Doğru yerler doğru şekilde kazanılır. Biz imtihanı haksız acılarla yani çektiğimiz acılara sabrederek kazanmışsak, o imtihan ya da o imtihanı yapan bizim gönlümüzü nasıl kazanacak? Cennete çektigimiz acılardan dolayı kabul ediliyorsak, o cennet bizi hak edecek mi? Haksız acının doğru mükafatı olmaz, haksızlığı olur! Biz cenneti kazanmak için kendimizi haksızlığa kurban mı ediyoruz da bize uğradığımız haksızlık ve hakaretle ödül veriliyor. Bu şekilde gelen cennetten hayır gelmez! Yaşatılan kötülüklerle bizi satın almaya çalışan bir cennet, zaten doğruluğunu kaybetmiştir!
Bizce bu tarz soruların altında yatan başka problemler bulunmaktadır. Üstelik soruda ciddi mantık hataları görülmektedir. Bunun yanında bu tarz sorular Müslümanlar için son derece basit ve komik denecek kadar çocuksu sorular olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat başka insanların da istifade etmesi için onların namına onların bu hastalıklara giriftar olmamaları içi başka mevzuları da içeren bir makale ele almayı uygun gördük.
Bizce bu soruların arka planında, ibadet etmemek ve ibadet yükünden kaçmak için uydurulan problemler bulunmaktadır. Çünkü insan her istediği zevki ve her haramı emir ve yasak dinlemeden işlemeye başlar ve bu dünyaya geliş gayesini unutur. Hayvan gibi her istediğini yapabileceğini düşünür. Fakat ona kul olduğu, Allah’a karşı sorumlulukları ve yapması gereken vazifeler hatırlatılınca da türlü bahaneler üretir. İbadet edip bu dünya hayatının sıkıntılarına sabreden ve emir ve yasaklara itaat eden Müslümanların elde edeceği cenneti de küçümsemeye başlar. Evet bu tarz soru ve sorunların en büyük gizli nedeni, insan olarak vazifeden kaçarak sorumluluklarımızı yerine getirmemektir. Bu ızdırablar ve kabullenememeler vazifeyi yapmamaktan kaynaklanan bir ızdırabın yakıcı çığlığıdır. Ödevini yapmayan haylaz bir çocuğun, ödevini yapan, çalışan, sorular çözen, öğrenmeye gayret eden diğer öğrencilerden nefret etmesi ve de ödev yapmanın saçmalığını düşünmesi çok güzel bir misaldir. O haylaz tembel gözü kulağı boş işlerde olan, çocuk ödevi de ödev yapmayı da ödeve karşılık verilen ÖDÜLLERİ de küçümsemektedir. Neden? çünkü kendi tembelliği ve haylazlığı için tüm toplumun faydasına olan bir yükümlülüğü ret etmektedir. Ve de bu ödülü alanlara da kendisinin, kendi iradesi ile yapmadığı ve yapmaya çalışmadığı için elde edemediği ödüle de bir haset ve kıskançlıkla bakmaktadır. Halbu ki yapmaya geyret etmesi bile o ödülü kazanmak için yeterli bir sebeptir Allah katında. Fakat bir türlü yapmamak veya yapmaya çalışmamak neticesinde tevbe edip geri dönmek yerine maalesef tenkit ve itirazlarla sorumluklardan kendimizi kurtaracağımızı zannediyoruz.
Burada Allah’ın varlığını ispat edip delillendirmek gayretine girmeyeceğiz. Bununla ilgili sitemizde onlarca akli ve mantıki deliller bulunmaktadır. Bu konuyu oraya havale ederek şunları ifade edeceğiz.
