“Ben eskiden beri tahakküme ve terzîle karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hâdiselerle sâbit olmuş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfî’de i‘dam tehdîdine karşı mahkemedeki paşaların suâllerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazîfe-i İlâhiyeye karışmamak hakîkati için, bana karşı yapılan muâmelelere sabırla, rızâ ile mukābele ettim. Cercis (as) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefâ çekenler gibi sabır ve rızâ ile karşıladım.”[1]
İslâmî kaynaklarda Hz. İsa’ya (as) inanması, onun yolunda her türlü işkenceye katlanması, üç defa öldürüldüğü halde yeniden diriltilmesi yanında ölüleri mezarlarından çıkartıp dirilttiği, kökünden kesilmiş ağaçları tekrar bitirip yeşerttiği, kesilip parçalara ayrılmış bir hayvana yeniden can verdiği, ikinci ölümünde göğün karardığı, dirildiğinde güneşin tekrar ortaya çıktığı şeklindeki rivayetler, onun vahye mazhar bir nebi olduğu kanaatini uyandırmıştır. Üç defa ölüp dirilmesi sebebiyle İslâmî literatürde bir ölme-dirilme motifi olarak benimsenen Cercîs (as), ölümsüzlüğü kabul edilen Hızır (as) ve İlyas (as) ile bazen karıştırılmıştır.[2]
FAKİR FUKARA İÇİN ÇALIŞAN BİR NEBİ
Cercîs Aleyhisselâm İsa Aleyhisselâm’ın dini üzere gelmiş ve Îsâ Aleyhisselâm’ın dinini tebliğ etmiş nebilerdendir. Filistin’in Remle kasabasında doğdu, Filistin ve Şam civarında yaşadı. Şehirleri gezer, ticaret yapardı. Gezip gördüğü şehirlerde Hazret-i Îsâ’nın dinini yaymaya çalışırdı. Vazifesi esnasında birçok kişi ona tabi olarak Müslüman oldu. Hristiyanlar bu nebiyi St. Georges adıyla tanıyorlar.
Cercis Aleyhisselâm yılsonu geldiğinde sermayesini hesaplayıp ayırır, kazancının tamamını fakir fukaraya dağıtırdı. Derdi ki:
“Benim çalışmam fakir fukara içindir. Ben çalışayım ki, onlar rahat etsinler.” Cercîs Aleyhisselâm ile ona uyanlar başlangıçta çok gizli hareket ettiler, kâfirlerin şiddetini üzerlerine çekmemeye çalıştılar. Çünkü o devirde putperestlik çok şiddetli idi.
CERCİS ALEYHİSSELÂM KRALIN HUZURUNDA
Günlerden bir gün Musul şehri Kralı Dâdiyan som altından bir put yaptırmış, halkı puta tapmaya çağırmıştı. Halk da bölük bölük gelmiş, Eflun denilen bu puta tapmıştı. O sıralarda Musul’da bulunan Hazret-i Cercîs (as) bir gün Dâdiyan’ın huzuruna çıkmaya karar verdi. Arkadaşlarına:
“Bu gizlilik içinde ne zamana kadar kalacağız? Kişi dini yolunda gerekirse ölmelidir! Kâfirler yanında zelil yaşamaktan iyidir. Ne kadar malım varsa size veriyorum. Fukarayı gözetin. İhsanınızı eksik etmeyin. Ben bugün Kralın huzuruna çıkıp hakkı tebliğ edeceğim. Eflun’a tapmanın yanlış ve batıl olduğunu bildireyim. Müslüman olmasını teklif edeyim. Ola ki, Hak Teâlâ ona insaf vere de Müslüman ola! Beni öldürse bile bunu yapayım!” dedi.
