Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul'da İngiliz işgaline karşı yapmış olduğu maddi ve manevi mücadelesi nasıl olmuştur? İzah eder misiniz?
Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul'da İngiliz işgaline karşı yapmış olduğu mücadeleyi, Hutuvât-ı Sitte risalesini yazması, Anglikan Kilisesinin suallerine cevap vermesi ve Millî Mücadeleyi desteklemesi şeklinde 3 ana başlık altında inceleyebiliriz.
HUTUVÂT-I SİTTE RİSALESİ
Bediüzzaman Hazretlerinin, esaret sonrası dört buçuk senelik İstanbul hayatı devrinde yaptığı en ehemmiyetli hizmetlerinden birisi, İngiliz işgaline karşı korkusuzca mücadele etmesi ve 1920 yılında “Hutuvât-ı Sitte” isminde kısa bir eser yazarak İngilizlerin dessas, hilelerle dolu propagandalarına gereken cevapları vermesidir.
“Altı Adım” anlamındaki bu eserinde Bediüzzaman Hazretleri, her dönemde insan şekline girmiş şeytanlar bulunduğunu, o dönemde de İngilizlerin, İslâm âlemi içindeki intikam, makam hırsı, açgözlülük, dinsizlik, körü körüne bağlılık gibi yanlış halleri, kendi siyasetlerine âlet ettiklerini anlatmıştır.
Şeyhü’l-İslam’ı ve hocaları kendi lehlerine çevirmeye çalışmışlar, hatta zamanın Şeyhü’l-İslam’ı Dürrizade Abdullah Efendi’ye baskı yaparak Anadolu’daki mili mücadeleye katılanları âsî ilân eden bir fetva yayınlatmışlardır. Edirnekapı Camii minberinde bir imama İngiliz ve Yunan lehine dua ettirmişlerdir.
Hutuvât-ı Sitte eseri, Arapça ve Türkçe olarak bastırılıp İstanbul’un her tarafına Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri vasıtasıyla ücretsiz olarak el altından dağıtılmıştır. Böylelikle İngilizin, Âlem-i İslâm ve memleketimiz aleyhindeki dehşetli plânları netice vermemiştir.
Hatta bu eser o kadar tesirlidir ki, İngiliz Başkumandanına bahsedildiği zaman, Bediüzzaman Hazretlerinin görüldüğü yerde öldürülmesi emrini vermiştir. Fakat kendisine, Doğu Anadolu bölgesinin ve aşiretlerin ne pahasına olursa olsun bunun intikamını almaya çalışacakları söylenmesi üzerine, bu emri geri almak zorunda kalmıştır.
Şimdi, bu eserdeki her bir hatvede (adımda), özetle hangi konulara değinildiğine bakalım.
Birinci Hatve’de İngilizlerin Müslümanlara yaptıkları, “sizler bu musibete müstahak oldunuz, Kader size bu işgalleri layık gördü, buna razı olmanız gerekir” gibi propagandalara karşı Bediüzzaman Hazretleri, “siz günahlarımız sebebiyle değil Müslüman olduğumuz için bize zulmediyorsunuz, buna razı olmak ise İslamiyet’ten yüz çevirmektir” manasına gelen cümlelerle cevap verir.
İkinci Hatve’de İngilizlerin “başka kâfirlere dost olduğunuz gibi bize de dost olunuz” propagandasına karşı Bediüzzaman Hazretleri, “yardım kabul etmek başka mesele, düşmanın elini öpmek ise daha başka bir meseledir, ikisi birbirinden farklıdır” anlamındaki ifadelerle cevap verir.
Üçüncü Hatve’de “şimdiye kadar sizi idare edenler size zarar verdiler öyleyse bana razı olun” propagandasına karşı, "o zarar verenleri de İngilizlerin yönlendirdiği" cevabı verilir.
