Hz. Sâ’d b. Ubâde (ra) neden Hz Ebu Bekir (ra) ve Hz Ömer'e (ra) biat etmemiştir? Ayrıca Hz Ali'ın (ra) Hz. Ebubekir'e (ra) geç biat etmesinin hikmeti ve sebebi nedir?
Hz. Sâ’d b. Ubâde'nin Hz Ebu Bekir (ra) ve Hz Ömer'e (ra) Biat Etmemesinin Sebebi
Sâ’d b. Ubâde (r.a.), Hazrec kabilesinin kollarından Sâideoğulları’nın reisi olup yüzme ve iyi ok atma becerilerinin yanında okuma yazma bildiği için “kâmil” denilen kişilerdendi. İslâmiyet’i kabul eden ilk Medineliler’den biridir. İkinci Akabe Biatı’na katıldı ve Resûl-i Ekrem’in seçtiği on iki nakib arasında yer aldı.[1] Hazrec’in de ileri gelenlerinden olan ve kabile içerisinde İslâmiyet’in yayılmasında önemli rol oynayan Sa‘d, hicretten sonra Hz. Peygamber’in yakın çevresinde bulundu ve önemli görevler üstlendi.[2] Resûl-i Ekrem’in vekili sıfatıyla Medine’de kaldığı Ebvâ, 300 kişilik askerî birlikle Medine’yi korumakla görevlendirildiği Gābe ve rahatsızlığı sebebiyle katılamadığı Bedir hariç bütün gazvelere iştirak etti. [3]
Resûl-i Ekrem’in vefat ettiği gün Evs ve Hazrec ileri gelenleri Sakīfetü Benî Sâide’de toplanarak Sa‘d b. Ubâde’ye biat etmeye karar vermişlerdi. Fakat bu gelişmeden haberdar olan Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın toplantıya katılmasıyla durum değişti ve Hz. Ebû Bekir’e biat edildi. Sa‘d b. Ubâde, Hz. Ebû Bekir’e ve Sakīfetü Benî Sâide’de kendisi hakkında ağır sözler söyleyen Hz. Ömer’e biat etmedi, ancak aleyhlerinde herhangi bir faaliyette bulunmadı. Hz. Ömer’in hilâfetinin başlarında onunla yaptığı bir tartışmadan sonra da Medine’den ayrılıp Dımaşk civarındaki Havran’a yerleşti; 635-636 yılında orada vefat etti; kabri Dımaşk Gūtası’ndaki Menîha’dadır [4]
Kaynaklarımızın bildirdiğine göre Peygamberimiz’in (s.a.v) vefatından sonra Ensar, Sa‘d b. Ubâde’nin (r.a.) etrafında toplanmış ve Sa‘d (r.a.) da hilafete aday olmuştu. Hatta o esnada Muhacirlerden bir halife ve Ensar’dan bir halife olması talep edilmişti. Sa'd b. Ubâde'nin (r.a.) halife adayı olarak ortaya çıkışı bir plana bağlı olarak gerçekleşmemişti. Hz. Peygamber'den (s.a.v) önce Medine'de biri, Sa'd b. Muaz (r.a.), diğeri, Sa'd b. Ubâde (r.a.) olmak üzere Ensar'ın iki lider vardı. Sa'd b. Muaz (r.a.) daha önce vefat etmiş olduğundan dolayı Sevili Peygamberimiz'in (s.a.v) yerine geçmesi gereken kişi onlara göre Sa'd b. Ubade'ydi. Çünkü olayın yaşandığı yer Medine'ydi ve onlara göre bu şehri yönetmek de Medinelilerin hakkıydı. Ancak Muhacirlere göre halifenin seçilmesi, Medine'ye ait boş bir kadronun doldurulması değil, Sevili Peygamberimiz'in (s.a.v) bıraktığı bir görevi hakkıyla yerine getirecek birinin seçilmesiydi. Onun için de halifelik Sevili Peygamberimiz (s.a.v) gibi Muhacir olanlardan birinin hakkıydı.
