Hud Suresinin 112. ayetini açıklar mısınız?
Hud Suresi 112. ayetin kısa meali şöyledir:
"O hâlde, emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Berâberindeki tevbe edenler de! Ve (Allah’ın koyduğu) hudûdu aşmayın! Çünki O, ne yaparsanız hakkıyla görendir."
Taberi tefsirinde şöyle izah edilmiştir:
"Sen, emrolunduğun üzere dosdoğru ol. Seninle birlikte tevbe edenler de. Haddi tecavüz etmeyin. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.
Allah teala bu âyet-i Kerimede, Resulullah (s.a.v.)e hitabederek "Sen ve seninle birlikte, yaptığı kötülüklerden tevbe ederek hakka yönelen müminler, rabbin tarafından sana emredilen hususlarda dosdoğru olun. Kararlı olun, ondan ayrılmayın, sakın günah işleyerek Allah'ın emrine karşı gelmeyin, kimseye zulmetmeyin, şüphesiz ki rabbiniz, amellerinizi çok iyi görendir. O, sizi gözetlemektedir" buyuruyor."
Fahreddin Razi hazretlerinin tefsirinde ise şöyle izah ediliyor:
"Bil ki Cenâb-ı Hak, açıkça vaad ve va'îdde bulununca, bunun peşinden peygamberine, "Emolunduğun şekilde dosdoğru hareket et" buyurmuştur. Bu söz, ister kendisiyle alakalı olsun, isterse vahyin tebliğ edilip, hükümlerin beyân edilmesiyle alakalı olsun, bütün akâid ve amel meselelerini içine alan, umûmî (genel) bir sözdür. Şüphe yok ki, gerçek istikamet (doğruluk) üzere bulunmak cidden zordur. Ben sana, bunun zorluğunu akl-ı selime kolayca gösterecek olan bir misal vereceğim. O da şudur: Gölge ile aydınlığın arasını birbirinden ayıran düz çizgi, enine bölünemez bir bütündür. Fakat bu çizginin, iki tarafını hissedip (gözle) iyice birbirinden ayırt edemezsin. Çünkü gölge tarafı, aydınlık tarafına yakın olduğu için, görülme bakımından birbirine karışır. Bundan dolayı insanın bakışı, herbiri diğerinden iyice ayırdedilecek şekilde, bu çizgiyi tam olarak göremez.
Bunu, verdiğimiz misalde anladığın zaman, ubûdiyyetin bütün kısımlarındaki misallerini de buna göre anla. Bunlardan birincisi, marifetullahtır. Bu marifetullah, kulun, "isbâf'ı kabul edip "teşbih"ten; "nefy"i söyleyip "ta'tîlden korunmuş olarak elde edebilmesi son derece zordur. Sen, diğer marifet makamlarını da, kendiliğinden düşün. Yine, gazab kuvvetiyle şehvet kuvvetinden ve birinin, ifrat ve tefrit olmak üzere, iki aşırt ucu bulunup, ikisi de kınanmıştır. Bu ikisini birbirinden ayıran, iki taraftan hiçbirisine meyletmeyecek biçimde ortada duran çizgidir. İşte bu çizgi üzerinde durabilmek zordur. Sonra bununla amel etmek daha da zordur. Binâenaleyh, böylece sabit olur ki, "sırat-ı müstakim"i bilmek, son derece zordur. İyice bilinse bile, onun üzerinde kalabilmek ve ona göre amel etmek daha zordur. Bu makam son derece zor olduğu için İbn Abbas şöyle demiştir: "Kur'ân'ın tamamında, Hz. Peygamber'e bundan daha zor ve daha meşakkatli gelen, başka bir ayet nazil olmamıştır." Bundan dolayı da Hz. Peygamber (s.a.s): "Hûd suresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı" buyurmuştur.
Birisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz, Peygamber (s.a.s)'i rüyamda gördüm ve "Senin "Hûd suresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı" dediğin rivayet ediliyor" dedim. Bunun üzerine O: "Evet" dedi. Ben de: "Hangi ayetten dolayı?" deyince, O da: "O halde sen (ey Resulüm), emrolunduğun şekilde dosdoğru hareket et" ayetiyle buyurdular."
Üstad Bediüzzaman hazretleri Sırat-ı müstakimi şöyle izah etmiştir:
"اَلصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ Sırât-ı müstakîm, şecâat, iffet, hikmetin mezcinden ve hulâsasından hâsıl olan adl ve adâlete işarettir. Şöyle ki, tagayyür ve inkılâb ve felâketlere ma‘rûz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvetihdâs edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi, menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behîmiye; ikincisi, zararlı şeyleri def‘ için kuvve-i sebûiye-i gadabiye; üçüncüsü, nef‘ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyîz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.
Lâkin insandaki bu kuvvetlere şerîatça bir had ve bir nihâyet ta‘yîn edilmiş ise de, fıtraten ta‘yîn edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin her birisi tefrît, vasat, ifrât nâmıyla üç mertebeye ayrılırlar.
Meselâ, kuvve-i şeheviyenin tefrît mertebesi humûddur ki, ne helâle ve ne harama şehveti, bir iştihâsı yoktur. İfrât mertebesi fücûrdur ki, nâmusları ve ırzları pây-i mâl etmek iştihâsında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur. İhtâr: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi fürûâtında da bu üç mertebe mevcûddur.
Ve kezâ, kuvve-i gadabiyenin tefrît mertebesi cebânettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrât mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne ma‘nevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdâdlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsûlüdür. Vasat mertebesi ise şecâattir ki, hukuk-u dîniye ve dünyeviyesi için canını fedâ eder, meşrû‘ olmayan şeylere karışmaz.
İhtâr: Bu kuvve-i gadabiyenin fürûâtında da şu üç mertebenin yeri vardır.
Ve kezâ, kuvve-i akliyenin tefrît mertebesi gabâvettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrât mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde göstermeye kadar hileli ve aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisâl eder. Bâtılı bâtıl bilir, ictinâb eder. وَمَنْ يُؤْتيَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِيَ خَيْرًا كَث۪يرًا" (İşarat'ül-icaz)
İşarat'ül-icazda geçen yerin kısa bir izahı şöyledir:
1. Kuvve-i akliye, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin birbirinden ayırt etme kuvvesi, kısaca akıl kuvvesi
Tefrit mertebesi gabavettir ki, doğru yanlış ayırt edemez ve hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesicerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak gösterecek derecede akıl ounları yapar. Hadd-i vasat mertebesi ise,hikmettir. Hakkı hak bilir ona uyar. Batılı batıl bilir ve batıldan çekinir.
2. Kuvve-i gadabiye, zararlı şeyleri def etme kuvvetidir.
Tefrit mertebesi, cebanettir ki, korkulmayacak şeylerden de korkmaktır. İfrat mertebesi, tehevvürdür ki, korkulması lazım gelen şeylerden de korkmaz. Hadd-i vasat mertebesi, şecaattir ki, korkulması lazımgelen şeylerden korkar Allah'tan korkmak gibi, diğerlerinde ise kahramanlık gösterir.
3. Kuvve-i şeheviyedir, menfaatli şeyleri elde etme kuvvetidir.
Tefrit mertebesi, humuddur ki, şehvetli şeylere isteği yoktur. İfrat mertebesi, fücurdur ki, haram helal dinlemez. Her şeye saldırır. Namussuzluk eder. Vasat mertebesi ise, iffettir ki, helale iştahı vardır, harama iştahı yoktur. Haramdan kaçınır.