Dördüncü Hatve’de “bize karşı gelip Anadolu’da eşkıyalığa başlayanların (kuva-yı milliye kastediliyor) niyetleri İslamiyet değildir” anlamına gelen propagandaya karşı, Bediüzzaman Hazretleri mana olarak “bir amaca ulaşmak için önemli olan mesele sebepleri yerine getirmektir, niyet değildir, Avrupa’ya düşmanlık yapmak ve Kur’ân’ı kurtarmak için mücadele ederken niyetin ne olduğu önemli değildir, mühim olan bu amaçtır” cevabını verir.
Beşinci Hatve’de “halifenin İngilizler lehinde olduğu” propagandasına karşı, özetle “bunun halifenin şahsî fikri olduğu, ümmetin fikrini yansıtmadığı” cevabı verilir.
Altıncı Hatve’de “birinci dünya savaşında Almanlar sizinle ittifak etmelerine rağmen başarısız oldunuz, şimdi ise onlar da yok, dolayısıyla boşuna mücadele etmeyin” manasındaki propagandaya karşı, “İngilizlerin bütün hilelerinin ortaya çıkması, görünürdeki kuvvetin yüzde doksanının boş olduğu” gibi sebeplerden dolayı asla ümitsizliğe düşülmeyeceğini, ölünecekse de teslim olarak değil düşmanın yüzüne tükürerek şehit olunacağını" anlatır Bediüzzaman Hazretleri.
ANGLİKAN KİLİSESİNİN SUALLERİNE CEVAP
İngilizler, İstanbul’u işgal ettikten sonra, Müslümanlara birçok zulüm ve işkenceler yapmışlardır. Evlere baskınlar, tutuklamalar, keyfi olarak hapse atmalar, yağmalamalar, hakaretler ve küfürler… Fakat bütün bunların yanında en vahimi, İslâm’a ve Kur’ân’a karşı yaptıkları şeytancasına hücumlardır. İslâm’ın izzetini kırmak, kudsiyetini lekelemek, kıymetini düşürmek ve insanların akıllarına İslâmiyet’le alâkalı şüphe ve vesveseler vermek için olmadık entrikalar yapmışlardır.
Bunlardan birisi, İngiliz Anglikan Kilisesi başpapazı tarafından “Meşîhat” (Şeyhülislamlık) makamına sorulan altı sualdir. Üstelik İslâm hakkında sordukları bu altı suale çok uzun değil, sadece altı yüz kelimeyle özet bir cevap verilmesini talep etmişlerdir. Meşihat makamı da bu soruları Dârü’l-Hikmet’e (zamanın Diyanet İşleri Yüksek Kuruluna) havale ederek cevap verilmesini talep etmiştir. Mısır ulemâsından olup Dârü’l-Hikmet’te vazife yapan Abdülaziz Çaviş ile İzmirli İsmail Hakkı ve Elmalılı Hamdi Yazır bu sorulara cevaben birer kitab yazarken, Bediüzzaman Hazretleri tam da İstanbul’un işgali sırasında sorulan bu soruları pek mağrurâne ve aşağılayıcı bulduğu için İngilizlere bir tükürükle cevap vermiştir. Fakat onları muhatab almaksızın bu sualleri işitip de cevabını merak eden kimseler için de gayet özlü ve tatminkâr bir cevab yazarak İslâm’ın izzetini kâfirlere karşı göstermiştir.
Bu hâdiseyi sonraki senelerde şöyle anlatır:
“Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesi’nin başpapazı tarafından, Meşihat-ı İslâmiyeden dînî altı sual soruldu. Ben de o zaman, Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiyenin âzâsı idim. Bana dediler:
- Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar. Ben dedim:
- Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle değil, hatta bir kelimeyle değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne! demiştim.”[1]
Üstad Hazretleri, o günlerde neşrettiği “Rumuz” isimli eserinde, bu suallere, soranlar için değil duyan Müslümanların kafalarının karışmaması için kısa fakat ikna edici şu cevapları verir:
“Yüksekten Bakmak İsteyen Dessas Bir Papaza Cevap
Bir adam seni çamurda düşürmüş, öldürüyor. Ayağını senin boğazına basmış olduğu halde istifham-ı istihfafıyla (alaycı sualleriyle) sual ediyor ki: “Mezhebin nasıldır?” Buna cevab-ı müskit (susturucu cevap), küsmekle sükût edip yüzüne tükürmektir. Tükürün İngiliz-i laînin o hayâsız yüzüne! (Cevabım) Ona değil, hakikat namına şudur:
Sual: Din-i Muhammed nedir?
