Soru

Hz. Nuh'un İman Etmeyen Oğlunun Nesebî Durumu

Hz. Nuh (as) Gemiyle birlikte kavmiyle kurtulurken kendisine iman etmeyen oğlunu davet etmesi ve oğlunun inat etmesi üzerine Allah'tan kendi soyundan olan oğlunun kurtulmasını istemesi, bunun üzerine Allah da oğlunun artık kendi soyundan olmadığını söylemesi nasıl oluyor? Yani iman etmedigi için artık peygamber oğlu olmamış mı oluyor? Bu âyeti nasıl anlamak gerekir?

Tarih: 28.09.2024 01:17:05

Cevap

İlk bakışta âyetlerde sanki Hz. Nuh'un (as.) oğlunun kendi ailesinden olmadığı, başkasının çocuğu gibi anlaşılmaktadır. Ancak âlimlerimiz bu görüşü kabul etmemişlerdir. Çünkü İbn Abbâs'dan bir rivayette onun şöyle dediğini aktarılır: “Hiçbir peygamberin hanımı zina etmemiştir.”[1]

Fahrettin Razi, Hz. Nuh’un (as.) oğlunun kesinlikle kendi oğlu olduğunu delilleriyle ispat ettikten sonra şöyle demektedir;

“Nuh’un (as) oğlu olduğu delillerle sabit olunca, "o katiyyen senin ailenden değildir" cümlesini bu iki manadan birine hamletmek gerekir:

1) Bu, "O, senin dinine mensup olanlardan değildir" anlamındadır.

2)  "O, sana, seninle beraber kendilerini kurtaracağımı vaadetmiş olduğum ailene dahil değildir" manasıdır. Her iki mana da birbirine yakındır.”

Bu âyet, neseb yakınlığına değil, din yakınlığına bakılması gerektiğine delâlet eder. Çünkü bu hadisede, Hazret-i Nûh ile oğlu arasındaki neseb yakınlığı, en kuvvetli biçimde tahakkuk etmişti. Fakat, aralarında din yakınlığı olmadığı için, Allahü teâlâ da "o katiyken senin ailenden değildir" şeklindeki çok beliğ bir ifadeyle, aralarında hiçbir yakınlık bulunmadığını söylemiştir. [2]

Nesefi ise şu açıklamaları yapmıştır;

Ey Nûh! Senin o oğlun senin kurtulan aile bireylerinden değildi.” Bundan sonra yüce Allah onun neden kendisini aile bireylerinden olmadığını şöyle açıklıyor: Çünkü o sana îman etmemiş, kötü bir iş yapmış, küfrü seçmişti.” İşte âyetin bu kısmından şunu öğrenmekteyiz: 

Dini karabet yani yakınlık, nesep yani soy yakınlığından daha üstün ve daha baskındır, burada bu gerçek bildirilmektedir. Çünkü senin dini bakımdan en yakının, sen Kureyşli, ötekisi de Habeşli yani yabancı, soyundan bir olmasa da inancın bakımından sana bağlı ve seninle beraber olandır. Senin dininden olmayana gelince bu, senin en yakın akraban, kendi öz soyundan bile olsa, o senden en uzak olan kimsedir, uzaktan ve yakından dinin açısından seninle bir yakınlığı kalmamıştır. Âyette, “O kötü bir iştir” diye bizzat o kişinin kendisinin kötü olduğunun vurgulanması, onu daha fazla yermek, üzerinde bulunduğu inanç bakımından değer verilemesi, sahip çıkılmaması gerektiğini ortaya koymak içindir.[3]

Bir benzer yorumu da Kurtubi şöyle yapmıştır;

"Buyurdu ki: Ey Nûh! O senin ailenden değildir." Yani o, Benim kendilerini kurtarmayı vaadettiğim aile halkından değildir. Bu açıklamayı Saîd b. Cübeyr yapmıştır. Cumhûr der ki: O senin dinine mensub kimselerden ve aranızda velayet (dostluk, yardımlaşma, dayanışma) bağı bulunan kimselerden değildir, demektir… Bu da, din bağının hüküm itibariyle, soy bağının hükmünden daha güçlü olduğunun delilidir.[4]

Bununla berber Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) “Müslüman bir kimse kâfire, kâfir de Müslümana mirasçı olamaz”[5] ve “Farklı din mensupları birbirlerine mirasçı olamazlar”[6] şeklindeki hadislerine dayanan fakihlerin çoğunluğu, din farkının mirasa engel olacağını söylemiştir.

Bu hadisleri başka bilgilerle birlikte değerlendiren Muaz b. Cebel, Muâviye b. Ebî Süfyân gibi sahâbîlerle sonraki bazı müctehidler, gayrimüslimin Müslüman akrabasına mirasçı olamayacağını ama Müslümanın gayrimüslim birisine mirasçı olabileceğini kabul etmişlerdir.

Günümüzde de tercih edilen bu görüşe göre; Müslüman, gayrimüslim anne-babasından kalan mirası alabilir.[7]

Buradan da anlaşılıyor ki ne kadar soy, kan vb. durumlardan yakını da olsa din farkı neseb itibariyle akrabalığı etkileyen bir durumdur. Müslüman olmayan bir çocuk babasının mirasına dahi mirascı olamamaktadır.


[1] Suyutî, Dûrr’ul Mensur, Dar’ul Fikr, Beyrut, c.4, s.438

[2] Fahreddin Razi, Mefatih’ul Gayb, İhya et-Türas’il Arabî, Beyrut 1420, c.18, s.357

[3] Nesefi, Medarik’ut Tenzil, Dar’ul Kelimu’t Tayyib, Beyrut 1998, c.2, s.64

[4] Kurtubi, Cami’ul Ahkami’l Kur’an, Dar’ul Kutubi Mısrıyye, Kahire 1964, c.9, s.45

[5]  Buhârî, Ferâiz, 26 [6764]; Müslim, Ferâiz, 1 [1614]

[6]  Ebû Dâvûd, Ferâiz, 10 [2911]; Tirmizî, Ferâiz, 16 [2108]

[7]  bkz. İbn Hacer, Fethu’l-bârî, 12/50 [6763]; Azîmâbâdî, Avnü’l-ma‘bûd, 8/87-88 [2911-2913]; Mardînî, er-Rehâbiyye, 34


Yorum Yap

Yorumlar