“İmkân-ı zati” ile “imkânı zihni” yi üstadımız birkaç yerde anlatıyor. Bu delilleri öğrenmemizin bize ne gibi katkısı var acaba merak ettim. Yani bu konu üzerinde neden bu kadar çok duruluyor?
Öncelikle şunu belirtelim ki akıl ve zihin kelimeleri aşağı-yukarı aynı manada kullanılır. Bu kelimeler sözlükte anlayış, kavrayış, algılama yetisi; yaşantıları, öğrenilenleri, bunların geçmişle olan bağlantılarını bilinçli olarak kafada saklama gücü, bellek olarak izah edilmiştir. İmkân-ı zati; herhangi bir şeyin, bir nesnenin, bir olayın zatında alabileceği mümkün olan tüm haller denilebilir. İmkân-ı zihni ise; bir şeyin insanın aklında alabileceği bütün ihtimallerin olmuş gibi kabul edilmesi durumudur.
Bu delilleri öğrenmemizin bize olan katkısına gelince; bir şeyin zatında mümkün olan bir halini zihnen de olmuş gibi kabul etmek yanlış bir kabuldür. Bu ise gerek itikadı ve gerekse ameli olan esaslara zarar verir. Çünkü itikadı ve ameli esaslar delile dayanır. İmkân-ı akli delile dayalı hüküm vermeyi gerektirir. Eğer böyle olmazsa evham, şüphe ve vesvese devreye girer. Böylece itikadı ve ameli olan inancımıza zarar gelir. Netice olarak imkân-i akli delilsiz hareket edip hüküm veremez. Bir hadisenin zatında mümkün olması demek aklen de olduğu veya olacağı anlamına gelmez.Örnek olarak namaz kılan birisinin namazda abdestinin bozularak namazının bozulması zatında mümkündür. Eğer o kişi zatında mümkün olan bozulma hadisesini o anda aklen ve zihnen bozulmuş gibi kabul edip namazdan çıkarsa yanlış bir davranış olur. Bu imkân-ı zatiyi imkân-ı akli kabul etmiş olmaktır. Sahih bir ameli bozmaktır. Çünkü abdestinin bozulması bozan şeylerin düşünülmesiyle vaki olmaz. Abdesti bozan şeylerin meydana gelmesiyle vaki olur. Demek bir delil olmaksızın akla gelen düşünceler, fikirler insanın itikadına ve amellerine zarar vermez.