Denilmiş ki “biz imtihanı haksız acılarla yani çektiğimiz acılara sabrederek kazanmışsak,”
Burada hem imtihan hem de acı tabirinin kullanılması mantık hatasıdır. Çünkü imtihan demek insanın bazı olaylarla sınava tabi tutulması demektir. Çünkü imtihan; fakirlik, hastalık, musibet, acı ve kederle olacağı gibi aksi şekilleriyle de olabilir. Yani zenginlik, sıhhat, güzellik gibi dünya saadeti denilen şekilde de imtihan ediliyoruz. Bu sınav ve imtihan yüce yaratıcının, arzu ettiği en uygun biçim ve şekil ne ise o şekilde gerçekleşir. Burada kişi, kul olduğunu, yoktan yaratıldığını, aciz olduğunu, unutmamalıdır. Hiçbir hakkı olmadığı halde hak iddia etmemelidir. Halbuki tevazu ve alçak gönüllü olmak ne kadar da güzel hasletlerdir. Fakat şeytanın kibir ve gurur tuzağına düşenler bir hakları varmış gibi Allah’a isyan bayrağı açmaktadırlar. Hâlbuki ki kul hiçbir şeydir. Hiçbir gücü kuvveti yoktur, doğar büyür ve ölür. İnsanı insan makamına çıkaran ve onu değerli kılan vasıf ve özellik acz ve za’fiyet içinde tevazu göstererek kulluk yapmasıdır. Bu dünyada acılara sabretmek büyük bir erdemdir. İnsanı olgunlaştırır. Dikkat edilirse bu dünyada en çok acı ve ızdırab çekenler de başta peygamberler olmuştur. Hem bu acılar ne olursa olsun ne kadar olursa olsun sonuçta bir gün SON bulacaktır. Eninde sonunda son bulacak bir acı ve kederin sonsuzluk yanında hiçbir kıymeti yoktur. Sonsuzluğun yanında şu fani ve GEÇİCİ DÜNYADA çekilen sıkıntılara katlanılmayacağını iddia edip şikâyet etmek ve sızlanmak akıllı insanların işi değildir. Bir acı ne olursa olsun elbet bir gün bitecektir ve de bitmiştir. Kısa bir sabır dönemini büyük bir işkence ve haksızlıkların meydanı olarak görmek kesinlikle önyargıdan kaynaklanan ve ahireti bilmemekten ve anlamlandıramamaktan kaynaklanan bir eksikliktir. Eğer ahiret ve hesap günü olmasaydı işte o zaman gerçek bir haksızlık olacaktı. Ahiretin ve cennetin varlığı, insanlığın tüm bu haksızlıklardan kurtarmıştır.
Eğer “haksızlıktan” kasıt, iradelerinde özgür ve hür olan insanların zulümleri kastediliyorsa bu suç haşa Allah’ın değil yine insanlarındır. Bazen de bizzat kendi elimizle yaptığımız hataların ızdırabını yaşayıp suçu Allah’a atıyoruz. Kendi irademizle işlediğimiz suçların ve hataların karşılığını da görünce bağırıp çağırmaya başlıyoruz. İnsan elini vicdanına koyup konuşursa bir çok sıkıntının ve ızdırabın kaynağının kendisi olacağını bizzat görecektir.
Allah insanı özgür ve hür bir irade ile yarattığı için bu kısa imtihan dünyasında insanlara müdahele etmiyor. Eğer bizi özgür ve hür yaratmasaydı bu sefer de Allah bizi neden robot gibi yarattı, bizi neden serbest bırakmıyor, gibi daha birçok itiraz gelecekti. Daha doğrusu inançsız ve teslimiyet göstermeyen insanlar her durum ve şarta zaten itiraz ediyor ve etmeye de devam edecektir. Mesela yüz kişiyi öldüren bir insan bu dünyada nasıl cezalandırılacaktı. Bir hiç uğruna ölen insanları da geri getirmek mümkün olmadığına göre öldürülmüş ve haksızlığa uğramış bu insanlara ne yapılsa idi de onların bu uğradığı haksızlık hiçe indirilseydi. Evet cennet ve ahiret bu geçici azap, ızdırab ve haksızlığı hiçe indirerek insanlığa ebedi bir cennet ihsan etmiştir.