Allah’a sığındı ve Kral Dâdiyan’ın huzuruna çıktı. O sırada Kral, Eflun’a tapmayanların da bulunduğunu haber almış, kızgınlığından küplere binmiş vaziyetteydi. Cercîs Aleyhisselâm dedi ki:
“Ey Kral! Allah’ın kullarına kızarsın! Oysa sen de Allah’ın bir kulusun! Onlar da Allah’ın kullarıdırlar ki Allah onları sana muhtaç eyledi. Bu halkı secde etmeye çağırdığın put mel’undur! Senin Allah’ın vardır ki, seni ve bütün varlıkları O yaratmıştır. Bütün mahlûkat O’nun kullarıdırlar. Bütün mahlûkata O rızık verir. Bütün mahlûkata hayat veren, diri eden, yaşatan ve öldüren O’dur. Seni yaratan Allah’ı bırakıp senin gibi bir mahlûku altından ve gümüşten düzdürüp, ilâhımdır dersin! Onun ne faydası vardır ne zararı? Bundan vazgeç! Küfrü terk et. Allah’a iman et.”
Kral Dâdiyan kızgınlığından ağzı köpürmüş vaziyette Cercîs Aleyhisselâm’a baktı ve bağırdı:
“Sen kimsin behey adam? Nereden geldin ki bana anlaşılmaz sözler söylersin?”
Cercîs Aleyhisselâm gayet sakin cevap verdi:
“Ben Allah’ın zayıf ve hakir bir kuluyum! Geldim ki seni Allah’a dâvet edeyim! Puta tapmaktan ve halkı puta taptırmaktan vazgeçesin de Allah’a dönesin!”
Kral Dâdiyan adeta çıldırmıştı. Fakat Cercis Aleyhisselâm’ın fikirlerini aklınca çürütmeden onu cezalandırmayı makamına uygun bulmadı. Dedi ki:
“Senin övdüğün ilâh eğer gerçekten de dediğin gibi olsaydı, seni böyle aç ve sefil bırakır mıydı? Görmez misin benim ilâhım bana nice mertebeler verdi! Bu gördüğün halkın içinde nice zenginler vardır. Cümlesi de bu Eflun’un uğurlu inancıyla zengin oldular...”
Cercis Aleyhisselâm:
“Allah isterse bu dünyada verir, isterse âhirette verir. O verdiği zaman ebedî olarak verir. Bu dünya geçicidir. Kaç günlük krallığın var? Hiç düşündün mü? Devlet dediğin ebedî olmalı! Nimet dediğin sonsuz olmalı! Lezzet ve keyif dediğin hesapsız olmalı! Senin sahip olduğun bütün varlıklar ise yok olmaya mahkûmdur!”
CERCİS ALEYHİSSELÂM TEBLİĞİN BEDELİNİ CANIYLA ÖDEDİ
Cercis Aleyhisselâm Kral Dadiyan’a tebliğini yaptı, fakat bedelini canıyla ödedi. Kral ona dayanılmaz işkenceler yaptırdı. Kral, Cercis Aleyhisselâmı bir ağaca bağlatarak mübarek vücudunu demir taraklarla taratır, üzerine keskin sirke ve tuz döktürür. Büyük bir demiri önce ateşte iyice kızartıp başının üzerine koyarlar. Cenâb-ı Hak onu tekrar eski hâline getirir. Bu defa altında ateş yanan büyük bir kazana atıp kapağını kaparlar. Uzun bir süre kapalı kaldığı halde yine ölmediğini görünce hayrete düşerler. Bu defa da zindana hapsedilerek, orada mahpuslarla görüşüp, Hakka dâvet etmesin diye el ve ayaklarından çivileyip, büyük bir mermer taşı da üzerine yaslarlar. Ancak, Cenâb-ı Hak bir melek göndererek onu oradan kurtarır. Onu tekrar karşılarında sağ olarak görünce, yakalatıp ikiye ayrılan bir ağacın arasına koyup sıkıca bağlarlar ve vücudundan et kopararak insan eti yiyen aslanların önüne atarlar. Hz. Cercis (as) tekrar kral ve adamlarının karşısına çıkar. Yine çeşitli işkence ve zulümden sonra zalim ve kâfir kral, bütün mü’minleri toplatıp hepsini şehit ettikten sonra Hz. Cercis’i (as) şehit ettirir. Daha sonra bu kavim ateşle helâk edilir.[3]
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.4, s. 550-551.
[2] Bustânî, VI, 428
[3] Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), C.2, S. 24-36; Sa‘lebî, Sa‘lebî, ʿArâʾisü’l-mecâlis, s. 327-333

