Öncelikle "hiss-i kable'l-vuku" için Bediüzzaman Hazretleri'nin Risâle-i Nûr Külliyatında ne gibi tanımlamalar yaptığına bakalım.
On Altıncı Lem'a'da, hiss-i kable'l-vuku'un bir latife olduğunu söyler.
Yirmi Altıncı Lem'a'da da, ruha ait bir hususiyet olduğunu ifade eder.
Emirdağ Lahikası'nda ise bunun bir sünuhat (kalbe doğan mana) olduğunu anlatır.
Yirmi Sekizinci Mektup'ta, hiss-i kable'l-vuku'un ilham ile gerçekleştiği, rüya-yı sâdıkanın, hiss-i kable'l-vuku'un daha da inkişaf edip gelişmiş bir hali olduğu geçer.
Bütün bu ifadelerden hiss-i kable'l-vuku'un manevî bir hissiyat olduğunu anlıyoruz.
Yirmi Sekizinci Lem’a’da anlatılan “hava unsurunun mânâları nakletme vazifesi” ise, mevcut ses ve mânâların, hâlihazırdaki varlıklar arasındaki aktarılmasıdır. Dolayısıyla maddî âleme ait bir hadisedir.
Sonuç olarak, hiss-i kable'l-vuku dediğimiz, henüz vuku bulmamış olaylar hakkında ruh ve kalbin aldığı ilhamlarda, maddî hava unsurunun rolü bulunmaz. Bu, Cenâb-ı Hakk tarafından lütfedilen bir keşif ve ilhamdır.