23. Söz'ün 1. Mebhasi'nin 1. Noktası'nda geçen bu ifadeleri devamıyla birlikte cümle cümle izah eder misiniz?
Birinci Nokta: İnsan nûr-u îmân ile a‘lâ-yı illiyyîne çıkar, cennete lâyık bir kıymet alır.
İmanın binler güzellikleri vardır. Başta insanın kıymeti olmak üzere, bütün kâinatın ve varlıkların kıymeti ve manaları iman ile bilinir ve ortaya çıkar. İnsaniyete layık bütün duygular ve güzel ahlak esasları iman ile gerçek manasına ulaşır. İnsan, iman nuru ile a‘lâ-yı illiyyîn denilen en yüksek dereceye ulaşır, cennete layık olacak bir kıymet kazanır. Küfür yani imansızlık karanlığı ile esfel-i sâfilîn denilen en aşağı derecelere düşer, cehennemi hak edecek bir vaziyete girer.
Nasıl ki nur ve ışık maddi olarak eşyanın görülmesine ve bilinmesine sebep olur. Öyle de manevi olan iman nuru dahi insanın ve bütün varlıkların kıymetlerinin, manalarının anlaşılmasına ve vazifelerinin bilinmesine sebeptir. Böylelikle insan, sahip olduğu imanla, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek tam bir kulluk kisvesine bürünür ve a‘lâ-yı illiyyîn ile ifade edilen çok yüksek derecelere çıkar. İman nuru ile bu mertebeye ulaşan insan, Allah’ın kendisi için hazırladığı ebedi cennetine layık bir kıymet kazanır.
Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer, cehenneme ehil olacak bir vaz‘iyete girer. Çünki îmân, insanı Sâni‘-i Zülcelâl’ine nisbet ediyor. Îmân bir intisâbdır.
Ahsen-i takvimde yani en güzel bir kıvamda yaratılan insan, küfür karanlığı ile esfel-i safilin olarak ifade edilen aşağıların aşağısına düşer. Neticede cehenneme layık bir hal alır. Evet küfür yani imansızlık, karanlık manasına gelen zulmet ile ifade edilmiştir. Karanlık nasıl ki eşyanın görülmesine engeldir. Öyle de imansızlık karanlığı da insanın ve bütün varlıkların kıymet ve manalarının anlaşılmamasına ve vazifelerinin bilinmemesine sebep olur. Kulluk vazifesini yapmadığı için manevi istidat ve kabiliyetleri gelişemez. Böylelikle kendisinin ve diğer varlıların kıymet ve değerini artıran İlâhî sanatlar ve nakışlar gizlenir ve görülmez olur. Çünkü iman, insanı büyüklük ve haşmet sahibi sanatkârına nispet edip bağlar ve O’nun sanat eseri olduğunu gösterir ve bildirir. İman, kulun Allah’ı tasdik edip her yönüyle O’na bağlanmasıdır.
Öyle ise insan, îmân ile insanda tezâhür eden san‘at-ı İlâhiye ve nukūş-u esmâ-yı Rabbâniye i‘tibâriyle bir kıymet alır.Küfür o nisbeti kat‘ eder. O kat‘dan san‘at-ı Rabbâniye gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde i‘tibâriyle olur.
Öyle de insan, iman ile kendi üzerinde tecelli edip görünen Allah’ın benzersiz sanatının ve güzel isimlerinin bilinmesine ve anlaşılmasına vesile olur. İnsanın kıymeti ise üzerinde ortaya çıkan bu ilahi sanatlar ve güzel isimler itibariyledir. Çünkü insan Allah’ın isimlerine en güzel bir ayna olacak yapıda yaratılmıştır. Yani nasıl ki ayna güzeli gösterince güzelleşir. Işığı gösterince parlar. Bunun gibi insan da Allah’ın isimlerine ve sanatlarını üzerinde gösterebildiği ölçüde bir değer ve şeref kazanır
Aslı itibariyle kalbe ait bir sıfat olarak örtmek manasına gelen küfür, insanın Rabbi ile olan bağını keser, karanlıklar içinde bırakır. Allah’ın insan üstündeki sanatları ve güzel isimlerinin nakışları gizlenir, görünmemeye başlar.İnsan iman nuru ile kendindeki ve kâinattaki İlâhî sanat eserlerini görür, üstündeki nakışları okur, kıymetlerini takdir eder, güzelliklerine hayran olur, Rabbini tesbih edip O’na muhatap ve dost olur. Küfür ise, tüm bu inceliklerin ve sanatların gizlenip görülmemesine sebep olur
İşte en güzel bir kıvamda yaratılan ve yeryüzünde şerefli bir misafir olarak her şey hizmetine verilen insan, küfür ile bütün manevi yönlerini kaybederek basit bir hayvan gibi yaşamaya başlar. Böylece bütün kıymeti ve değeri, maddi bedeni itibariyle olur.
Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvâniye olduğundan kıymeti hiç hükmündedir.
Madde ise sona erer, devam etmez. Gelip geçicidir, devamlı ve kalıcı değildir. Ölümlü ve son bulucu olup, yok olmaya yöneliktir. Güneşin batışa geçtiğinde, her an aydınlığından kaybederken bir zaman sonra tamamen batması gibi, her şey sürekli bir kayıp içinde olmakla beraber gün gelip tamamen yokluğa düşer. Maddenin özelliği böyledir.
Böyle bir insandaki hayat ise hayvanların hayatı gibi basit bir hayattır. Maneviyattan, kalbi ve ruhi değerlerden tamamen mahrumdur. Sadece bedene ait lezzetlerle yetinir. İşte böyle bir hayat bir gün sona ereceği ve yok olacağı gibi, var olduğu zamanda da kıymeti hiç hükmündedir.
Bu sırrı bir temsîl ile beyân edeceğiz. Meselâ, insanların sanatları içinde nasıl ki maddenin kıymeti ile san‘atın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazen müsâvî, bazen madde daha kıymetdar, bazen oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir madde beş liralık bir san‘at bulunuyor. Belki bazen antika olan bir san‘at bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir san‘at antikacıların çarşısına gidilse, hârikapîşeve pek eski hünerver san‘atkârına nisbet ederek, o san‘atkârı yâd etmek sûretiyle ve o sanatla teşhîr edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir bahâsına alınabilir.
Bediüzzaman Hazretleri konunun daha iyi anlaşılması için bir misal verecektir. Buna göre duygu, düşünce, fikir, tasarım, hayal gücü gibi duyuların eseri olan insan sanatlarında, madde ile sanatın değerleri çok farklı olmaktadır. Maddesi itibariyle değersiz olan bir eser, üzerindeki sanat ile yüksek bir değer kazanabilir. Özellikle eski zamandan kalmış nadir bir sanat eseri, hünerli sanatkârını hatırlatması cihetinde maddesi ile kıyas edilemeyecek derecede bir kıymet kazanır. Mesela dünya tarihinde rekor fiyatla 450 milyon dolara satılan Leonardo Da Vinci’nin tablosu, maddesi itibariyle çok değer ifade etmez. Kıymet ve değer, tablo üzerinde işleyen sanatçıya bakar.
İşte insan, Cenâb-ı Hakk’ın böyle antika bir san‘atıdır. Ve en nâzik ve nâzenîn bir mu‘cize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medâr ve kâinâta bir misâl-i musaggar sûretinde yaratmıştır.
İşte insan, maddesi ve kendisi itibariyle değil, Cenabı Hakk’ın sanatı olması noktasında kıymet kazanır. Cenâb-ı Hakk insanı bir kudret mucizesi olarak en güzel bir kıvamda yaratmıştır. İnsanı kıymet ve değer kazandıran, Allah’ın güzel isimlerine ayinedarlık etmesidir. Bu ayinedarlık ya zıtları itibariyle ya numunelerini göstermesi ile veyahut nakışlarını üzerinde göstermesi ile olur.
Zıtları noktasında, kendisinde bulunan noksan sıfatlar ile Allah’ın mükemmel olan isim ve sıfatlarını gösterir ve ayinedarlık eder. Nasıl ki, karanlık ışığa bir aynadır. Karanlık ne kadar çok olursa ışık daha çok görünür. Aynen öyle de, insan, zayıflığı ve acizliği ile her şeye gücü yeten Allah’ın kudretini ve Kadîr ismini gösterir. Cehaleti ile Allah’ın her şeyi kuşatan ilmini ve Alîm ismini gösterir.
Numuneleri noktasındaki ayinedarlığı ise şöyle olur: Meselâ insan; “Nasıl ben bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve onun sahibiyim ve idare ediyorum. Öyle de şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, idare eder.” der. Allah’ı bu isimleriyle tanır ve tanıtır.
Diğer bir cihette ise Allah’ın güzel isimlerinin nakışlarını üzerinde göstermesi ile ayinedarlık eder. Meselâ: Yaratılışı itibariyle Hâlık ismine, güzel bir şekil verilmesiyle ve süslenmesiyle Musavvir ve Müzeyyin isimlerine ayinedarlık eder.
Bütün bu cihetleri ile birlikte düşündüğümüzde Cenâb-ı Hakk insanı, bütün kâinatın küçük bir numunesi olarak yaratmıştır. Bu yönüyle bütün kâinatla alakadar olabilecek, anlayıp tefekkür edecek bir zenginliğe sahiptir.