İşte bu düşünceye Hz. Ömer (r.a.) karşı çıkmış ve aralarında geçen bir konuşmanın ardından Hz. Ebubekir (r.a.) halife olmuştu. Bütün Ensar da bunu kabule etmiş ve ona biat etmişti. Sevili Peygamberimiz (s.a.v) döneminde oldukça önemli görevler ifa etmiş olan Sa'd b. Ubâde (r.a.), bu toplantıda Hz. Ebu Bekir'e (r.a.) biat edilmesinin ardından toplumdan uzaklaşmış, Hz. Ebu Bekir'in (r.a.) vefatına kadar bu şekilde hayatını devam ettirmiştir. Hz. Ömer (r.a.) halife seçilince de Şam'a gitmiş ve onun halifeliği sırasında orada vefat etmiştir. Dolayısıyla her iki halifeye de biat etmemiştir.[5] Sad b. Ubade (r.a.) bu tartışma sebebiyle onlara biat etmemiş fakat hiçbir zaman onlara karşı propaganda veyahut aleyhte harekette bulunmamıştı.
Hz. Ali (r.a.) meselesine gelince; Hz. Ali (r.a.) o süreçte Peygamberimiz’in (s.a.v) cenazesi, kefenlenmesi gibi işlerle meşguldü. Bu sebeple seçim esnasında orada değildi. Ayrıca Hz. Ali (r.a.), kendisini halife olarak görmek isteyenler sahabelerin varlığı sebebiyle sahabenin Hz. Ebubekir’e (r.a.) biat eden çoğunluğu ile kendisini halifeliğe layık gören bu küçük grup arasında fitne çıkmasını önlemek amacıyla bir müddet kendi halinde kaldı.
Diğer gün Hz. Ebubekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.), Hz. Ubeyde b. Cerrah’ı (r.a.) Hz. Ali'ye (r.a.) gönderdiler. Hz. Ali (r.a.) vefat hadisesi sebebiyle etkilendiğini, bu nedenle yalnız kalmak istediğini ve Kur’ân ile meşgul olacağını söyledi. Daha sonra diğer gün sabah geleceğini ve biat edeceğini söyledi. Hz. Ubeyde b. Cerrah (r.a.) Hz. Ali’nin (r.a) dediklerini onlara iletti. Diğer gün Hz. Ali (r.a.), Mescid-i Nebevî'ye gelip Hz. Ebûbekir'e (r.a.) biat etti. Hz. Ebubekir (r.a.) de yanına oturan, istişareye katılmadığından dolayı üzülen Hz. Ali'ye (r.a.) özür diledi. Sonra Hz. Ali (r.a.) izin isteyip kalktı.[6]
Hz. Ömer onu yolcu ederken, Hz. Alî (r.a.) şöyle dedi;
“Şimdiye kadar gelmememin sebebi, Hz. Ebû Bekir’i (r.a.) kabul etmediğimden dolayı değildir. Yahut ona olan rekabetimden de değil. Ben sözümü ciddî derim. Gözümün gördüğü, ayağımın bastığı, yayımın çekildiği, okumun düştüğü yeri de bilirim. Lâkin belâ üzerine gelen belâda atımın gemini çektim."
Hz. Ali (r.a.) “Belâ üzerine gelen belâ" tabiri ile Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) vefatı ve kendisi için hilâfet talebi iddia ve ithamını kastediyordu.[7]
Ayrıca kaynaklarımız da Hz. Ali’nin (r.a.) halifeye biat ettiği üzerine ittifak edilmekte, biatın ne zaman gerçekleştiği konusunda farklı bilgiler aktarılmaktadır. Rivayetlerde verilen süre genel biatın yapıldığı ikinci günden başlayıp 6 aya kadar uzanmaktadır.[8]
Fakat bütün bu ifadelerden anlaşılıyor ki Hz. Ali (r.a.) biat etmiştir ve kendine önceki bütün halifelere saygı duymuştur. Bu meselede Şia’nın iddia ettiği gibi bir takiyye yapılmamıştır. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri mealen şöyle demektedir;
“Hazret-i Ali (r.a.) çok defalar ve tekrarlarla kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o üç halifeye tabi olarak onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şia’ların bu davalarını çürütüyor. Hem üç halifenin hilafet zamanlarında İslâmî fetihler düşmanla cihad hâdiseleri ve Hazret-i Ali'nin (r.a.) zamanındaki vakıalar, yine hilafet-i İslâmiye noktasında Şîaların davalarını çürütüyor. Demek Ehl-i Sünnet Ve Cemaatın davası, haktır. …”[9]
Şia, Hazret-i Ali'ye (r.a.) fevkalâde sevmek davasında oldukları halde noksanlaştırıyorlar ve kötü ahlâkta bulunduğunu onların mezhebleri gerektiriyor. Çünki diyorlar ki: "Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (r.a.) haksız oldukları halde Hazret-i Ali (r.a.) onları idare etmiş, Şîa tabirince takiyye etmiş; yani onlardan korkmuş, riyakârlık etmiş.
Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve "Allah’ın aslanı" ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı, riyakâr ve korkaklık ile ve sevmediği zâtlara yapmacık muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade korku altında onları sureten idare etmekle haksızlara tabi olmayı kabul etmiş olarak görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali (r.a.) uzak durur.
İşte ehl-i hakkın mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali'yi (r.a.) noksanlaştırmaz, kötü ahlâk ile ittiham etmez. Öyle bir cesaret harikasına korkaklık isnad etmez ve derler ki: "Hazret-i Ali (r.a.), Hulefa-i Raşidîn'i hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek ki onları haklı ve üstün gördüğü için, gayret ve cesaretini hakperestlik yoluna teslim etmiş."[10]
Üstadımızın ifade ettiği son cümle aslında tarihte görülen bütün tartışmaları ve soru işaretlerini gidermektedir. Buna göre Hz. Ali (r.a.) gibi büyük cesareti ve mertliği ile meşhur bir sahabenin hilafete layık olmayan (!) kimselere biat etmesi mümkün değildir. Onun feraseti ve mübarekiyeti buna müsaade etmez. Kaynaklarımızda geçtiğine göre de geç olsun erken olsun Hz. Ali (r.a.) kendinden önceki tüm halifelere biat etmiş ve onların döneminde vazifeler alarak hizmetlerine devam etmiştir. Madem Hz. Ali (r.a.) biat etmiş öyle ise bu makama kendinden önce gelen kişilerin hepsi daha elyaktır, daha münasiptir.
Diğer bir cihetle Hz. Ali (r.a.) evliyaların üstadıdır. Âl-i Bey'in lideridir. Mânâ âlemlerinin reisidir. Tüm ûlemânın ve keramet sahibi evliyanın mürşididir. Şehadet âlemlerinin peygamberlerden sonra en büyüklerindendir. O elbette rıza-i ilahi'yi bilmiş ve Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) kendinden sonraki halifelere yaptığı işaretleri ve taltifleri idrak etmiştir. İlahî irade'nin kimi halife edeceğini anlamış, belki de görmüştür. Zira onlara biat etmesi de bu gerçeği ortaya koymuştur. Onun biatları, hilafet sırasının en güzelinin, en uygununun bu olduğuna en büyük delil olmuştur.
[1] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîḫu’r-rusül ve’l-mülûk (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), I-XI, Kahire 1960, c.2, s.367
[2] Muhammed b. Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳātü’l-kübrâ (nşr. İhsan Abbas), I-IX, Beyrut 1388/1968, c.1, s.223.
[3] Mehmet Azimli, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2008, c.35, s.377-378
[4] Yâkūt b. Abdullah el-Hamevî, Muʿcemü’l-büldân, I-V, Beyrut 1957, c.7, s.217
[5] ibn Kuteybe, Ebü Muhammed Abdullah b. Müslim, el-imame ve's-Siyase, Beyrut, Daru'I-Kütübi'l-ilmiyye, 2009, s. 14.
[6] Mesudi, Ali b. Hüseyn, Mürucu’z-zeheb, I-IV, Beyrut 1986, c.2, s. 330
[7] İbn Kuteybe, el-İmame, c.1, s. 21;
[9] Said Nursi, Lem’alar, s. 18
[10] Said Nursi, Lem’alar, s. 21-22