Soruda “o imtihan ya da o imtihanı yapan bizim gönlümüzü nasıl kazanacak” denilmiş.
Haşa burada da kişi maalesef kul, aciz ve de muhtaç olduğunu ve Allah üzerinde hiçbir hakkı olmadığını anlamamıştır. Hakkı olmadığı halde nazlanarak Allah’ı kendisine muhtaç olduğu yanılgısına kapılmıştır. Haşa Allah insana muhtaç değildir. İster onu sevelim ister sevmeyelim, iki şekilde de Allah’a ne bi yarar ne de bir zarar vermiş oluruz. Allah’ın bizim gönlümüzü kazanmasına gereği ve ihtiyacı da yoktur. Muhtaç olan bizler olduğumuz için asıl biz onun rızasını kazanmalıyız. Allah haşa bizim gönlümüze girmese ne kaybeder. Veya girse ne kazanır. Bizler yokken de Allah vardı. O bize muhtaç değil ki bizim gönlümüze girmeye çalışsın. Allah’ı seversek biz kazanırız. Unutmayalım ki Allah bizi cennete koymak için kendisine iman edip İslam üzere olmamızı istiyor. Allah’ı gönülden sevmek ve muhabbet etmemizi bizzat Allah istiyor, fakat bizi zorlamıyor. İsteyen sever isteyen sevmez. Allah’ı sevmemizin ona itaat etmemizin haşa Allah’a ne faydası ne de zararı vardır. Allah’ı sevmek demek başta Allah’a iman etmek ve insanlığa ve topluma faydalı bir insan olmak demektir. Gerçek manada Allah’a inanmanın, dürüst olmanın, hak hukuka riayet etmenin ne zararı olabilir. Haşa Allah değil, biz Allah’ın rızasını kazanmakla mükellefiz, ona biz muhtacız. Aynen anne ve babasının şefkat ve merhametini anlamayan, onların ikaz ve uyarılarını dinlemeyen şımarık çocuklar gibi mızmızlanmak onları tanımamak nasıl bir vicdansızlık olduğu görülür. Kişi anne ve babasının kendisine bakmalarını bir zorunluluk gibi görür, onların şefkatlerini ve merhametlerini anlamaz ve onları itham eder.
Denilmiş ki “Cennete çektiğimiz acılardan dolayı kabul ediliyorsak, o cennet bizi hak edecek mi?”
Burada yanlış bir bilginin varlığı hemen göze çarpmaktadır. Hiçbir inanan veya hiçbir kimse cenneti hakkettiği için kazanmaz. Cennet tamamen Allah’ın bir lütfu ve ihsanıdır. Evet Allah bize cenneti sabretmemiz karşılığında vereceğini vaat etmiştir. Fakat iyice bilinmelidir ki Allah bu vaadi yani cenneti hak ettiğimizden dolayı değil, merhametinden dolayı bize hediye etmiştir. Çünkü yoktan yaratılarak bu dünyaya gelen, sayısız nimetlerle buluşan insan, ömrü boyunca secdede de kalsa kendisine önceden verilmiş olan bu nimetlerin karşılığını ödeyemez. Yani hiçbir kul cenneti çektiği sıkıntılar veya ibadetler veya iyilikler karşılığında kazanamaz. Çünkü insanın var olmasının bile karşılığı hiçbir şekilde ödenemez. Bir anlık nefesin bile hakkı verilemez. Çünkü bu dünyada bir anlık nefes ebedi bir hayatın başlangıcı olduğu için ödenemez. Peki cennet neye karşılık verilir denirse yukarıda da dediğimiz gibi hak ettiğimizden dolayı değil. Sadece samimi niyetimizle çaba gösterdiğimiz için merhametli rabbimiz, o küçük ve de samimi amellerimize merhametinden dolayı her ne kadar karşılamasa da cenneti ayrıca lütuf eder. Yani cennet zaten hakkedilecek veya hakkedilmiş bir ödül değil Allah’ın şefkatinden dolayı verdiği özel bir hediyedir. O yüzden cennet lütf-u ilahi cehennem adl-i ilahidir demişler.
