırırım" manasınadır. Ehl-i ilim şöyle derler: "İnsan kendisini müdafaa ederken, önce en ehveni ile işe başlayıp derece derece ilerlemesi gerekir. Kişinin, kendisini müdafaa için ilk planda karşısındakini öldürmeye niyetlenme hakkı yoktur. Aksine onun hakkı, kendisini müdafaa etmektir. Nihayet insan, kendisini ancak karşısındakini öldürerek kurtarabileceği kanaatine varır ise, ancak o zaman onu öldürmesi caizdir.
3) Bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Öldürülmek istenen kişi, şayet kendisi dilerse, katilin isteğine boyun eğmesi caizdir. Nitekim, Hz. Osman (r.h) da böyle yapmıştı. Hz. Peygamber (s.a.s), Muhammed İbn Mesleme (r.a)'ye "Kolunu yüzüne tut (kadere boyun eğ). Allah'ın öldürülen kulu ol, fakat öldüren kulu olma"[2] buyurmuştur.
4) Nefs-i müdafaanın farz oluşu, şeriatların değişmesi ile değişen bir hüküm olabilir. Mücâhld: "O zamanlar nefsi müdafaa mubah değildi" demiştir.
İkinci Soru: Niçin şart fiil, cevap ise ism-i fail sîgasında getirilmiştir? Bu, âyetteki ifadesidir. "Andolsun ki beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim" ifadesidir.
Cevap: Bu, Habil’in o kötü işi kesinlikle yapmayacağını ifâde eder. İşte bundan dolayı, sözünü nefyi te’kid eden ba harf-i cerri ile (diyerek…) söylemiştir. [3]
Katilin, Maktulün Günahını Alması Meselesi
"Şüphesiz dilerim ki sen kendi günahınla birlikte benim günahımı da yüklenesin de, cehennem ehlinden olasın. İşte zâlimlerin cezası budur" (Mâıde. 5/29).
Bu ifâde ile ilgili iki soru vardır:
Birinci Soru: Cenâb-ı Allah "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez"[4] buyurmuştur. Öyle ise nasıl olur da, katilin, öldürdüğü kimsenin günâhını da yüklenmesi düşünülebilir?
Buna şu iki şekilde cevap verilmiştir:
a) İbn Abbas (r.a), İbn Mes'ûd (r.a), Hasan el-Basrî ve Katâde, bunun mânasının, "Sen hem beni öldürme günahını, hem de beni öldürmezden önce işlediğin günahları yüklenirsin" şeklinde olduğunu söylemişlerdir ki, buna göre âyette mahzûf bir muzaf vardır.
b) Zeccac: "Bu ifâde, "Sen, hem beni öldürme günahın, hem de kurbanın kabul edilmeyişine sebep olan günahın ile Allah'a dönersin" mânasındadır" demiştir.
Hâbil'in Kardeşinin Cehennemlik Olmasını İstemesi Doğru mudur?
Soru: İnsan kendisinin Allah'a isyan etmesini istemediği gibi, başkasının da Allah'a isyan etmesini istememesi gerekir. O halde Hâbil niçin, "Şüphesiz dilerim ki sen kendi günahınla birlikte, benim günahımı da yüklenesin" demiştir?
Buna da birkaç yönden cevap verilmiştir:
1) Biz bu sözün, öldürülen Hâbil'in, katil Kabil tarafından öldürüleceğini zann-ı galip ile anladığı zaman söylendiğini ifade etmiştik. Bu söz, katilin öldürme işini yapmasından önce söylenmiştir ve binâenaleyh sanki Hâbil, Kabil'e va'z-u nasihatta bulunarak, "Eğer sen bu nasihata rağmen, bu büyük günahı işlemekten vazgeçmezsen, mutlaka beni öldürmek için, habersiz olduğum ve kendimi sana karşı müdafaa edemeyeceğim bir ânımı gözetlersin. İşte bu durumda da, beni öldürmene karşılık kendimi müdafaa etmem, ancak sen beni öldürmeden önce benim öldürmem ile olabilir. Bu da sırf zanna dayanır. Bu ise, benim tarafımdan işlenmiş büyük bir günah olur. Binâenaleyh iş, bu günahı işleyenin sen veya ben olması ihtimali içinde olunca, ben bu büyük günahın kendim için değil, senin için tahakkuk etmesini isterim" demek istemiştir. İste böyle bir hal ve şart içinde, günahın başkasından sâdır olmasını istemek haram değil, aksine taat ve ihlasın kendisidir.
2) Bu ifâde "Ben, beni öldürme günahının cezasını yüklenmeni istiyorum" demektir. Mazlumun, Allah Teâlâ'dan kendisine zulmedeni cezalandırmasını dilemesinin caiz olduğunda şüphe yoktur.
