Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî'ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Bu pasajı izah eder misinz? Bir nev'i şehadetten ne anlamamız gerekir?
Konuyu ikiye ayırmamız gerekiyor. Şöyle ki:
Birinci olarak: mazlum olarak öldürülen şahıslar manevi şehid olurlar. Üstadın da kastı İslamiyet’ten haberdar olmayan ve mazlum olarak öldürülen kimselerin manevi şehid olacağı yönündedir.
İkinci olarak:
Üstad, masumların ve mazlumların ehli necat –veya manevi şehid- olmalarını ehl-i fetretle ilişkilendiriyor. Bilindiği gibi ehl-i fetret İsa (as) ile peygamberimiz arasındaki peygamberin gönderilmediği dönemdir. Ehl-i fetret konusu islam alimlerince üzerinde durulmuş bir konudur. konuya Eşari ve Maturidilerin yaklaşımı farklıdır.
Üstad şöyle diyor.
“Biz bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz” (Isra, 15), ayetinin sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar (yani cehennemden kurtulurlar). Bi’l-ittifak, teferruattaki hatalarından sorumlulukları yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü İlahî teklif, peygamber göndermekle olur ve bundan haberdar olmakla teklif takarrur eder, kesinleşir. Madem gaflet ve uzun zamanın geçmesi daha önceki peygamberlerin dinlerini örtmüş gizlemiş, o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünkü gizli kaldığı için hüccet olamaz.[1]
İmam Gazali “Faysalüttefrika Beynel İslâm vez-zenadıka” adlı kitabında insanları üç kısma ayırır. Birinci kısım: Peygamberimizin ismini duymamış, kendilerine İslâm tebliğinin ulaşmamış olduğu kimseler. Bunlar ehl-i necat olacaklardır.
İkinci kısım: Kendilerine İslâmiyet tebliğ edilmiş olanlar. Bunlar İslâm’ı kabul etmezlerse cehennemlik olurlar.
Üçüncü kısım: İslâm’ın kendilerine yanlış tanıtıldığı kimselerdir. İmam Gazali “Kanaatime göre bunların durumu birinci gurupta olanların durumu gibidir” der.[2]
Bugün Batı ülkelerinde İslâm’ı bilmeyen yok. Ama çoğunlukla Batı medyasının yalan ve iftiralarıyla gerçek olmayan bir İslâm imajı yaygınlaşmıştır. Müslüman olanların hikayelerini okuyunca Batılı insanların İslâm’ı hakiki yönüyle tanımadıkları görülüyor. Tabii ki hepsini aynı kategoriye sokmak da yanlıştır.
Üstad’ın sözlerini diğer sözleriyle beraber değerlendirmek gerekir. Mesela şu aşağıda gelecek ifadelerle öncekileri birleştirelim.
Mektubunuzda "Mücerred “Lâ ilâhe illâllah” kâfi midir? Yani, Muhammedür’-Resulullah demezse ehl-i necat olabilir mi?" diye, diğer bir maksadı soruyorsunuz. Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki:
Kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, biri, birisiz olmaz. Madem Peygamber aleyhissalâtü vesselâm hâtemü’l-enbiyadır, bütün enbiyanın vârisidir. Elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hariç hakikat ve necat yolu olamaz.”[3]
Yani kendisine tebliğ ulaşmış Yahudi veya Hristiyan iman etmediği takdirde ehl-i necat olamaz, cehennemlik olur.
Hem 2.dünya savaşının şartlarını değerlendirmemiz gerekir. Teknolojinin ve bilimin ve iletişimin bu güne göre durumunu göz ardı etmek doğru değildir. Dikkat edilirse “fetret devri” denilmeyip “fetret derecesinde” diyerek açıklama yapıyor. Kısacası:
Fetret derecesinde din ve din-i Muhammediye lakaytlık perdesi gerilen bir zamanda,
Masum ve mazlum olmak şartıyla,
Hz. İsa’ya mensub bir Hıristiyan olması,
Felaketlere maruz kalması,
Özellikle ihtiyarlar, musibetzedeler, fakir ve zayıf olursa,
Zalimlerin şiddetli işkence ve baskıları altında olursa bir nev şehid sayılabilir.
Şehidliğin bir çok kısımları vardır. Çaresiz bir hastalıktan vefat eden bir Müslüman da hükmen şehid sayılır. Hem Üstad bediüzzaman “şehadet denilebilir” demekle katiyetten öte muhtemel bir mana yüklemektedir.
[1] Mektubat, c. 1, s. 237
[2] İmam Gazali, İslâm’da Müsamaha (Faysalut Tefrika Beynel İslâm vez-Zendaka), Marifet y, İst, 1990, s. 71.
[3] Mektubat, s. 132