Üstelik “o cennet bizi hak edecek mi” ifadesi de maalesef kibir, benlik ve enaniyet kokmaktadır. Biz kim oluyoruz ki ve de biz kimiz ki bu soruyu soruyoruz. Ölümlü ve aciz bir varlığın bu muhteşem güç karşısında sevgi ve muhabbetle selam durması gerekirken maalesef şeytanın oyuncağı olmaktadır, aldanmaktadır. Biz acaba yaptıklarımızla Allah’ın rızasına nail olduk mu, bize hediye olarak cenneti ihsan eder mi diyeceğimiz yerde “o cennet bizi hak edecek mi” gibi kibir ifadesini kullanıyoruz. Hâlbuki ki İslamiyet tevazu ve alçak gönüllülük dinidir. Cennetin ne olduğunu bilseydik Allah’ın ne kadar merhametli olduğunu anlayabilirdik. Kibrimizi terkedip onun merhametine sığınabilirdik. Onun merhametine sığınmak bizim zorumuza gitmemelidir. Fakat maalesef “cennetin” ne olduğunu anlamamak onun merhametini bilmemeye götürüyor. O gün geldiğinde cennetteki yerlerine bakıp tebessüm eden insanlar “ey rabbim sen ne kadar merhametliymişsin, bizim bu kısacık geçici sıkıntılarımızın asla karşlığı olamayacak derecede sonsuz cenneti mi bize ihsan ediyorsun” diyecekler.
“uğradığımız haksızlık ve hakaretle ödül veriliyor”
Yukarıda da biraz bahsetmiştik. Evet insanların özgür iradeleri var. Ve insanlar bu özgür iradeleri ile birbirlerine iyilik yaptıkları gibi maalesef kötülük te yapabilmektedirler. Dediğimiz gibi gerçek hesap günü burası değil ahirettir. Yapılan kötülüklere yerine göre affedilir yerine göre karşılık verilir veya yerine göre görmezlikten gelinir. Geçmişte peygamberler birçok hakaret ve iftiraya maruz kalmışlar fakat ellerinden geldiğince affedici ve bağışlayıcı olmuşlardır. Evet insani ve de çok yüksek bir meziyet ve haslet olan sadece insanda bulunan AFFEDİCİLİK VE BAĞIŞLAMA gibi yüksek vasıflar Müslümanlar için bir şereftir. İnsanları affetmenin bağışlamanın hoşgörülü olup onların haksızlıklarına karşı sevgi ve muhabbetle karşılık vermenin ne sakıncası olabilir. Her yanlışa ve haksızlığa karşı bizler de karşılık vermeye çalışırsak insani bir erdem ve yüksek bir vasıf olan sabretme ahlakiliğini nasıl anlarız. O zaman ortalık kavga ve gürültülerle karmakarışık bir hal alır. Fakat unutmayalım ki biz hayvanlardan farklıyız. Eğer haksızlıklar boyutlarını aşarsa siz de hukuki olarak hakkınızı arayabilirsiniz. Fakat gerçek adalet ancak ahirette olur.
Denilmiş ki “bu şekilde gelen cennetten hayır gelmez!”