3) Rivayet olunduğuna göre zâlim olan, Kıyamet günü hasmını (zulmettiği kimseyi) razı edecek bir şey bulamadığı zaman, mazlumun günahlarından bir kısmı alınır, zâlime yüklenir. İşte buna göre, "Ben, bir yandan, Kıyamet gününde beni razı edecek birşey bulamadığın zaman, benim günahımı, diğer taraftan da, beni öldürme günahını yüklenmeni isterim" denilebilir. İşte bu, birinci soruya da cevap olabilecek bir izahtır. Allah en iyi bilendir.
Kabil'in Hâbil'i Öldürüp Pişman Olması
"Nihayet nefsi, kardeşini öldürmeyi ona güzel gösterdi de onu öldürdü. Bu yüzden, hüsrana uğrayanlardan oldu"[5]
Müfessirler şöyle demişlerdir; "Bu, "Kabil'in nefsi, kardeşini öldürmesini kendisine önemsiz bir iş gibi gösterdi" mânasındadır." Bazıları da, "Buna, Kabil'in nefsi, kardeşini öldürme hususunda kendisini cesaretlendirdi" şeklinde mâna vermişlerdir. Bu hususta sözün özü şudur: İnsan kasten ve haksız yere adam öldürmenin büyük günahlardan olduğunu düşündüğünde, bu şekildeki düşünce ve inancı o insanın böylesi bir işi yapmasına mâni olur. Bundan dolayı bu düşünce ve inancı, kesinlikle insanın kendisine itaat etmeyen ve karşı koyan bir şey gibi olur. Ama nefis, çeşitli vesvese ve desiselerini getirdiğinde, bu fiil o insana çok önemsiz bir şey gibi gelir. Böylece de nefis, şaşırtıcı vesveseleri ile o fiili yapmama hususundaki düşüncesini, kendisine itaat eder hale getirmiş gibi olur. İşte, Hak Teâlâ'nın, "Nhâyet nefsi, kardeşini öldürmeyi ona güzel gösterdi..." ifadesiyle kastedilen şey budur.
Mu'tezile şöyle demiştir: "Her şeyin yaratıcısı Allah olsaydı, bu hoş göstermenin ve süslemenin Kabil'in nefsine değil, Allah'a nisbet edilmesi gerekirdi."
Buna şu şekilde cevap verilmiştir: Fiiller sebeplerine isnâd edilip, o sebeplerin faili de Allah olunca, böylece bütün fiillerin faili Allah olmuş olur.
Daha sonra Cenâb-ı Hak, "o da onu öldürdü" buyurmuştur. Bu hususta şöyle bir rivayet bulunmaktadır: Kabil, Hâbil'i nasıl öldüreceğini bilemiyordu. Derken, iblis, eline bir kuş alıp onun başına taşla vurarak öldürmüş vaziyette Kabil'e göründü. ' Böylece Kabil, öldürmeyi İblisten öğrendi. Sonra da, bir gün Hâbil'i uyurken buldu. Elindeki taş ile onun başına vurdu, o da bunun üzerine öldü. Abdullah İbn Mesûd-dan, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Haksız yere öldürülen her insanın (kanmm akıtılması vebalinden) bir hisse de, Âdem'in ilk oğlu (Kabil'e) düşmektedir".[6]
Çünkü, öldürme işini yeryüzünde ilk çıkarıp kötü örnek olan, o olmuştur.
Daha sonra Allah, "Bu yüzden, hüsrana uğrayanlardan olmuştu" buyurmuştur.
İbn Abbas bu ifâdeye şu şekilde mâna vermiştir: "O, hem dünyada, hem de âhirette hüsrana uğrayanlardan oldu. Onun dünyada ziyan etmesi, ebeveynini kızdırması ve Kıyamete kadar, zihinlerde kötü bir kimse olarak kalmasıdır. Âhiretteki ziyanı ise, onun çok büyük bir cezaya duçar olmasıdır."
Denildiğine göre, Kabil, kardeşini öldürünce, Yemen topraklarındaki Aden'e kaçtı. Derken iblis yanına gelerek şöyle dedi: "Ateşe hizmet edip, ona kulluk ettiği için ateş, onun kurbanını yemiştir. Eğer sen de ateşe taparsan, maksadına nail olursun..." Bunun üzerine Kabil, bir ateş evi inşâ etti. İşte böylece Kabil, ateşe tapanların da ilki oldu.
