Bedîüzzamân Hazretleri bu konuda şöyle demektedir:
Bu çeşit mesâili münâkaşa etmenin birinci şartı, insaf ile, hakkı bulmak niyetiyle, inâdsız bir sûrette, ehil olanların mâbeyninde, sû’-i telakkîye sebeb olmadan müzâkeresi câiz olabilir. O müzâkere hak için olduğuna delil şudur ki, eğer hak muârızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın. Belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla bir şey öğrenmedi. Belki gurura düşmek ihtimâli var.1
İnanç esasları tartışılırken amaç hakikati bulmak olmalı, karşı tarafı susturmak veya üstün gelmek değil.
Bu sebeple inanç esaslarını tartışırken şu hususlar önemlidir:
İnsafla hareket etmek gerekir: Yani hem kendi sözünü hem de muhatabının sözünü âdilce değerlendirmek.
Niyet hakikati öğrenmek olmalı: Tartışmanın gayesi, "ben haklı çıkayım" değil, "doğru ortaya çıksın" olmalı.
İnat ve gururdan uzak olmak lazım: Eğer hak karşı tarafta ortaya çıkarsa, bundan üzülmemek, bilakis sevinmek gerekir. Çünkü insan bilmediğini öğrenmiş olur.
İşin ehli olmak şartı var: İnanç gibi derin konular, bilgi sahibi kişiler arasında, yanlış anlaşılmalara yol açmayacak bir ortamda konuşulmalıdır. Herkesin ortasında, kavga havasında tartışmaya açmak faydadan çok zarar getirebilir.
Nefsânî değil, hak için münazara: Eğer hak kendi elinde çıkarsa, fazla yeni bir şey öğrenmemiş olur; bu yüzden sevinse bile gurura kapılmamalı.
Sonuç olarak; inanç esaslarının tartışılması ilim ehli, adaletli, insaflı, ehil kişiler arasında ve hakikati arama niyetiyle olmalıdır. Aksi hâlde tartışma fayda yerine zarar getirir. Çünkü hak, inatla değil, insafla ortaya çıkar. Hakikati arayan kimse, muârızında hakikati görürse sevinmeli, kendi nefsine değil hakka taraftar olmalıdır. Böyle bir yol ise, ilim meclisini faydalı kılar ve tartışmayı bir ibadet hükmüne geçirebilir.
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2013, s. 229.