Maalesef burada da cehaletten gelen bir kelam serdedilmiş. Merak etmeyin cennet zaten bu şekilde düşünenleri içine almaz. Cennet dediğimizde ne anlıyoruz ki, “ben böyle bir cenneti istemiyorum” denilsin. Acaba yine bilgisizlik ve cehaletimizin kurbanı mı oluyoruz. Çünkü bu gün bütün insanlığın istediği ve peşinde koştuğu arzu ve istekler Allah tarafından cennette karşılanacaktır. Mesela herhangi bir insana şöyle desek, “hiç bitmeyecek bir gençlik ve güzellik, sınırsız mekanlar köşkler ve saraylar, yaşlanmanın, hastalığın bela ve musibetin olmadığı, emniyet güven ve huzurun olduğu, ölüm ve öldürmenin olmadığı, sevdiklerimizle hep beraber olduğumuz, onları da emniyet ve güven içinde gördüğümüz, çalışma, iş, güç, stres ve mücadelenin çekişmenin didişmenin olmadığı, asla ve asla kimsenin kimseye zarar veremeyeceği bir yer ister misiniz,” desek acaba dünyada bu isteği red edecek bir insan olabilir mi? Aklı başında şuuru yerinde olan her insan bu isteği red etmeyecektir. Hem cennet veya ebedi bir cennet nasıl ve ne şekilde verilirse verilsin önemli değildir. Eğer insanlığın ve insanların çok büyük bir problemini ortadan kaldırıyorsa geçici dünya hayatının sıkıntılarını yok hükmüne sokuyorsa böyle bir CENNETTEN daha güzel ne olabilir ki? Böyle bir muameleden böyle bir hediyeden hayır gelmeyecek te neden hayır gelecek? Şu geçici dünyada bile her insan güzel ve sıkıntısız bir hayat arzu ediyor. İnsanların bunun için çalıştıklarını görüyoruz. İntihar edenler bile bu arzu ve isteklerini yerine getiremedikleri için maalesef ölmeye çalışıyorlar. Böyle bir hayatı istemeyen insan ya ahmaktır veya kibir guru ve cehaletinden sarhoş olmuş ne dediğini bilmiyor. Bugün birçok yüksek düzeydeki düşünürler ister inançlı ister inançsız olsun olayı şöyle özetlemektedirler “insanlığın en büyük problemi ebedi bir yaşamla buluşup buluşmama sorunudur”. Hâlbuki ki İslam bu müjdeyi insanlığa vermiştir. Onu sonsuz yokluk ve boşluktan kurtararak onu tarihin ve insanlığın en büyük hüznü ve elemi olan yokluktan ve yok olmaktan kurtarmıştır. Ahirete gittiğimizde iki seçenek var ya cennet veya cehennem. Oraya gittiğinizde cennete girmeme talebinizi oradaki görevlilere iletirsiniz. Onlar da herhalde bu isteğinizi yerine getirirler.
İnsanların yanlışlarına sabırla karşılı verip, affedici olmak hakketmesek te karşılığında cennetin hediye olarak verilmesinden daha uygun ve de daha güzel ne olabilir ki. Biz Müslümanlar bu dünyada Allah rızası için çektiğimiz ve de sabrettiğimiz bu sıkıntılara göğüs gerdiğimizde SABRETMENİN MUHTEŞEM LEZZETİNİ VE GÜZELLİĞİNİ RUHUMUZDA HİSSETMEKTEYİZ. Size de bu sabrı tavsiye diyoruz, kesinlikle zarar etmezsiniz. Üstelik sabır ilacı tüm insanlığın asırlardan beri birbirlerine tavsiye ettikleri çok tesirli bir ilaçtır. Siz de bu ilaçtan kullanırsanız kalbinizdeki ön yargılar inşallah silinir. Hele affedicilikte ki tevazu ve alçak gönüllükteki yüksek marifeti gördüğünüzde insanlığın bu hazinesini keşfetmenin verdiği sevinçle Allah’ınıza şükredersiniz. Cennet her yönü ile hayırdır, güzeldir.
“Yaşatılan kötülüklerle” denilmiş.