Eğer nûr-u îmân içine girse, üstündeki bütün ma‘nîdâr nakışlar o ışıkla okunur. O mü’min şuûr ile okur ve o intisâbla okutur. Yani “Sâni‘-i Zülcelâl’in masnûuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım” gibi ma‘nâlarla insandaki san‘at-ı Rabbâniye tezâhür eder. Demek Sâni‘ine intisâbdan ibâret olan îmân, insandaki bütün âsâr-ı san‘atı izhâr eder. İnsanın kıymeti o san‘at-ı Rabbâniyeye göre olur. Ve âyîne-i Samedâniye i‘tibâriyledir.
Eğer iman etmekle iman nuru insanın kalbine girse, Allah'ın güzel isimleri insan üzerinde okunmaya başlar. Mümin kul hem kendisi o iman nuru ile okur, hem başka şuur sahiplerine okutur, anlatır, başkalarını da aydınlatmaya vesile olur. Böylece insan kendisini göstermez, belki Rabbinin kendi üzerindeki eserlerini gösterir. Kıymeti de kendisi itibariyle değil, mükemmel ve kusursuz olan sonsuzluk sahibi Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimleri itibariyle olur. O zaman akılların alamayacağı büyük bir kıymet kazanır.
Kendi sanatkârına (Allah'a) bağlanmaktan ibaret olan iman, insan üzerinde bulunan bütün sanat eserlerinin ortaya çıkmasına ve görünmesine vesile olur. Bu cihette insanın kıymeti ve ehemmiyeti kendine bakan yönüyle olmaz. Belki eserleri üzerinde görünen Rabbani sanatlar itibariyle olur. İnsandaki Rabbani sanatlar yani Yüce Allah’ın terbiye ediciliğine dair sanatlar ise iman ile ortaya çıkar. Çünkü insanın insaniyete layık güzel sıfatlara ulaşması ancak Rabbine itaati ile olabilir. Yüce Allah insanı yüksek özellikler ve zengin nitelikler ile donatarak yaratmıştır. İslamiyet'i yaşaması ve güzel ahlakı kazanması ile Rabbini güzel ve kusursuz isimleriyle bildirir ve tanıttırır. Rabbani sanatları kendi üzerinde gösterir.
İnsanın ayine-i samedaniye vazifesi ise, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin kendisine muhtaç olduğu Samed olan Rabbine ayna olmasını ifade eder. Bu aynalık vazifesini ise şöyle yapar: İnsan yüksek ve zengin bir yaratılışa sahip olduğu için her şeyi elde etmek ister ve çok şeylerden korkar. İstediği şeyleri elde etmesi ve korktuğu şeylerden emin olması ise kendi servetini ve gücünü aşar. Bunun için herşeyin sahibi Samed olan Allah’a bağlanması ile bütün ihtiyaçlarını karşılayıp, bütün korkularından emin olabilir. Bu yönüyle Yüce Allah’ın Samed ismine güzel bir aynalık vazifesi yapar.
O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu i‘tibârla bütün mahlûkāt üstünde bir muhâtab-ı İlâhî ve cennete lâyık bir misâfir-i Rabbânî olur. Eğer kat‘-ı intisâbdan ibâret olan küfür insanın içine girse, o vakit bütün o ma‘nîdâr nukūş-u esmâ-yı İlâhiye karanlığa düşer, okunmaz. Zîrâ Sâni‘ unutulsa, Sâni‘e müteveccih ma‘nevî cihetler de anlaşılmaz.
Bu vaziyette aciz, fakir ve küçük bir insan, bütün yaratılanların içerisinde en yüksek bir mertebeye ulaşabilir. Çünkü insana verilen kabiliyetler, duygular, hisler kendilerine uygun mecrada kullanıldığı için en güzel bir şekilde değerlenir ve kıymet kazanır. Ahsen-i takvim ile ifade edilen en güzel bir kıvama ulaşır. Cenab-ı Hakk’a muhatap olur ve Cenab-ı Hakk’ın mümin kulları için hazırlamış olduğu cennete layık şerefli bir misafir olur.
Küfür ise Cenab-ı Hak İle olan bağımızı kesmek ve koparmak anlamına gelir ki o zaman insan üzerindeki bütün ilahi sanatlar gizlenir, okunmaz. Kıymeti yalnız madde itibari ile olur, karanlıklar içerisinde kalır. Çünkü eser ile sanatkâr arasındaki bağ koparıldığı zaman o sanatkâra atfedilen ve onunla kıymet kazanan sanatların hiçbir kıymeti olmaz. Sani unutulunca sanatın O’na bakan yüksek ve güzel manaları anlaşılmaz.
