Fakat nefislerinin şeytânî olan hevâsı-Kur’ân’ın sadâsını kulaklarına işittirecek havayı karıştırdığı için- Kur’ân’ın kendilerini irşâd etmesine mâni‘ olmuştur.
Bazı sitelerde "şeytanî olan hevâsı -Kur’ân’ın sadasını kulaklarına işittirecek hevâyı karıştırdığı için- Kur’ân’ın kendilerini irşad etmesine mani olmuştur." Şeklindedir, acaba hangisidir?
“Münâfıklara nâzır ciheti ise: Evet, münâfıklar küfür ve nifâk zulmetine düştükleri zaman, onların dört cihetle kurtulmaları mümkün idi. Zîrâ, o nifâktan başlarını kaldırıp hakkı dinlemek, Kur’ân’ın irşâdına kulak vermek ile necâtları mümkün idi. Fakat nefislerinin şeytânî olan hevâsı-Kur’ân’ın sadâsını kulaklarına işittirecek havayı karıştırdığı için- Kur’ân’ın kendilerini irşâd etmesine mâni ‘olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, bu cihetten onların ümidleri inkıtâ ‘etmiş olduğuna işareten ( صُمٌّ ) demiştir. Ve bu işaretten, sanki onların kulakları kesilmiş olup, kulakları kesik hayvanların kulaklarını andıran bir remiz vardır. (Osmn. İşârâtü'l-İ ‘câz 110)”
Bahsettiğiniz ifade orijinal İşârâtü'l-İ ‘câz Osmanlıca nüshasında birinci cümlede de “heva” şeklinde geçmektedir. Fakat araştırdığımız lügatlerde Türkçe “hava” kelimesi ile Arapça “heva” kelimesi aynı şekilde yazılmaktadır. İkisi de “güzel h” dediğimiz harfle yazılmıştır.
“Fakat nefislerinin şeytânî olan hevâsı-Kur’ân’ın sadâsını kulaklarına işittirecek havayı karıştırdığı için- Kur’ân’ın kendilerini irşâd etmesine mâni ‘olmuştur”
Burada ilkinde Arapça "heva" kelimesi kullanılmıştır. “Heva” ise “hırs, arzu, istek, düşkünlük, sapkınlık, nefse ve şeytana uyma gibi birçok manalarda kullanılmıştır. Ta’rifat’ta “şeriatın daveti olmadan, nefsin, lezzet duyduğu şehvetlere meyletmesi” olarak tarif edilmiş.
cümlenin devamında “Kur’ân’ın sadâsını kulaklarına işittirecek havayı karıştırdığı için” cümlesinde "hava" kelimesi kullanılmıştır.
Cümlenin siyak ve sibakına ve anlam bütünlüğüne dikkat edildiğinde ilk cümledeki kelimenin “heva” ikinci cümledeki kelimenin “hava” olması daha uygun görünüyor. Çünkü “heva” münafıklara ait bir sıfat ve şeytani bir kavram olarak onların inatlarını hırslarını, nefsani olan arzu ve isteklerini temsil etmektedir. "Hava" ise Kur’an’a ait bir sıfat olarak hidayet ve esenlik veren manevi huzur atmosferi hükmünde olarak kullanılmıştır.
İşte münafıklar kendilerini çepe çevre saran inat, hırs, kibir gibi kötü hasletlerden kurtulamadıkları için Kur’an’ın sadasının rüzgârı, esintisi ve havası kalp pencerelerinden içeriye girmemiştir. Eğer iradelerini kullanıp pencerelerini açsalardı, Allah’ın tüm kâinatta estirdiği hidayet ve rahmet rüzgarlarından onlar da istifade edeceklerdi. Fakat kendi iradeleri ile o kalp pencerelerini açmadılar, kulaklarını tıkayıp, gözlerini yumup, konuşmayıp hidayet dilemediler. Unutulmamalıdır ki çok basit bir fiil olan göz kapamayla bile en büyük güneşlerden gelen ışıkları görmeyip gündüzü kendinize gece yapabilirsiniz. Evet gözünü kapayan yalnız kendisine gece yapar. Allah tüm kainatı aydınlatacak ve serinletecek kadar sınırsız bir masrafla gönderdiği bu hidayet güneşini ve esintilerini sadece basit bir yüzünü gözünü kapamakla, değersiz kıymetsiz ve anlamsız bir hale getirmek herhalde büyük bir suç olsa gerek. Bu yüzden münafıklar bilmedikleri için değil bildikleri halde inat ve gururlarından dolayı İSTEYEREK REDETTİLER.