Cevap: Kur’ân’dır.
Sual: Fikir ve hayata ne verdi?
Cevap: Tevhid ve istikamet.
Sual: Mezâhimin devası (insan tabakaları arası çekişmelerin çaresi) nedir?
Cevap: Hurmet-i riba ve vücûb-u zekâttır. (Faizin haramlığı ve zekatın farz oluşudur)
Sual: Şu zelzeleye ne der? (Avrupa’daki işçi ayaklanmalarına)
Cevap: “Şübhesiz insan için, (kendi) çalıştığından başkası yoktur!”[2] “O kimseler ki, altın ve gümüşü biriktirirler ve onları Allah yolunda sarf etmezler. İşte onları (pek) elemli bir azap ile müjdele.”[3]”[4]
MİLLÎ MÜCADELEYİ DESTEKLEMESİ
İstanbul’un işgalinden sonra, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde cemiyetler kurulmuş, kongreler tertiplenmiş ve mülkî, askerî, dînî erkân tarafından halk organize edilerek milli bir mücadele başlatılmaya çalışılmıştır. Buna mukabil Şeyhu’l-İslam Dürrizâde Abdullah Efendi İngilizlerin baskısı ile 11 Nisan 1920 tarihinde Kuva-yı Milliyenin ve Kurtuluş Savaşının aleyhine bir fetva yayınladı. Bu fetvasında, Anadolu’daki kurtuluş mücadelesini başlatanların âsî oldukları, isyana teşebbüs ettikleri ve dinen onlara yardımcı olmanın caiz olmadığı ifade ediliyordu.
Bediüzzaman Hazretleri, bu fetvaya karşılık bir fetva vererek Şeyhu’l-İslam’ın fetvasının geçerli olmadığını, İngilizlerin baskısı altında verilen böyle bir fetvanın arızalı olduğunu söyleyerek, İstiklal Mücadelesini “Cihad”, Kuvay-ı Milliye müntesiplerini de “Mücahit” olarak ilan etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, gerek yazdığı makale ve eserleriyle ve gerekse sohbet ve nutuklarıyla İstanbul’daki âlimlerin fikirlerini İngilizler aleyhine çevirip, millî mücadele lehinde ehemmiyetli hizmetler etmiştir. Hatta öyle ki, Mustafa Kemal iki defa şifre ile Van vâlisi ve Üstad’ın dostu Tahsin Bey vasıtasıyla Bediüzzaman’ı Ankara’ya davet eder.
Yine o günlerde kaleme aldığı yazılarından birinde, Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen şu ifadelerine şahit oluyoruz: “Bak, o seyyiedir (kötülüktür) ki, Ararat (Ağrı) Dağı kadar bize zulüm ve tahkir eden ecnebî bir devleti (İngiltere'yi), ne safsatalı bahanelerle, bilmem hangi tarihte Kırım’da bize yardım etmiş gibi yavelerle, bize dost olabilecek sûrette gösteriyorlar… Hem Sübhan Dağı kadar İslâmiyet’in izzet ve şerefine çalışan gürûh-u mücahidîni (mücahidler topluluğunu), acip bahanelerle en fena derekesine indirip, millete düşman gibi gösteriyorlar.”[5]
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, Bediüzzaman Hazretleri bu mücadelede meseleyi maddi cihattan manevi cihat boyutuna taşımıştır. Ve Allah'ın izniyle muvaffak da olmuştur. Demek ki İslam âleminin bu asırdaki kurtuluşu da manevî cihat ile, yani iman ve Kur'ân hakikatlerini öğrenip çevremize yaymak ile mümkün olacaktır inşallah.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2011, s.302
[2] Necm, 53/39
[3] Tevbe, 9/34
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Âsâr-ı Bediiyye, s.85
[5] Bediüzzaman Said Nursi, Âsâr-ı Bediiyye, s.105