Mukattaât-ı hurûf, bazı surelerin başında kelimeyi oluştururken okundukları gibi değil, kendi isimleriyle telaffuz edilen ve “bağımsız ve ayrı harfler” anlamına gelen harfler grubudur. Müfessirler bu harflerin ne anlama geldiği hususunda ihtilaf etmiş ve çeşitli açıklamalar yapmıştır. Bunların içinde bu harflerin Kur'an-ı Kerim'in isimleri olduğu, Allah'ın isimleri olduğu, surenin ismi veya başlangıcı olduğu, yemin ifadesi olduğu, isim veya fiile işaret eden harfler olduğu ve bunların Allah ile Hz. Peygamber arasında bir sır olduğu gibi açıklamalar vardır.1
Üstad Bediüzzaman Hazretleri de Kur’ân’ın hükümlerinin uzun bir sûrede, uzun bir sûrenin kısa bir sûrede, kısa bir sûrenin bir âyette, bir âyetin bir cümlede, bir cümlenin bir kelimede, o kelimenin de ‘sin, lâm, mim’ gibi hurûf-u mukattaada göründüğünü söylemiştir. Ayrıca bu harflerin ilâhî bir şifre olduğunu ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) fevkalade bir zekraya sahip olmasından dolayı bu şifreleri hiç zorlanmadan anladığını belirtmiştir.2
Hurûf-u mukattaa ile ilgili olarak hadis kaynaklarında geçen hadisler çok azdır. Bu hadislerin en meşhuru ise Tirmizî'de geçen şu hadistir: Abdullah b. Mes’ûd'dan (r.a.) rivayet göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kur’ân’dan bir harf okursa kendisine bir sevap yazılacaktır ve her sevap on katıyla karşılık bulacaktır. Elif lam mîm bir harftir demiyorum. Fakat elif bir harf lam bir harf mim de bir harftir.”3
Bu harflerle ilgili diğer bir hadis de şöyledir:
Câbir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre Ebû Yâsir b. Ahtab, Allah Rasûl’ü Bakara Sûresi’nin baş tarafı olan elif-lâm-mîm, âyetini okurken ona uğradı. O da Yahudilerin bir kısmıyla oturan kardeşi Huyey b. Ahtab'a gelerek 'Allah'a yemin ederim ki Muhammed'i (s.a.s.) kendisine indirilen âyetleri okurken duydum.’ dedi ve duyduklarını okumaya başladı: ‘elif-lâm-mîm’
Onlar 'Sen bunu ondan gerçekten işittin mi?’ diye sorunca o da evet dedi. Bu grup Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına gelip şöyle dediler; ‘Ey Muhammed (s.a.v.)! Sen Allah'ın sana indirdiği elif-lâm-mîm âyetini okuduğunu hatırlıyor musun?’ Rasûlullah da (s.a.v.) evet deyince, onlar; ‘Bu âyeti Cebrâil (a.s.) sana Allah katından mı getirdi?’ diye sordular. O da evet dedi. Bu defa onlar; ‘Allah senden önce de peygamberler göndermişti. Ancak biz onların ve ümmetlerinin dünyada kalış süresinin (ecel) ne kadar olduğunu bilmiyoruz’ dediler. Sonrasında ise, Huyey b. Ahtab ayağa kalkarak yanındakilere şöyle dedi; ‘elif bir, lâm otuz, mîm kırk eder. Bu da toplam olarak 71 yıl eder. Demek ki bu peygamberin mülkünün ve ümmetinin ömrü 71 yıldır. Bu durumda onun dinine girecek misiniz?’ Sonra da Rasûlullah'a (s.a.v.) dönerek: ‘Ey Muhammed! Bu okuduğundan başka âyetler var mı?’ dedi. Allah Rasûl’ü (s.a.v.), ‘Evet var’ ‘elif-lâm-mîm-sâd’ dedi. O: ‘Bu daha ağır ve daha uzundur. Elif birdir, lâm otuzdur, mîm kırktır, sâd altmıştır, böylece yüz otuz bir sene eder. Yine O; ‘Ey Muhammed! Daha başkası var mı?’ diye sorunca, O da: ‘Evet, elif-lâm-râ'dır’ buyurdu. Huyey; ‘Bu daha ağır ve daha uzundur. Elif bir, lâm otuz, râ iki yüzdür. Böylece iki yüz otuz bir sene eder.’ Sonra daha başkası var mı diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.),‘Evet var, elif-lâm-mîm-râ'dır’ buyurdu. Huyey; ‘Bu daha ağır ve daha uzundur. Elif bir, lâm otuz, mîm kırk, râ iki yüzdür, böylece iki yüz yetmiş bir sene eder. Senin durumun bize karışık geldi. Öyle ki sana çok mu yoksa az mı verildiğini bilemeyiz.’ diyerek Rasûlullah'ın (s.a.s.) yanından ayrıldılar. Ebû Yâsir, kardeşi Huyey b. Ahtab ve beraberindeki hahamlara; ‘Nerden bileceksiniz, belki de bu sayıların hepsi Muhammed (s.a.s.) için toplanmıştır. Yetmiş bir, yüz otuz bir, iki yüz otuz bir, iki yüz yetmiş bir. Bunların hepsinin toplamı yedi yüz dört yıl eder.’ dedi. Onlar da ‘O’nun durumu bize karışık geldi’ deyip ayrıldılar.4
Bediüzzaman Hazretlerinin sualdeki sözleri, bir şifre gibi olan hurûf-u mukattaaların diğer âyetler içinde öne çıktığı şeklinde anlaşılabilir. Dolayısıyla bütün Kur'ân âyetleri ve kelimelerinin tesiri hakkında vârid olan hadislerin bu harfler için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür.
Kur'an ayetleri ve harflerinin faziletlerine, özelliklerine, maddî ve manevî tesirlerine dair çok sayıda hadis-i şerif mevcuttur. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
Ebu Said r.a. şöyle anlatmaktadır:
Resulullah'ın sahabılerinden bir grup bir sefere katılmışlar ve bir kabilenin yakınında konaklamışlardı. Onlardan, kendilerini misafir etmelerini istediler. Fakat bu arap kabilesi buna yanaşmadı. Bu arada kabilenin reisini bir akrep soktu. Onun için çareler araştırmaya başladılar. Derken (hiçbir çare kalmayınca) sahabılere gelip, "Ey ahali! Reisimizi akrep soktu. Her şeyi denedik ama hiçbir fayda vermedi. Sizin bu konuda yapacak bir şeyiniz var mı?" diye sordu. Bir sahabi, "Evet, vallahi ben rukye yapabilirim (okuyarak tedavi edebilirim). Fakat bizi misafir etmenizi istedik, siz kabul etmediniz. Bundan dolayı ancak belirli bir ücret karşılığında bunu yapabilirim" dedi. Daha sonra bir sürü koyun karşılığında tedavi yapmak üzere anlaştılar. Reisin yanına gittiler. Önce akrebin soktuğu yerin üzerine hafifçe tükürdü, sonra fatiha suresini sonuna kadar okudu. Reis, birden üzerindeki büyük bir yükten kurtulmuş gibi hafifledi ve yürümeye başladı. Onda hastalıktan bir eser kalmayınca: "Üzerinde anlaşmış olduğunuz ücreti bu adama verin" dedi. Daha sonra sahabilerden bazıları, "koyunları paylaştırın" dedi.