Yine rivayet edildiğine göre Hâbil yirmi yaşlarında öldürülmüştü. Onun öldürülmesi de Hira Dağı'nın yamaçlarında tahakkuk etmişti. Bu öldürülme hadisesinin Basra’da, Ulu Cami’nin yerinde olduğu da ileri sürülmüştür.
Yine rivayet edildiğine göre, Kabil Hâbil'i öldürürken, daha evvel bembeyaz olan bedeni mosmor oldu. Bunun üzerine Hz. Âdem, ona kardeşini sordu. O, "Ben onun vekili değilim!." cevabını verince, Hz. Âdem, "Belki de sen onu öldürdün de, bundan dolayı bedenin morardı" dedi... Bundan sonra Hz. Âdem, yüz sene hiç gülmedi... Keşşaf sahibi: "Hz. Âdem'in, bir şiir söyleyerek ağıt yaktığı rivayet edilmiştir ki, bu yalandan başka bir şey değildir. Çünkü şiir, ancak bir uydurma ve hayal mahsûlüdür.
Halbuki peygamberler şiirden masundurlar..." demiştir. Keşşaf sahibi, bu sözünde doğrudur; çünkü şiir son derece eksik ve bozuk bir şey olup, ancak ahmak olan âlimlere yakışır. O halde Cenâb-ı Hakk'ın, ilmini meleklere karşı bir hüccet ve delil kıldığı bir zata böyle bir şey nasıl mâl edilebilir?
Kabil'in Cenazeyi Gömme İşini Kargadan Öğrenmesi
"Sonra Allah bir karga gönderdi. O, yeri eşiyordu ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin. "Yazıklar o/sun bana! dedi, ben şu karga kadar bile olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz oldum!" Artık o, pişman olanlardan olmuştu".[7]
Cenâb-ı Allah'ın: "Sonra Allah bir karga gönderdi. O, yeri eşiyordu ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin..." buyruğu hakkında birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele: Denildiğine göre, Kabil, Hâbil'i öldürünce ne yapacağını bilemez halde onu bırakır. Daha sonra da, yırtıcı hayvanlardan dolayı, Hâbil için endişeye kapılır. Derken onu, bir tulumun içinde bir yıl sırtında taşır. Nihayet Hâbil'in cesedi değişmeye, bozulmaya başlar. İşte bunun üzerine Allah bir karga gönderir... Bu hususta şu izahlar yapılmıştır:
a) Allah, iki karga gönderdi. Derken bu kargalar dövüşmeye başlarlar. Neticede biri diğerini öldürerek, gagası ve ayaklarıyla onun için bir çukur kazdı ve karganın cesedini o çukura attı. İşte Kabil, bunu kargadan öğrendi...
b) Esamm şöyle demektedir; "Kabil Hâbil'i öldürüp onu öylece bırakınca, Allah Teâlâ ölünün (Hâbil) üzerine toprak saçan bir karga gönderdi. Katil Kabil, Allah'ın, Hâbil'e ölümünden sonra ne şekilde ikramda bulunduğunu görünce, pişman oldu" ve: "yazıklar olsun bana!." dedi."
c) Ebu Müslim de şöyle demiştir: "Kargaların âdeti, eşyayı gömmektir. İşte böylece bir karga gelip bir şeyi toprağa gömdü. Kabil de, bunu kargadan öğrendi..."
İkinci Mesele: "Ona göstersin diye..." ifâdesinin failinin kim olduğu hususunda şu iki izah yapılmıştır:
a) "Allah, ona göstermek için..."
b) "Karga, ona göstermek için..." Yani, "öğretmesi için..." demektir. Görmek öğrenmenin sebebi olunca, sanki Allah mecazî olarak, bu sözle, "ona öğretmesi için..." manasını kastetmiştir.
Üçüncü Mesele: Tâbirinin mânası, "Kardeşinin avretini..." demektir. "Avret" kelimesi de, kişinin bedeninde, açılması caiz olmayan kısım demektir. O halde flji kelimesi, "çirkinliğinden dolayı insanı utandıran ayıp yerler, kusurlar" mânasına gelir. Bu ifâdenin, "kardeşinin İaşesi" anlamına geldiği de söylenmiştir.