Mesela bir gül goncasında Allah’ın onlarca güzel ismi okunabilir. Gülün güzelliği, kokusu ve rengi bir çok özelliği aslında Allah’ın isimlerinin manevi güzelliklerini gösterir. Fakat Allah ile olan bağı kesildiği zaman manevi güzellikler gizlenir. Bir müddet sonra dağılıp çürüyecek olan maddi güzelliği ise bir takım sebeplere dağıtılarak bütün manasını ve kıymetini kaybeder.
Âdetâ baş aşağıya düşer. O ma‘nîdâr âlî san‘atların ve ma‘nevî âlî nakışların çoğu gizlenir. Bâkî kalan ve göz ile görülen bir kısmı ise, süflî esbâba ve tabiata ve tesâdüfe verilip nihâyet derecede sukūt eder.
Sanatın gerçek sahibi unutulunca ve onunla bağı kesilince, sanatın kıymeti de kaybolur. Sanattaki ince fakat yüksek manalar bilinmez ve anlaşılmaz hale gelir. Mevcut üstünde sanat yine bulunduğu halde manevi yönleri gizli kalır, anlamını kaybeder. Maddi olan ve gözle görülen sanat kısmı ise oradaki sebeplere ve kurallara ve tesadüfe havale edilir. Sanatkârını tanıttıran ve bildiren yüksek ve manidar bir eser iken, tam aksine sahipsiz, anlamsız, gayesiz bir vaziyete düşer. Mesela küçük bir âlem olan insan yüksek özellikleriyle, Yüce Allah’ın mükemmel ve sonsuz güzel olan isimlerini bildirir ve tanıttırır. Fakat Allah ile olan bağı kesilirse serseri bir şekilde yaşayan anlamsız ve gayesiz müstakil bir varlık haline gelir. Manevi yönlerinin hepsi gizlenir ve kararır. Maddi ve gözle görünen kısmı ise bir takım sebeplere, kurallara ve tesadüfe havale edilir. Bütün mana ve kıymetini kaybederek çok aşağıya düşer.
Her biri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvâniyeye münhasır kalır. Maddenin gayesi ve meyvesi ise, dediğimiz gibi kısacık bir ömürde hayvanâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz’î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder gider.
Sanat üzerindeki her bir nakış, mükemmel ve sonsuz güzellikte olan Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarını bildiren paha biçilemez birer elmas kıymetindedir. Küfür nazarıyla bakıldığı zaman ise anlamsız, faydasız ve gayesiz birer şişeye döner. Belki madde itibariyle değerlendirildiği zaman çok fark görülmeyebilir. Fakat kıymet ve değer olarak dağlar kadar fark olur. Manevi yönlerini kaybetmiş maddi bir hayat ise hayvanlarda dahi vardır. Fakat insan baş edemediği olaylar karşısındaki güçsüzlüğü ve yüksek özelliklerinin gerektirdiği ihtiyaçlar itibariyle maddi cihette hayvanlardan geriye düşer. Başta sonsuzluk arzusu gibi yüksek duygular olmak üzere akıl, kalp ve ruhunun çok geniş olan hayat dairelerini kaybeder. Küçük ve dar bir dairede sıkıntılı hayvani bir hayat geçirir.
Bununla beraber hayvanlar akıl ve şuur sahibi olmadığı için, geçmişten gelen kederleri ve gelecek endişeleri olmadan mevcut zamanı en güzel şekilde yaşayabilir. İnsan bu noktada hayvan gibi safi lezzet alamaz. Yaratılmışların en kıymetlisi iken, dünyevi ve maddi hayat itibariyle hayvandan aşağı düşer. Sonra da ölüm geldiğinde maddi cesedi dahi çürür gider.
İşte küfür böyle mâhiyet-i insaniyeyi yıkar. Elmastan kömüre kalb eder.[1]
İşte Allah’ı inkar etmek ve Allah ile olan bağını koparmak, insanın bütün kıymetini, manasını, özelliklerini yıkar, mahveder. Maddi olarak çok fark görülmese de manevi olarak çok büyük değer kaybeder. Hem dünya hem ahiret mutluluğunu bozar. Nasıl ki elmas ve kömür maddesi itibariyle ikisi de karbon elementinden oluşur, farkları yoktur. Fakat kıymet ve manevi değeri çok farklıdır. İşte iman nuruyla parlak bir elmas kıymetinde olan insan, küfür karanlığı ile kapkara ve yanmaya layık kömüre dönüşür. Bütün güzelliğini, şerefini, kıymetini ve manasını kaybeder.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.103