Mütedeyyin ailelerin evlatları İslâm'dan uzak bir hayat tercih edebiliyorlar. Hidayet Allah'tan olduğu için anne babanın çabaları boşa çıkabiliyor. Bu sepepten dünyaya çocuk getirmek riskli değil midir? Ya cehennemlik bir evlat olursa?
Soruda maalesef yanlış bir bakış açısı bulunmaktadır. Öncelikle onu izah etmeye çalışalım. Bir şeyin birisinin elinde olması demek onu isteyene vermeyeceği anlamına gelmez. Yani Allah (c.c) hidayet benim elimde, bana aittir diyor, fakat hidayeti isteyenlere vermem demiyor.
Diğer nokta ise insan Cenab-ı Hakk'a ait vazifeleri düşünmek yerinde kendi vazifesini düşünmelidir. Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin Notalar Risalesindeki şu izahı dikkate şayandır: “
Evet insanın elindeki cüz’-i ihtiyârî (kendi irâdesi) ile işledikleri ef‘âllerinde (fiillerinde), Cenâb-ı Hakk’a âid netâici (netîceleri) düşünmemek gerektir. (...)
Üstâd-ı Mutlak ve Muktedâ-yı Küll (herkesin kendisine uyduğu) ve Rehber-i Ekmel (en mükemmel kılavuz) olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm: وَماَعَلَي الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ [Peygambere düşen ancak tebliğdir] olan fermân-ı İlâhiyeyi (Allah’ın emrini) kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyâde sa‘y (çalışma) ve gayret ve ciddiyetle teblîğ etmiş. Çünki: اِنَّكَ لَاتَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلَكِنّ اللهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشآَءُ [Şübhesiz ki sen, sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin; fakat Allah, dilediği kimseyi hidâyete erdirir] sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidâyet vermek, Cenâb-ı Hakk’ın vazîfesidir. Cenâb-ı Hakk’ın vazîfesine karışmazdı. (...)
Siz de, size âid olmayan vazîfeye harekâtınızı (hareketlerinizi) binâ etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza (yaratıcınıza) karşı tecrübe vaz‘iyetini almayınız!”[1]
Peygamber Efendimizin (sav) amcası Ebu Leheb, hidayeti tercih etmeyip iradesini hakikatı reddetmek yönünde kullandığı için Hz. Peygamberin (sav) en yakını iken Müslüman olmadı. Selman-ı Farisi (ra) Arap olmadığı halde İslamiyet’i kabul etmekle, tercihini bu yolda kullanmakla Hidayete erdi. Hem bazı peygamberlerin ailelerinden inanmayanlar olduğu gibi nice zâlimlerin inançlı evlatları olduğunu bilmekteyiz. Demek aslolan; kulun hür iradesini doğru kullanmasıdır.
“İman, Sa'd-ı Taftazanî'nin tefsirine göre: "Cenab-ı Hakk'ın istediği kulunun kalbine, cüz'-i ihtiyarının sarfından (iradesini kullanmasından) sonra ilka ettiği (bıraktığı) bir nurdur."[2]
Yani Hidayet, İnsanın hür iradesini kullandıktan sonra Yüce Allah'ın kalpte ihsan ettiği bir nurdur.
Hidayette iki önemli esas vardır.
Birincisi: İnsanın Hidayeti istemesi, yönelmesi, talep etmesi, tercih etmesidir.
İkincisi: Yüce Allah'ın Hidayeti ihsan etmesi, erdirmesidir. Bu konuyu ispat eden 2 âyet-i kerime şöyledir:
"Allah zalimler kavmine (zulümleri sebebiyle) hidayet etmez "[3]
“Kim Allah'a iman ederse, Allah onun kalbini hidayete erdirir"[4]
Görüldüğü gibi âyetlerde hidayetin, onu elde etmek isteyen insanların irade etmelerinden sonra verildiği; ehl-i dalaletin de orada kalmak istemeleri ve zulümleri üzerine dalalete atıldıkları ifade ediliyor.
Bize düşen vazife her insanın hidayete ermesi için çalışmak ve dua etmektir, netice ise Allah'a aittir. Yapacağımız her dua bir insanın hidayetine vesile olabilir. Ama bu dua o kişinin özgür iradesini ortadan kaldırmaz. Belki yapacağımız dua sebebiyle Allah bazı şartlar yaratarak o kişinin kalbini İslâm'a ve imana ısındırıp imana girmesine sebep olabilir. Burada yine zorlama söz konusu değildir ve o kişi yine iman etmeyebilir. Mü'mine düşen vazife neticesini düşünmeden ve sonucu Allah'a bırakarak hidayet için dua etmektir.
Aşağıdaki âyetler de duanın başka insanların hidayeti üzerinde etkili olduğunu ve bizim de bu duaları yapmamız gerektiğini göstermektedir.
“Rabbimiz! Bizi, sana teslîm olan kimseler eyle ve neslimizden sana teslîm olan bir ümmet (çıkar)![5]
"Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle!"[6]
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Lema’lar, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2007, s.137
[2] Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l - Îcâz Fî Mezânni’l – Îcâz, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.37
[3] Bakara, 2/258
[4] Teğabun, 64/11
[5] Bakara, 2/128
[6] Fatiha , 1/6