Soruda geçen yeri aynen buraya alıyoruz:
"İ‘lem eyyühe’l-azîz! İnsanı havalandırıp baş aşağı felâkete atan şöyle bir hâl var: İstihkāk nazara alınmayarak, Hakk’ın takdîri hakkında tefrît veya ifrât yapılır. Kuvvetine, kıymetine bakılmayarak, küçük veya büyük bir yük altına alınır gibi, gayr-i insanî hâller insanı insaniyetten düşürür. Ya zulme veya kizbe sevk eder.
Meselâ, bir fırka askerin mümessili bir neferin, bütün askerlik umûrunu bilmesi talebinde bulunmak; veya bir katre sudaki güneşin timsâlinde güneşin azametini göstermek talebinde bulunmak, en yüksek bir insafsızlıktır. Çünki vasf ile ittisâf arasında fark vardır. Meselâ katredeki timsâl, güneşin evsâfını gösterir. Ama katre o evsâf ile muttasıf olamaz."1
Şimdi bu metni Risale-i Nur'un bakış açısıyla izah edelim:
Metin, insanı "havalandırıp baş aşağı felakete atan" bir durumdan bahsediyor. Bu durumun özü, istikhak (lâyıklık, hak ediş) gözetilmeksizin, Hakk'ın takdiri (Allah'ın takdiri) hakkında tefrit (eksiklik, yetersizlik) veya ifrat (aşırılık, fazlalık) yapılmasıdır.
İstihkak Gözetmemek: Bu, bir şeyin hak edilip edilmediğini, liyakatin olup olmadığını dikkate almamak demektir. İnsanlar veya olaylar için belirlenmiş bir "değer" veya bir "pay" varken, bu değeri aşmak veya eksik görmek hatadır.
Hakk'ın Takdiri Hakkında Tefrit veya İfrat: Allah'ın her şeyde bir ölçü ve düzen koyduğuna i'tikad ederiz. Bu düzen ve ölçü hakkında aşırıya kaçmak (Meselâ, Allah'ın sonsuz merhametini düşünüp -Allah Gafûr ve Rahîm'dir deyip- rahatlıkla günah işlemek) veya yetersiz görmek (Meselâ, Rabbimiz her şeye Kadîr ve Hakîm olduğu halde, Allah'ın gücünü sınırlı sanmak veya O'nun hikmetini sorgulamak) büyük bir hatadır.
Metin, kişinin kuvvetine ve kıymetine bakılmaksızın, küçük veya büyük bir yük altına alınması gibi "gayr-i insanî hâllerin" insanı insaniyetten düşürdüğünü belirtir.
Gayr-i İnsanî Haller: Bunlar, insanın fıtratına, kapasitesine, yeteneklerine ve konumuna uymayan, zorlayıcı ve zulmedici durumlardır. Kişinin kaldırabileceği yükten fazlasını yüklemek, kapasitesinin üstünde bir beklenti içine girmek gibi durumlar bu kategoriye girer.
İnsaniyeti Düşürmesi: Bu tür zorlamalar ve adaletsizlikler, insanı ruhî, psikolojik ve ahlakî olarak zayıflatır. Kişiyi zulme (adaletsizliğe) veya kizbe (yalan söylemeye) sevk eder. Çünkü kişi ya bu haksızlığa boyun eğerek zulmeder veya bu durumdan kurtulmak için yanlış yollara başvurur.
Metin, bu durumu somutlaştırmak için iki çarpıcı örnek sunar:
Askerlik Örneği: Bir fırka askerin temsilcisi olan tek bir neferden, bütün askerlik işlerini bilmesinin talep edilmesi.
Açıklama: Bir neferin görevi ve bilgisi sınırlıdır. Tüm askerlik sistemini bilmesi ve yönetmesi beklenemez. Bu, o neferin kapasitesini aşan, ona ağır gelen hatta ona zulmeden bir beklentidir. Bu, kişinin vasfı (niteliği) ile ittisafı (o niteliğe sahip olma durumu) arasındaki farkı anlamamaktır. Nefer askerlik adına bazı vasıflara sahip olsa da tüm askerliğin bilgisine sahip olmakla "muttasıf" (vasıflanmış) olamaz.
Su Damlası ve Güneş Örneği: Bir damla sudaki güneşin timsalinde (yansımasında), güneşin azametini göstermesi talebinde bulunmak.
Açıklama: Bir su damlası, güneşin parlaklığını ve yedi rengini yansıtabilir. Hatta su katrelerinde güneşin ziyâsı ve harâreti ve ziyâsındaki yedi rengi ve bir nevi‘ gölgesi bulunabilir.2 Ancak bu yansıma, damlanın kendisinin güneşin tüm özelliklerine sahip olduğu anlamına gelmez. Damladaki güneş sadece bir yansımadır, güneşin kendisi değildir. Güneşin azametini ve bütün evsafını damlanın içine sığdırmaya çalışmak, damlanın sınırlılıklarını ve güneşin devasâ büyüklüğünü göz ardı etmektir. Bu da bir tür insafsızlıktır; çünkü o damlaya, kendi kapasitesinin çok ötesinde bir rol yüklenmesi istenmektedir.
Sonuç: Vasıf ve İttisaf Farkı
Metnin en can alıcı noktası, vasıf ile ittisaf arasındaki fark vurgusudur.
Vasıf: Bir şeyin sahip olduğu nitelik, özellik. Örneğin, suyun akışkan olması bir vasıftır.
İttisaf: O vasıf ile bezenmiş olma durumu. Örneğin, bir nehrin akışkan olması, o nehrin akışkanlıkla "muttasıf" (akışkanlıkla nitelenmiş, vasıflanmış) olduğunu gösterir. Bu durumda akışkanlığı etkileyen nehir yatağının eğimi ve genişliği gibi faktörler göz ardı edilememelidir. Zira akışkanlık vasfı bu kriterler çerçevesinde artıp eksilmektedir.
Su damlasındaki güneşin timsali, güneşin bir kısım evsafını gösterir, ancak damla o vasıfla muttasıf olamaz. Gerçek Güneş oldukça büyük ve azamet sahibi iken, damla ise oldukça küçük ve sınırlıdır. Bu sınırlılığı göz ardı ederek damladan güneşin tüm özelliklerini beklemek, hem damlaya haksızlıktır hem de güneşin gerçek azametini tam olarak anlamamaktır.
Bu örnekler, Risale-i Nur'un ölçü, denge, adalet ve hikmet prensiplerini vurguladığını göstermektedir. Bir varlığın veya olayın değerini, kapasitesini ve konumunu göz ardı ederek ona karşı aşırı beklenti içine girmek veya onu küçümsemek, hem kişinin kendisi hem de muhatabı için büyük hatalara ve felaketlere yol açar. Cenâb-ı Hakk'ın takdirine karşı bu türden ifrat veya tefritler, insanın aklını ve muhakemesini karıştırır. Yanlış hüküm vermesine sebep olabilir.
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 130.
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2017, s. 82.