Tedaviyi yapan kimse, "Hayır, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e varalım, durumu anlatalım, bakalım ne emreder, o zamana kadar paylaştırmayın" dedi. Olayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlatınca, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Fatiha'nın tedavi için kullanıldığını sen nereden bildin? İsabet etmişsiniz. Koyunları aranızda paylaşın. Bana da bir pay ayırın" buyurdu ve gülümsedi.5
Hz. Ali (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
İlacın en hayırlısı Kur'an'dır.6
Ebû Umame el-Bahilî şöyle demiştir:
Rasulullah’ı (s.a.v.) şöyle buyururken işittim: "Kur'an'ı okuyunuz, çünkü Kur'an kıyamet gününde kendi ashabına şefaat edici olarak gelecektir. Zehraveyni yani Bakara ile AI-i İmran suresini okuyunuz, çünkü her ikisi kıyamet gününde iki bulut yahut iki gölgelik ya da saf saf dizili iki grup kuş gibi gelecek ve kendilerini okumaya devam edenleri savunacaklardır. Bakara suresini okuyun çünkü onu öğrenmek bir bereket, onu terketmek bir hasrettir. Ve şüphesiz bâtılcıların (sihirbazların) ona gücü yetmez."7
Sehl b. Sa'd, Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur'an'ın zirvesi de Bakara süresidir. Bu süreyi gece evinde okuyan kişinin evine üç gece şeytan girmez. Bu süreyi gündüz okuyanın evine de üç gün şeytan girmez."8
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kim Hâ-mim Duhan sûresini geceleyin okursa, kendisi için yetmiş bin melek bağışlanma diledikleri halde sabaha kavuşur.”9
Ebû Eyyûb el-Ensarî'den (r.a.) rivâyet edildiğine göre onun bir hurma deposu vardı. Cin veya şeytan türü birileri gelir ve o depodan hurma alırdı. Ebû Eyyûb durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)’e şikayet etti. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu: ''Git onu tekrar gördüğünde 'Bismillah, peygambere icabet et' de.'' buyurdu. Sonra Ebû Eyyûb onu yakaladı bir daha gelmeyeceğine söz verince bıraktı. Sonra Hz. Peygamber'e (s.a.v.) geldi. Rasûlullah (s.a.v.): “Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb: ''Bir daha dönmeyeceğine yemin etti.'' dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Yalan söyledi. O yalan söylemeye alışıktır.” dedi. Ebû Eyyûb o kişiyi bir daha yakaladı tekrar gelmeyeceğine yemin edince onu tekrar serbest bıraktı. Rasûlullah'a (s.a.v.) gelince; “Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb: Bir daha dönmemeye ikinci defa yemin etti, dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Yalan söyledi O yalan söylemeye alışıktır” buyurdu. Üçüncü sefer yakalayınca; ''Bu sefer seni Rasûlullah'a (s.a.v.) götürmeden bırakmayacağım.'' dedi. Bunun üzerine o kimse dedi ki: ''Sana bir şey öğreteceğim “Ayet-el Kürsî”yi evinde bunu oku ne şeytan ne de bir başkası sana yaklaşamaz.'' Ebû Eyyûb Hz. Peygamber'e (s.a.v.) geldi. Rasûlullah (s.a.v.): “Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb olup biteni haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “O doğru söylemiş, fakat aslında kendisi yalancıdır” buyurdu.10
Mezkûr hadislere bakıldığında Kur'an ayetlerinin bir şifa olduğu ve müminleri her türlü zarar verici şeyden koruduğu anlaşılmaktadır.
İmam Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmi'u'l-beyân, Dâru Hicr, Kahire 2001, c. 1, s. 204-208.
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü'l-İ'câz, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 30-31.
Tirmizî, Fezâil-i Kur'an, 2910.
Taberî, Câmi'u'l-beyân, c.1, s. 221-222.
Buhârî, Kitâbü’l-icâre, 1031/2276; Müslim, Tıb, 23/5697.
Ebû Dâvûd, Kitâbü’t-tıb, 28/3501.
Müslim, Salât, 149/1871.
İbn Hibbân, Rekâik, 780.
Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 2888.
Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 2880.