Daha sonra yüce Allah: "Yazıklar olsun bana! Dedi. Ben şu karga kadar bile olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz oldum! Artık o, pişman olanlardan olmuştu" buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele
Şüphesiz ki, "Yazıklar olsun bana!" ifâdesi, tehassür ve hayıflanma ifâde eden bir deyimdir. Âyette bu tâbirin geçmesi hakkında şu iki ihtimal bulunmaktadır:
a) Kabil, Hâbil'i nasıl defnedeceğini bilemiyordu. Binâenaleyh, bunu kargadan öğrenince, karganın kendisinden daha bilgili olduğunu; kendisinin, cehaletinden ve bilgisinin de azlığından dolayı, kardeşini öldürmüş olduğunu anladı... İşte bunun üzerine pişman oldu, yaptığından dolayı nedamet duyarak, hayıflandı...
b) Kâbil, Hâbil'i nasıl defnedeceğini biliyordu.. Çünkü, insanın bu kadarcık şeyi yapabilmesi, çok uzak ihtimal görülmemelidir. Ancak ne var ki, kardeşini öldürünce, ona hakaret olsun diye ve önemsemeyerek onu çölde bıraktı. Karganın, başka bir kargayı gömdüğünü görünce, kalbi yumuşayarak, "Bu karga, diğerini öldürüp; öldürdükten sonra da onu toprağa gömdüğüne göre, ben bu kargadan daha mı az şefkatliyim?" dedi.
Yine, şu da rivayet edilmiştir: Karga gelip, Hâbil'in üzerine toprak saçmaya başladı. Bunun üzerine Kâbil, Allah'ın, kurbanını kabul etmesi suretiyle ona hayatta iken ikram ettiğini; öldükten sonra da, onu toprağa gömsün diye karga göndererek ona iyilikte bulunduğunu görünce, kardeşinin Allah katında büyük bir dereceye sahip olduğunu anladı ve bu yaptığına hayıflandı. Ve kardeşine yaklaşabilmesinin, ancak onu yere gömmesiyle mümkün olacağını anlayınca, hiç şüphesiz, "Yazıklar olsun bana, ben şu karga kadar bile olup da (...)
İkinci Mesele
Kabil'in, "Yazıklar olsun bana!" ifâdesi, kendisinin ilahî azaba müstehak olduğu hususunda bir itiraftır. Bu, büyük belâlar meydana geldiği zaman kullanılan bir kelimedir ki, bunun lafzı da, "nida" lafzıdır. Buna göre, sanki "yazık, helak" kelimesine, henüz meydanda olmadan gelsin, hazır olsun diye nida etmiş, seslenmiştir. Yani "Ey veyl, gel; işte senin gelme zamanındır" demektir, kelimesi, açıklamayı daha iyi yapmak için zikredilmiştir. Bu tıpkı, "Eyvah! Ben mi doğuracak mışım?"[8] âyetinde olduğu gibidir. Allah en iyi bilendir.
Kabil'in Pişmanlığı (Tevbesi) Neden Fayda Vermedi?
Bu hususta bir soru bulunmaktadır ki o da şudur; "Hz. Peygamber (s.a.s), "Nedamet, tevbedir"[9] buyurmuştur. Binâenaleyh Kabil pişman olduğuna göre, o, tevbe edenlerden olmuş demektir. O halde daha nasıl onun tevbesi kabul olunmaz?.."
Âlimlerimiz bu soruya şu şekilde cevap vermişlerdir:
a) Kabil, Hâbil'i nasıl defnedeceğini kargadan öğrenince, o, Hâbil'i bir sene
sırtında taşıdığına pişman oldu.
b) O, kardeşini öldürdüğü için pişman oldu, çünkü o, onu öldürmekle bir şey elde edemedi, üstelik bu yüzden ebeveyni ve kardeşleri ona kızdılar, gazap ettiler. Böylece onun nedameti, öldürmenin bir günah olduğuna inandığı için değil, işte bu sebeplerden dolayı olmuştur.
c) O, Hâbil'i öldürdükten sonra, ona hakaret olsun diye, çölde bıraktığına pişman olmuştu. Zira, karganın diğer kargayı öldürüp, sonra da onu gömdüğünü görünce, kalbinin bu denli katı olmasına pişman olmuş ve: "Bu benim kardeşim ve diğer taraftan aynı batından ikizimdir. Onun eti benim etime, kanı da kanıma karışmıştır. Karga kargaya şefkat etti, ama benden kardeşime karşı bir şefkat zuhur etmedi. Merhamet ve güzel huylar bakımından, ben kargadan daha aşağıyım!" demiştir.
Böylece onun nedameti Allah'tan korktuğu için değil, işte bu sebeplerden dolayı pişman olmuş; bundan dolayı bu pişmanlık Kendisine fayda vermemiştir.
[1] Mâide, 5/27-31.
[2] Benzeri bir hadis: Müsned, 5/110, 292
[4] (Fâtır, 35/18)
[5] (Mâıde, 5/30).
[6] Buharı, Cenâiz, 33; Müslim, Kasâme, 27 (3/1304)
[7] (Mâıde, 5/31)
[8] Hûd, 11/72.
[9] İbn Mâce. Ziihd. 30 (2/1420)