Başımıza gelen birçok bela ve musibetin kendimizden kaynaklandığını unutmuş gibiyiz. Her suçu ve hatayı işleyip başımıza gelen sıkıntıları Allah’a mal etmek ne kadar adilce bir tutumdur. Kendi hatalarımızdan kaynaklanan sıkıntıları, gurur ve de kibrimizi bir köşeye bırakarak kendimizden bilelim. Kaderin önemli bir yönünü bilmemekten kaynaklanan bir eksiklik görülmektedir. İnsanlar özgür iradeleri ile çamurlara bulaşırlar sonra da bu suçun verdiği vicdani yükten ve sorumluluktan kaçmak için de maalesef suçu Allah’a atmaktadırlar. Yaptıkları hatalar sonucunda çektikleri sıkıntıları Allah’a atmak en büyük iftiradır. Üstelik Müslümanlar başlarına gelen olaylara “sıkıntı, işkence, azâb” gibi bakmazlar. Onları bir ödül gibi görürler. Çünkü çekilen sıkıntılar gerçek manada sıkıntı olmaktan çıkar kişinin hem bu dünyasına hem de ahiretine yönelik çok büyük faydaları olan bir eğitime dönüşür. Tekraren diyoruz ki Allah kimseye kötülük murad etmez. Kötülük ve zulüm yapacak olsaydı bunu yapmak için hiçbir güç ve kuvvet onun önünde durmazdı. Yukarı paragraflarda da bahsettiğimiz gibi biz onun sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olduğunu görüyor ve biliyoruz. Ve bu dünyada da en çok sevdiğimiz yüce Rabbimizdir. Onun bu şefkat ve merhameti karşılığında kulluk yapamamanın teşekkür edememenin mahcubiyetini yaşamaktayız. Biz sadece en çok sevdiğimiz varlığı razı etmek için çalışırız. Çünkü Müslümanlar için cennetten daha güzel ve de daha tatlı olan bir şey vardır ki o da ALLAH RIZASIDIR. Aslında Allah’ı razı ettiğimiz de yine kazanan biz oluyoruz. Allah’ı razı etmeye çalışmanın ve onu sevip arzu ve isteklerini yerine getirmenin insanlığa çok büyük faydaları vardır. Yani dikkat edilirse Allah’ı razı etmek demek “yalan, rüşvet, gıybet, dedikodu, çalma çırpma, haksızlık, zina, içki, kumar vb” birçok toplumu ifsad eden davranışlardan uzak durmak demektir. Buna karşı çıkmak insanlığın kötülüğünü istemek demektir.
İslam’a göre insanların haklarından feragat etmeleri veya haklarını helal etmeleri veya affedip bağışlayıcı olmaları büyük bir insani davranıştır. Çünkü insanlar haksızlık yapar İslam’da bu durumlarda affedici olmayı tavsiye eder. Zaten toplumumuzda ki kavga ve gürültülerin sebebi de hoşgörülü ve anlayışlı olmamaktan kaynaklanıyor. O yüzden affedicilik tüm dünyada kabul gören bir davranıştır. Çünkü affedicilik insan olmanın verdiği büyük bir haslettir.
Bizi yoktan yaratıp sayısız nimetler ihsan eden bir Allah’ımız var. Allah’ın son derce adaletli, merhametli ve de şefkatli olduğunu kâinat sayfalarına bakan her insan görebilir. Allah asla kullarına karşı zulümkar değildir. Sadece yeryüzündeki hadsiz sanatları müşahede eden bir insan yaratıcısının ne kadar büyük bir lütuf ve ihsan sahibi olduğunu anlar. Mesela şu türlü türlü çiçeklerin onların kokularına, desenlerine estetik yapıların bakıp ta hayran olmamak elde değil. En başta bize onları anlayabilecek bir şuur akıl ve hayat bahş ederek te Allah ne kadar da “Cömert” ne kadar da “Kerim” dedirtir. Hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde kendisini bu kadar sevdirmeyi arzu eden Allah haşa nasıl zalim olabilir. Haşa Allah zulüm etmek isteseydi bizi ateşin içinde yaratırdı ve ebediyen yakardı da yine itiraz bile edemezdik. Eğer Allah bizi imtihan ediyorsa ve bize bir süre tanımış ise ve bu süre içinde de 124 binden fazla uyarıcı yani peygamber ve 124 milyon civarında da evliya göndererek bu imtihanı geçmemiz için bu kadar yardım ediyorsa elbet bu zat son derece merhametlidir.
Fakat bazı hikmetlerden dolayı zahiren kötü ve çirkin dediğimiz hadiselerin manalarını anlayamadığımızdan dolayı tüm kainattaki rahmet ve şefkat esintilerini hissedemiyoruz. Mesela tertemiz bir eve girdiğinizde sadece o evin tuvaletine bakıp sadece oraya nazar edip evi kirli pis kokuşmuş olarak görmek ne kadar büyük bir haksızlık ve vicdansızlıktır. Hâlbuki ki o tuvalet belki evin en önemli bir ihtiyacının görüldüğü bir mekandır. Fakat cehaletten ötürü o tuvalete bir anlam verilememektedir. Aynen bunun gibi bazı olayların anlaşılmamasından dolayı (inananlar bilir) haşa isyan ve itirazlar başlıyor. Eğer kişi önyargılarından kurtulup kafasını başka hikmetler için yapılmış o tuvaletten çıkarırsa yeryüzündeki rahmet esintilerini koklayıp mesrur olacaktır. Kişi öncelikle ön yargılardan kurtulmalıdır. Bu ön yargılar olduğunda bir sonuca ulaşmak mümkün görünmemektedir.
Evet bizi birçok hikmet ve gayelerle bu dünyaya gönderen, Allah bize verdiği şeref ve kıymetten dolayı irademizde ve davranışlarımızda bizi serbest bırakmıştır. Allah bizi irademizde serbest bırakmıştır. Eğer bizi hür bir irade ile yaratmasaydı bu sefer “bizi neden robot gibi özgür iradeden mahrum yarattın, bize neden hür yaşama imkânı tanımadın diye itiraz edecektik”. Bunu niçin söylüyoruz çünkü asıl zulüm ve haksızlık yapan insan ve de insanın kendisidir. Aslında bu dünyada zulüm ve adaletsizlik yapanlar insanların bizzat kendileridir. Demek ki iradesinde özgür ve hür olan insan ister itaat eder ister isyan eder. Zaten bu kısacık ve de geçici olan dünyadaki imtihanın amacı insanların hür ve özgür olmalarıdır. Çünkü rabbimiz insanların kendisine özgür iradeleri itaat etmelerini istiyor. Şu noktaya bakar mısınız? O Allah ki kullarının kendisine kendi iradeleri ile kendi arzu ve istekleri ile gelmelerini arzu ediyor. Onların iradesini ellerinden alıp kendisine zorla itaat ettirmiyor.
Bu dünyada sadece yönlendirme teşvik ve tavsiye var. Sadece İslam hukuku olarak sosyal hak ve sorumluluklar var ve herkes bu kurallara hukuki boyutta uyar ve uymak mecburiyeti vardır. Fakat Allah kimseyi zorla iman ettirmez zaten bunun bir değeri de yoktur. Hiç kimse zorla sevilmek istemez. Herkes gerçek bir sevgi ile sevilmek ister.
Yoktan var olmak hayat sahibi olmak çok büyük bir nimettir. Var olmanın hadsiz güzelliğini ve sevincini her insan yaşar. Bir Müslüman sakat bile olsa “olsun ebedi hayat var ya orada Allah bana sağlam ve güzel bir vücut yeniden giydirecektir” der. İnanın ki cennetin ve ahiretin olmasını şiddetle, en çok arzu edenlerin sakatlar, hastalar ve de zulme uğrayanlar olacağı görülecektir. Çünkü eğer bir cennet, ahiret ve de hesap günü yoksa işte asıl zulüm o zaman gerçekleşecektir.
Mesela sakat veya kör bir adama sizin dediğiniz gibi gidip desek ki “sen bu kadar sıkıntı çekiyorsun senin için nerdeyse hayat yok, perişan bir haldesin ölünce de toprak olup gideceksin şansına küs, ahiret ve cennet te yoktur bu sıkıntılar yanına kar olarak kaldı” diyelim. Bir de “korkma, üzülme, sonsuz hayatın yanında hiçbir sayısal değeri olmayan şu kısacık hayatta çektiğin sıkıntıların ve de acıların ve haksızlıkların karşılığı olarak ebedi ve sonsuz bir cenneti Allah sana hediye edecektir, orada tüm sevdiklerinle hiçbir sıkıntı ve ızdırabın olmadığı bir şekilde yaşayacaksın, işte o Allah ki sana böyle şefkat ediyor. Uğradığın zulümlerin hakkını da alarak, suçluları da cezalandırıyor” diyelim. Eğer biraz hesap kitap yapmayı biliyorsak elbette her aklı başında olan insan cenneti ve ahireti tüm ruhu canıyla talep edecektir. Ve büyük bir ümit ve özlem içinde cennetin varlığını kalbinde yaşatacaktır.
Siz Allah’ın rahmet ve merhametini sadece bu dünya ile sınırlandırdığınızın farkında mısınız? Evet ahiret olmasaydı her şey zulüm ve karanlığın içinde kaybolup gidecekti fakat merhametli rabbimiz bize ebedi hayatı müjdeleyerek şefkat ve merhametini göstermiştir. Bu dünyada çekilen zahmet ve meşakkatleri hiçe indirecek bir hediye ve armağanı Allah inananlara verecektir. Üstelik bu dünyadaki zenginliğin güzelliğin sıhhatin de hiçbir değeri yoktur. Çünkü en sonunda bir gün bitecektir. Demek gerçek nimetler bu dünyada değil ahirettedir.
Düşünün 60 yıllık bir hayatın karşılığında hak etmediğimiz halde ebedi bir cennet vermek sizce merhameti ve şefkati göstermiyor mu? Biri size gelip ansızın diyor ki şu emanete 60 dk bakarsan sana bugünün parasıyla 60 trilyon vereceğim dese ne düşünürdük? Demek yüce rabbimiz bize bu dünyadaki imanımıza ve itaatimize karşılık hak etmediğimiz halde ebedi bir ve de sonsuz bir cenneti veriyorsa böyle bir Rabbe değil sitem belki sonsuz şükranlarımızı sunmamız gerekmez mi?
Evet bu dünya imtihan dünyasıdır. Bunu inananlar olarak kabul ediyoruz. Fakat her imtihanın acı, keder ve ızdırap ile geçtiği söylenemez. Çok lüks ve rahat içinde yaşayıp cennete layık olarak yaşayan insanlar da görmekteyiz.
İman etmeyen ve ibadet ve taatten üşenen ve de Allah’ın emir ve yasaklarına uymakta tembellik edenler bu sefer tabiri caizse mızıkçılık yapmaktadırlar. İbadeti yapmamanın verdiği ızdırab ile güya Allah’a haşa sitem etmektedir. Tıpkı ödevini yapmayan sınava çalışmayan öğrencilerin sınavın kalkmasını veya sınavın haksızlık olduğunu iddia etmeleri gibi bir yanlışa girerler. Hâlbuki ki Allah’ın insanlığın başına açtığı sınavı herkes az bir gayretle kazanabilir. Ve bu kısacık ve geçici sabırlarına karşılık ebedi ve de son bulmayacak olan bir ödülle mükâfatlandırılacaklardır.
Üstelik Allah’a itaat eden her samimi Müslüman Allah’a isyan etmiyor ve de başlarına gelenlere sabrederek kulluklarına devam ediyorlar. En çok bela ve musibetlere uğrayan Allah’ın en çok sevdiği peygamberler olmuştur. Onlar bunlara sabretmişler ve sizin gibi de düşünmemişler. Ondan gelen her şey baş üstüne diyerek gerçek kulluklarını göstermişlerdir.